ünümüzü ya da yaşanılanı tanımlayan en iyimser sözcük 'çelişki' olmalı. Yaz-boz, yap-yık, kurtar-batır, alkışla-yuhala, göklere çıkar-ayaklar altına al, söz ver-sözünden cay, yaşat-yok et ve daha niceleri...
Yaşamın neredeyse her kesimindeki umarsızlık, kocalarak devrile devrile geliyor: Alev topu gibi. Ama işin garibi, her şeyin olağan karşılanması; ihanetin bile!.. Hatta, tüm bunlar övünç kaynağı bile olabiliyor, iş bitirici adına prim de diyebiliriz!
Yakınmanın yararı yok ama 'güven' sözcüğünü de tutup atamayız ki yaşamımızdan! Sanki güven, kuşkunun yanına gelip oturdu. Bulaşıcı hastalık gibi! Ve bunlara paralel, kültür-sanat adına aylardır dilden dile dolaşan, 'Aksanat Teknosa oluyor' haberi ekleniverdi.
21 Haziran 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinde de Turgay Fişekçi, eleştiri ve kınama dolu bir yazı yazdı: 'Aksanat Teknosa olurken' başlıklı köşe yazısına, ''Duyunca şaşırıp kaldım'' diye başlıyordu.
Kültür ve sanat çevresinin çok yakından bildiği ve tanık olduğu Aksanat ya da yeni adıyla 'Akbank Sanat'ın konumunu bilmeyenlere sunalım: Aksanat ya da Akbank Sanat, İstanbul'un Taksim Meydanı'ndan İstiklal Caddesi'ne girince, sağdaki köşe başında, mimari özelliği tartışılan, sanatla bütünleşmiş hatta simgeleşmiş, Beyoğlu'na göre de büyükçe bir yapıdır. Yapıların özelliği ne olursa olsun, öncelikle kendisine verilen kimlikle anılırlar: Yaparken ve bozarken de. Üstelik yapılanı bozarken buna tanık olmak daha acıdır. Bu nedenle, yılların içinde kamuoyunu etkilemiş bir sanat merkezinde yapılmak istenenler de herkesi etkiler.
Fişekçi'nin de dediği gibi, ''Duyunca şaşırılacak'' bir olgu; Aksanat'ın girişindeki çok amaçlı sergi salonunda dükkân açmak! Belki yanılıyoruz: Bir kültür merkezinde gerçekleştirilmesi planlanmış, bakkaliye (bakkalları çok severim) belki yeni bir sanat akımının yorumudur! Örneğin, ''Copyshop exhibition / Akbank Art Center'' niçin olmasın?..
Dikkat edilmesi, özenle korunması gereken, kişilere değil de topluma mal olmuş ve simgeleşmiş bir yapıya başka bir işlev vermeye çalışmak; üstelik, kültür ve sanat ile hiç bağı olmayan bir işlev. Acı olan, işin farkında olmamak ya da umursamamak. Çünkü bu yanlışlık, kültür evi ya da merkezi önerisini getiren ve kurumun on altı yıl boyunca 'kültür ve sanat danışmanlığı'nı yürütmüş biri olan beni de sorumluluk altında tutuyor.
Eğer ticaret yapan bir firma, adını kamuoyunda duyurmak ve prestij kazanmak için, kendini sanata yaslayıp bir mekân yaratmış ve sonra da zarar edip o mekâna bakkaliye ya da yeni tanımı ile süpermarket açsaydı, söylenecek söz olmayabilirdi! ''Günümüz nasıl olsa böylesine olaylara alışık'' der geçerdik. Oysa kimliği ile büyük bir kurumun ve 'Sanatın ve sanatçının yanında' sloganı olan bir kurumun, böylesine yaklaşıma gereksinimi hiç yok sanırım.
