zmir’i "kültür-sanat ve tasarım metropolü" yapma hedefiyle İzmir
Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen Kültür Çalıştayı, 24 Ekim’de gerçekleşti.
Kentin kültür-sanat alanında dünyanın sayılı kentlerinden biri olması için 10
ana başlıkta yoğunlaşılması önerildi. Bu başlıklar arasında dikkat çekenlerden
biri, Fransa’da bulunan Louvre Müzesi’ndeki "İzmir’den Smyrna’ya" sergisinde yer
alan eserlerin iadesi konusunda tüm katılımcıların imzalayacağı bir mektup
kaleme alınmasıydı.
Çoğunluğu kent dışından gelen 106 kültür-sanat adamının
katıldığı çalıştay, geçen hafta çok konuşuldu. Eleştirenler de oldu, olumlu
bulanlar da...
İzmir’i kültür - sanatın başkenti yapma hedefindeki önemli
adımlardan biri gösterilen buluşmanın ardından, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEU)
Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) Dekanı Prof. Dr. Semih Çelenk ile konuştuk. Mavi
Sanat Çocuk Tiyatrosu’nun sahnelediği, Zerrin Akdeniz’in "Bir Yıldız Seç
Kendine" oyunun Atatürk Kültür Merkezi’ndeki temsilinden sonra
gerçekleştirdiğimiz sohbette, Çelenk, geçen hafta çok konuşulan çalıştayın satır
aralarında kalanları anlattı.
Kentin en önemli sanat eğitim
kurumunun başındaki biri olarak, kenti nasıl görüyorsunuz?
İzmir’in ruh halini belirleyen birkaç
tane şey var. En önemlilerinden biri de bir panayır olması. İzmir’in; Ege,
Türkiye ve dünya arasında bir panayır olması... Bu özelliği kentin içinde bir
şey üretilmesini engellemiş şimdiye kadar. Bütün kent fuar alanı gibi. Ürünler
hep vitrinlik. Bu kentin ya da bölgenin ürünleri hiç bir zaman olmuyor. Kentin
kendi üretimini çok değerli görmemesi gibi bir alışkanlık da var. Ama kendinden
yetişip, başka kente giden bir insan, bir şey getirdi mi onu değerli buluyor. Bu
yine kasabalılık kültürü olarak kendini gösteriyor.
Bu anlayışın egemen olduğu bir kentin 'Kültür sanatın başkenti
olmak' gibi bir stratejisi olabilir mi? İzmir için bir strateji
geliştirilecekse, bu devrim niteliğinde bir strateji olacaksa, kültürel anlamda
bu kentin ürettiği ürünlerin değerli olduğunu göstermek gerekiyor. Eğer kentli
buna inanmazsa, buradaki yerel yöneticiler inanmazlarsa, kimse inanmaz.
Öncelikle bunu yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki dünyanın her yerinde
üretilen kültür sanat ürünlerini görmeliyiz. Onları yaşamalıyız, paylaşmalıyız.
Ancak şöyle bir şey de var ki; bütün bunlar, kent kültürünün gelişmesine katkıda
bulunmalı. Yoksa biz bir fuar değiliz. Fuar karakteristiğini kültürel anlamda
göstermemeliyiz. Çünkü panayır kalıcı bir şey oluşturmaz. Burada bir kasaba ve
panayır kültürünü hala çok hakim görüyorum.
Kültür çalıştayı yapıldı. Siz de
vardınız çalıştaya katılanlar arasında. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
İyi niyeti görmek lazım ama iyi
niyet, yanlış stratejide olursa kötü bir şeydir. İyi niyetli de olsa kötü
stratejilere yol açar. Bu noktadan başlarsak eğer... Kültür Çalıştayı yapıldı ve
bana kalırsa eskilerin deyimiyle ‘Aynı yanlışla malul’ oldu. Yani aynı yanlışla
yaralı bir çalıştaydı.
Yanlışı neydi? Çağırılan insanlara kentin şimdiye kadarki
görünümü hiçbir biçimde sunulmadı. Oraya gelen bir insan, bu güne kadar hiç
özgün bir şey yapılmadığını düşünebilir. İzmir, hiçbir biçimde sunulmadı. Gelen
insanlar 4 milyonluk bir metropole değil de, bir taşra kentine gelmiş gibi
önerilerde bulunmaya çalıştılar. Oysa ki, bu önerilerin çoğu zaten bu kentteki
kültür insanlarının yılardır yaptığı, söylediği şeyler. Hamlet’te bir laf
vardır. Hamlet; "Bir hayalet geldi. Babamın bir kral tarafından öldürüldüğünü
söyledi" Horatyo da der ki "Bunun için hayaletin gelmesine gerek yoktu." Atölye
çalışmalarında da anlattım. Fatih Sultan Mehmet’e bütün sanatçılar eserlerini
sunuyorlar. Divan şairi Mesihi de sıra bekliyor. O da eserlerini sunacak. Fakat
sıra bir türlü ona gelmiyor. İtalyanlar, Fransızlar... Sonunda bırakıyor
methiyesini. Saray görevlilerine de diyor ki "Ben gidiyorum. Padişah
Hazretleri’ne bunu verin. Bir de ikilik bırakıyor üzerine. Şöyle yazıyor:
'Mesihi, gökten insen de sana yer yok. Yürü var gel ya Arap’tan ya Acem’den'
Böyle bir konumlanma içerisinde, böyle bir çalıştayın yapılmış olması bana
üzüntü verdi.
