oğrafya kitaplarında, kahve ağaçları görülebilir.
Kahve tohumları, tarih kitaplarının kenarlarını kahverengine boyamıştır.
Kahve, bir renge adını vermiştir, dahası var mı?
İçkiler, uygarlık tarihinin inceliklerinden biri olsa gerek. “Ah kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya” mıdır?
O zaman durmak gerekir. Kahvenin kokusunu aldığımız yerde, daha uzun oturmak…
Kahvenin serüveni, “tam romanlık”tır. Hem de kahvenin tüm tarihini beş yüz “yılcık” bir zamana sıkıştırdığı düşünülürse.
Bira, insanlık tarihinde ilk gıda maddelerinden biri. 12 bin yıldır içiliyor. Şarap, Roma uygarlığında, uygarlığın simgesi; rom denizcilerin hem ilacı hem yegâne keyfi, viski Amerikan bağımsızlık savaşının tam göbeğine kurulmuş, çay İngiltere ile Çin arasında savaşları tetiklemiş, Coca Cola cephane ile birlikte ABD askerlerine gönderilecek kadar bir kültürle bütünleşmiştir. (1)
Kültürel tarihe bu kadar içkin olmanın yanı sıra, bir başka ilginç nokta, içkinin kendi dışında bir yaşamsal bağlam yakalaması, gündelik hayattan tarihe kadar çeşitli düzlemlerde sürekli rol almasıdır. Dahası, coğrafi çerçevede tartışılagelen içki kültürü, içkinin kimyasal yapısına sıkı sıkıya da bağlıdır.
İçki, nasıl içildiğinden, nerede içildiğine, kimlerin içtiğine kadar birçok kendine dışsalmış gibi görünen soruyu, bıraktığı fizyolojik etki ve kendi kimyevi özellikleri üzerinden cevaplar.
Denebilir ki, kahvehane; bir yanıyla yaklaşık beş yüz yıldır bu toprakların kimi toplumsal gereksinimlerini karşılar ve yenilerini yaratırken, kahvenin bir bitki ve içecek olarak taşıdığı nitelikler ile de sıkı sıkıya ilişkilidir.
Kahve 15. yüzyılda yaygınlaşır. Ortaya çıkışı ile ilgili türlü efsane varsa da kesin bir şey söylemek zordur. Mekke’de açılmaya başlanan kahveler kısa süre sonra İstanbul’a sıçrar. İstanbul’da ilk kahvehane 1555 yılında açılır. Tahtakale’de “kahvefüruşluk”a başlandıktan kısa süre sonra, kahvehane kısa sürede benimsenmiş ve hızla çoğalmıştır. “Keyfine düşkün nice ‘yaranı safa’ özellikle ‘okuryazar’ makulesinden” (2) pek çok kişi, kahvehanelerin müdavimi olur.
Kahvehane İnterneti
Kahvehaneler, toplumsal yaşantının en canlı olduğu yerler olmaya başlarlar. Kahvehane, yalnızca kahve içilen bir yer değildir. Kuşkusuz, birçok farklı etkinlik arasındaki tutkalı kahve oluşturur. Ancak kamusallaşmış ve alabildiğine canlı bu mekânın, toplumsal yaşantı tarafından katmanlaştırılması kaçınılmaz görünür. Dahası, bu çok katmanlılaşma, farklı sosyal ilişkilerin yan yana yığılmasına ve yeni görünümlerin ortaya çıkmasına yol açar. Kahvehane mekânı bir düğüm noktasıdır.
16. veya 17. yüzyıla ait bir minyatüre bakılacak olursa kahvehanedeki sosyal yaşam üzerine bir fikir edinilebilir.