'Akbank kültür ve sanat merkezi'nin konumu, yapımı, işlevi için ilk ayrıntılı öneri, kurumun danışmanlığını yükümlendiğim tarihten bir yıl sonra, yani Kasım 1988'de sunuldu. İleriye dönük iki yıllık program yapıldı. Zaten, kültür ve sanatın içinden gelen ve o dönemde genel müdür olan Hamit Belli Bey'in öncülüğü ile konu tartışılarak oluşturulmuştu.
Üstelik kurum, koleksiyonu, yayınları, galerileri ile önemli bir yapıya sahipti. Yönetim kurulunu oluşturan Naim Talu, Sakıp Sabancı, Erol Sabancı, Hamit Belli ve kurum yetkilileri ile uzun ve sıcak görüşmeler sonrası onay alındı. Tasarımı Metin Deniz ve mimarlık bürosundan mimar Can Çakmakçıoğlu'na verildi. Anıtlar Kurulu projeyi onayladı. Kültür Sanat Merkezi'nin tanıtım kokteyli Vitali Hakko'nun önerisiyle Vakko'da yapıldı. Ve o günün basınından notlar: 'Akbank'ın Beyoğlu'na armağanı' / Sabah, 'Aksanat heyecanı' / Hürriyet, 'Sabancı'nın gururu: İstanbul kentine kalıcı bir armağan vermek istedik. Benim iki kolum vardır. Birisi sanayici, ikincisi ise kültürel kolum.' / Sabah.
'Kültürsüz paranın değeri yok.' / Barometre. ''Bundan 70-80 yıl önce mondenliğin nabzının attığı Beyoğlu'nda kimin aklına gelirdi ki, Adana'dan 'Ağam' diye konuşan bir pamuk işçisinin oğulları İstanbul'a gelecekler ve Beyoğlu'na Paris'in, Londra'nın havalarını estirecek bir mimari katkı sağlayacaklar!'' / Güneri Civaoğlu. O denli çok belge var ki... Sakıp Sabancı, her hafta birkaç kez arıyordu. ''Bir sözüm vardı; kültür evine harcanan para, ilk yılında yazılı ve sözlü basındaki haberlerle geri dönecek.'' Her haber ve yorum belgelendirildi. Garip ama reklam gideri üzerinden çarpılıp bölündü. Sakıp Sabancı'ya götürüldüğünde, ''Ağam, bunu sen önce üçle çarp. Bu gizli reklam. Biz tam sayfa ilan versek okumaz kimse. Sonra on ile çarp. Çünkü dedikodu en büyük reklam. Sağ ol.''
Aksanat adı, sanatın her dalındaki etkinliklerle, bize göre o küçük mekânda çoğaldı ve öncü oldu. Kadriye Kulin yönetici olarak atandı. İlk aylarda (haftanın iki günü tatil) dört bin, dört bin beş yüz olan izleyici, ileriki yıllarda on iki bin, on üç bine ulaştı. Bu ilgi nedeniyle Sakıp Sabancı'nın önerisi ile Zambak Sokak'taki yan giriş kapısı ana caddeye de açıldı.
Kuraldır: Ağaç çiçeğe durduğunda dalı budanmaz.
Kuraldır: Zarar eden şirket kapatılır. Ama Aksanat, hiç zarar etmedi. Getirdiği imaj küçümsenmez sanırım.
Yakından tanığım, dostluklar kurduğum kurum yöneticilerinin hiçbirinin böylesine bir olguya evet diyeceğini sanmıyorum. Kültür ve sanattan da sorumlu genel müdür yardımcısı Hayri Çulhacı, sanırım bu konuda basına bir açıklama yapar. Çünkü, hiçbirimizin hakkı yok; toplumda katmanlar oluşturan kültür ve sanatı yaralamaya. Efes'te, kendi adını verip, ölümünden sonra da elyazmalarının bakımı için para ayıran Celsus Kitaplığı'nı çerçi olarak düşünmeye kimsenin hakkı yok.
Şakir Eczacıbaşı'nın Oscar Wilde kitabından bir alıntı: '' Sanayisiz bir yaşam verimsizdir; ama sanatsız bir sanayi barbarlıktır.''
|