Peki çalıştaya katılanlar kimler olmalıydı? Bilimde bir
kural vardır. Bilgiyi o problemle, o problematikle en çok karşı karşıya gelen
kişi üretir. 50 tane kültür insanını çağırabilirsiniz ama sizin sahip olduğunuz
problematik üzerine eğer bu insanlar hayatlarında ilk kez düşünüyorlarsa o anda
hiçbir şey üretemezler. Ben olsaydım bu problematik üzerine sürekli
düşünen insanları bir araya getirirdim. İlçe belediyelerinin kültür müdürlerini
çağırırdım. Bu kentte yaşayan sanatçıları, sanat üretmeye çalışanları
çağırırdım. Bir çorba gibi oldu. Dışarıdan gelenlerin biraz aşağıladıkları, hor
gördükleri, gizli ya da açık bir tavır hissedildi. Bir de büyük bir tezat
olduğunu düşünüyorum. Kültür Çalıştay’ını yapmak ve burada söylem düzeyinde
büyük şeyler söylemenin yanında, aynı şeyin eylemde geçerli olmadığını
düşünüyorum. Yerel yönetimin amacı kentte var olan
potansiyeli bir araya getirmek ve bunu kentli için kent kültürü için yararlı
biçimde kullanmaktır. Yerel yönetimin görevi küsmek, darılmak, eleştirenlerle
bir daha iş yapmamak değildir. Biz eleştiririz. Yurttaşız, kentliyiz. Her şey
bizim vergilerimizle oluyor. En azından bunun için eleştirebiliriz. Neyin nereye
harcanacağını bilmek isteriz. Bilmeliyiz. Ama bazı bilinenleri de söylemek için
bu kadar para harcanmaz.
Bu kadar derken? Çalıştay için çok büyük para harcandı. Bu
kadar insana, bildik şeyleri söyletmek için, bu kadar para harcanmaz. Kent, kent
belleğini yitirmemeli. Eski yapılanları görmeli. Türkçe Günleri’nin,
Uluslararası Şiir Günleri’nin, Tiyatro Günleri’nin, Sinema Festivali’nin, Öykü
Günleri’nin değerini vermezse bu kent.... Ki bunların çoğu sadece bu kente özgü,
pırıl pırıl parlayan etkinlikler. Bunların değerini bilmez, bunların
promosyonunu yapmazsan, sonra gidip başka birilerine "Biz burada tanınmak için
ne yapalım?" gibi bir şey çıkar ortaya. "Kültür ve kent kültürü" dediğimizde
neyi kast ediyoruz? "Akdeniz’in kültür başkenti olacağız" dediğimizde, neyi kast
ediyoruz? Bunları tanıtım faaliyeti olarak mı söylüyoruz? Yoksa bir kentin
kültürel ortamını değiştirmek anlamında mı söylüyoruz? Ya da bir pazar yaratmak,
kültür pazarı, kültür endüstrisi yaratmak için mi söylüyoruz? Yoksa bir kentin
kültürüyle uğraşmak anlamında mı söylüyoruz?
Çalıştaydan elde edilen sonuca göre nasıl bir durum çıkıyor o
zaman? İkisi birbirine girdi. İstanbul’dan gelenler buranın kültürel
endüstrisi kısmıyla ilgili. "İstanbul bir tıkanma yaşıyor, bu tıkanmada İzmir
iyi bir pazar olabilir mi?" düşünülüyor. Tabii ki eğer bir kentin kültürünü
arttırırsanız, oradaki sanat üretimini arttırırsanız, kültür endüstrisi de
yerleşir. Ama siz önce kültür endüstrisini yerleştirip, sonra diğerini yapmaya
kalkarsanız, olmaz! Yine orası bir pazar-panayır olur. İzmir’in önündeki en
büyük soru şudur: Kent, kültür panayırı olmaya devam edecek mi? 300 senedir
olduğu gibi... Yoksa bu kent altyapısını, geleneğini, kültürel birikimini yeni
dönüşümler için kullanabilecek mi? Kentliyi de bu işin içene katabilecek mi?
Kimse kusura bakmasın ama bani herhangi bir uluslararası etkinliğin İzmir’deki
salonlardan birine gelmesinden çok, Yamanlar’daki açılan kültür merkezi, spor
merkezi daha çok ilgilendiriyor. Orada insanların görmediği bir şey var.
Güzeltepe’de, Yamanlar’da muazzam bir varoş hareketi var, kültürel anlamda. Kent
oralardan değişir, oralardan değişmeye başlayacak. Biraz zahmetli bir uğraş,
kentte kültür yaratmak ve kültürü yaymak. Bu, zahmetli ve çok vitrini olmayan
bir iştir açıkçası. Burada bir seçim yapmak gerekiyor. Ya uzun vadeli kenti
kökten değiştirecek şeyler, ya da sadece vitrine ilişkin şeyler...
