NEREDEYSE her gün şehitler verilen aziz ülkede halk
meydanlarda?parklarda?gazino ve meyhanelerde gürültülü, coşkulu eğlencelerini
sürdürmekte...
Emekli Başbakan danışmanının mektubu
Bir yanda İstanbul sahillerinden geçim sıkıntısı içindekilere nanik
yapılırcasına maganda düğünlerinde havalara fırlatılan banal ve vahşi havai
fişeklerin gürültüleri, öte yanda güney-güneydoğu sınırlarımızda patlayan hain
mayınların seslerinde şehit düşen evlatlar, sönen ocaklardan lavlar gibi
fışkıran feryatlar, gözyaşları... Olur mu Yüce Tanrım sen söyle... Ülkenin öz
evlatları ?milleti, devleti, ordusuyla nasıl bu aldırmazlıkları sindirebiliyor
içlerine.
Anlayamıyorum.
Bugün 80’ine yaklaşan yaşamımın başlarında ülke ve kentlerimiz ahlak, saygı
ve sevgi dolu mekanlar ve meydanlarında dostlukların yaşandığı o yıllar
1932-1952 arası sadece 20 yıl sürebildi.. Hey-hat!
İşte o yıllar aramızdan ayrılan kutsal varlıkların ardından sadece ağıtlar
yakılmaz, tüm yurtda devletçe matem günleri ilan olunur, radyo günlük musiki ve
türkülerin yerini klasik müziğe bırakırdı.
Yaylı tamburda İzzettin Ökte, ağabeyi neyzen Burhanettin, kemençede
Menemencizade Recai Beyler ve niceleri...
O yıllar ülke arabeske, sözde caz ezgilerine yenik düşmemişti...
Ata ve Hasan Âli’lerin eğitim ve kültürel ortamında yerine göre günlerce ve
saatlerce huşu dolu yayınlar yapılır, bayraklar iner ve acılar yurt sathında
yüreklere basılırdı...
Acılar devlet ana denilen kucaklarda sürerdi.
Radyolar da saat 24.00’te İstiklal Marşı ile son bulurdu. Ne de çabuk
unutuldu bu saygınlıklar değil mi?
Bir de bugünkü durumlara bakınız!... Aldırış eden mi var?
Devlet ağlıyor ama nereye?neye ve ne anlamda hıçkırılıyor!
Her zaman düşündüğüm ve söylediğim gibi hiç kuşkusuz ülkede; toplumsal bir
hafıza kaybı yaşanıyor...
Hem de her konuda.
Acaba zeka seviyemizde de mi düşmeler var diye düşünmekteyim.
İnsana, ulu kişiler, düşünürler, yazarlar, bilim ve gerçek sanat erbabına da
artık saygı kayboldu.
Bunları 60 yıllık bir mimar ve eski bir hoca olarak söylüyorum; çevremiz ve
Ata sanatı mimarlığımız da işte bu olumsuzluklardan nasibini almakta...
Çevre toplumun aynasıdır öyle değil mi? Görülmüyor mu?
Güzelim insan sesli ezanlar da kayboldu.
Yerlerini canhıraş hoparlörler aldı, hem de anlaşılmaz dilde 200 metrede
vahşice vuvuzela sesleri gibi insanlar hastalarıyla, bebeleriyle rahatsız
edilmekte, minare ve şerefeler de önemini, saygınlığını yitirmiş,
anlamsız?ruhsuz direklere dönüşmüş durumda...
Bir soru;
Acaba şerefeye çıkılmadan aşağıdan bastırılan bantlardan koyuverilen ezanlar
(makamlarıyla detone) Yüce Allah’a bir isyan mıdır?
Bunu 2005 yılında Diyanet’te düzenlenen bir panelde de bizzat Sn. Başkan ve
yardımcı hocalarına da sormuştum.
Ama cevap hâlâ yok!
Konferans ve yayınlarım da ortada...
Komşu Müslüman ülkelerde (Mısır?Suriye) hoparlör yasağı getirilirken bizde en
ufak bir tedbir ve duyarlılık görülmüyor...
Hey-hat!
Bari hiç değilse anılarda kalan kutsal şerefelere çıkılarak şehitlerimize
selalar verilebilse!...
Ama aldırış edilmeyecektir eminim.
Hey-hat!
Veli Behruz ÇİNİCİ Em. Başbakan Baş Danışmanı 1993-98
arası Büyükelçi - Mimar
|