Çabuk gelişmiş ve aceleyle yapılmış
eleştiriler de yapıldı... Çalıştaya katılacaklara bir gün öncesinde
apar topar bir referans metin yollandı. Bir hafta, 10 gün önce yollanır.
İnsanlar ona göre onun üzerinde çalışır. Bu vizyonun kim tarafından yapıldığını
bilmiyoruz. Ama gelen metinde şöyle bir ifade vardı: "İzmir yeni bir kültür
atılımına hazırlanıyor" Ne? Neden? Neden 5 senedir hazırlanmıyor da şimdi
hazırlanıyor? Altı, üstü, kenarı olmayan eylemle hiçbir inandırıcılığı
barındırmayan bir seferberlik. Aslında bizim biraz etkimiz olduğunu düşünüyorum
bunda. Bundan üç ay önce 17 tane sanat kurumunu toplayıp, İzmir’de kasabalı
kültürünün yıpratıcı, yorucu olduğu yönünde bir toplantı yapmıştık. Kenti
yönetenlerin bununla ilgilenmesi gerektiğini, toparlaması gerektiğini
söylemiştik. Hemen toparlandılar ve böyle bir şey yaptılar. Ama hiç hakkımızı da
teslim etmediler sağ olsunlar. Hatta konuyla hiç ilgimiz yokmuş gibi davrandılar
bize. Şöyle bir şey olabilir mi? Kentte tiyatroyu tartışacağız,
İstanbul’dan iki kişi, İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan bir kişi var. Bu manidar
değil mi? Hatta ve hatta sonra öyle şeyler duyduk ki ilk planlanan listede
bizler de yokmuşuz. Sonra birileri uyarmış da eklemişler.
Çalıştaydan çıkan
sonuçlara katılmadığınız tarafları iletecek misiniz? Düşünüyoruz. Bu kent
kendi değerlerine, kendi kurumlarına sahip çıkmadan hiçbir şey yapamaz. Her
kurumun, her kentin değeri kendinedir. Bir de burada önemli bir eksiklik daha
var. Yerel yönetimde kültürel anlamda, kent kültürü anlamında, kültürel sanatsal
etkinlikler anlamında tartışmasız olabilecek bir otorite yok. Bilgisine,
deneyimine, estetik beğenisine güvenebileceğimiz bir otorite yok. Burası eğer
yönlendirici bir kurumsa, bir kentin hayatını yönlendiriyorsa, kurum bir
politika belirliyorsa, bir uzman belirliyorsa, bunu belirleyen insanların
tartışma üstü insanlar olması lazım. Yani inisiyatif sahibi insanlar
tartışılmaya başlarsa, orada geleceğe yönelik köklü bir kültür politikasından
bahsedilemez. Derinlemesine bir kent kültürü yaratmak için; sanatsal üretimi,
kültürel üretimi, kültürel mekanları ve kültürel alanları arttırmanız gerekiyor.
İkincisi ise sanat alıcısını yetiştirmeniz gerekiyor. Bu ikisi yapıldıktan
sonra, kültür endüstrisi zaten bunun bir uzantısı olarak gelir. Ama siz önce
kültür endüstrisine giderseniz yine bir pazar, panayır olmaya devam
edersiniz.
Sadece sanatçı yetiştirmiyor kent
kültürüne de katkı koymaya çalışıyorsunuz. Biraz da fakülteyle yaptıklarınızı
anlatabilir misiniz? Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki
birikimi, öğrencilerin yaratıcılıklarını, oradaki potansiyeli kentle
buluşturmaya çalışıyoruz. Bin 500 öğrencinin ve 200 hocanın potansiyelini...
Bunun için de hep kent içinde işe yarayacak, kentte sanat kültürünü, kent
kültürünü yerleştirecek, kentliyi özellikle yeni kentliyi sanatla buluşturacak
faaliyetler üzerine düşüyoruz. Bir yandan da bölge için önemli işler yapmaya
çalışıyoruz. Yunan yönetmen Theo Angelapulos’a fahri doktora vereceğiz. Bu yıl
geleneksel sanat sempozyumu, Angelopoulos Çalıştayı, tekstil sempozyumu
yapıyoruz. Yaklaşık 40 -45 sergi yapıyoruz okulda. Kukla Günleri de fakülte
olarak ortağı olduğumuz bir etkinlik. Yılda 6-7 oyun yapıyoruz. Ama tabi bunları
daha planlı programlı, kent kültürüne katkısı olacak biçimde kullanmak isteriz.
Birazcık seyirci gelişecek, seyirci iyi iş talep edecek, biraz daha iyi işler
olacak. Hiçbir şey aynı yerde kalmıyor. Sürekli üretmek, seyirci yetiştirmek
zorundasın. Kültürü ayakta tutmak istiyorsan, hep o birikimi, deneyimi aktarmak
zorundasın. Çocuğuna öğretmelisin, o çocuğuna öğretmeli, torununa öğretmeli.
Kent kültürü, o kentte yaşamak, oranın her şeyini sahiplenmektir.
|