Toplam 49 erkek bulunuyor kahvenin içinde. Her erkeğin farklı toplumsal tabakalara ve mesleklere sahip olduğu görülebiliyor. Minyatürün üst ortasında okuma bilen bir adam, diğerlerine kitap okuyor. Uzun sarıklı kâtip, kahvehaneyi kamuya açık yazıhane olarak kullanıyor. Tavla oynayanlar, keyifle vakit geçirme derdindeler. Kahvenin tedavi edici niteliklerine bir gönderme olsa gerek, hasta bir adam kahve içiyor. Elinde ahşap zillerle oynayan bir köçek, misafirleri eğlendiriyor.
Kahvehanenin bu çok katmanlı işlevsel yapısı, kahvehanenin, bir benzetme ile belirtirsek “sahne” olarak okunmasını mümkün kılıyor. Kahvehanede, birinden diğerine değişen “dekor”lar söz konusudur. Dekor değişir sürekli. Sabit kalan ise, “sahne”de iç içe geçen işlev dokusudur. Zaten, “saraya yakıştırılamayan” kahve, çoğunlukla mimari bir eser statüsünde inşa edilmiyor. Edildiğinde bile, mimari programı belirleyen bir kahvehane tipolojisinden de söz edilemez. Kahvehane, bir kahve ocağını sarmalayan bir boşluk olarak düşünülebilir. Kahvehane, fiziksel sınırlar ile genelleştirilemeyecek, yere ve gelen kitlesine göre farklılaşan esnekliğe sahiptir. Bu anlamda, toplumsal yaşamda oturduğu ağırlık noktası, sosyal ilişkiler ağının düğümü işlevini görür. Ağın her kanalından beslenir.
İnternet, modern bir kahvehane olarak düşünülebilir. Kahvehanenin, bir bilgi kaynağı olarak işlev görmesi, eğlenmek ve çeşitli işleri görmek dışında, bir gazetenin akşam baskısı gibi son haberin alındığı bir yer olması da bu benzetmeyi mümkün kılar.
Kahve Kokusu
Kahvehaneler, İran, Arap veya Osmanlı mimarisinde kayda değer yenilikler yaratmaz. Pek çok ortak dekoratif veya mimari özelliği zaten süregelmektedir.
“Köşk ve çadır gibi temel mimari unsurlar ve çepeçevre peykeler ya da sedirler gibi tipik iç donanımlar, geleneksel yapı ve dekorasyon biçimlerine denk düşer.” (3)
Şatafatlı, çini süslemeli kahvehanelerden bahsedilebileceği gibi, büyük çoğunluk, kendi yaşam mekânını dekore eder gibi dekore edilmiş kahvehanelerden oluşur. Ocak, tüm kahvehaneler arasındaki tek mekânsal ortak noktadır.
Kahvehane, “ocak”a eklemlenir. Görsel olarak, “ocak”, kahvehaneyi genel hatları ile ferah ve aydınlatılmış bir yer haline getirir. Yani kahve pişirilmesi, sonrasında içilmesi ve kahvenin zihni uyarıcı yönü, meyhanenin zihni bulanıklaştırıcı, uyuşukluk verici atmosferinin tersine aydınlık mekânlar doğurur genelde. Kahvehane, “şarapsız meyhane”dir ama bu takma ad mekânsal benzerliklerden çok kullanım yoğunluğu ile ilgilidir.
İnsanın içine döndüğü ve kendi ile baş başa kaldığı bir ortam yerine, genellikle kentsel hayatın canlılığına dokunabilecek bir yerlerde, tercihen de güzel manzaralı yerlerin seçilmesi doğal görünür.
Yine de, sıcak havada bir köprü altında dinlenen ve aralarında sohbet eden adamların göründüğü yağlıboya resmi, aydınlık genellemesini hemen yanlışlar.
Sokakta kahve satan seyyar ise kahvehanenin, bir mekâna sabitlenmek zorunda olup olmadığı konusunda kuşkular uyandırır.
Seyyar satıcının, yaptığı kahve servisi de bir anda, kahve kokusu dağılana kadar sosyal bir yoğunluk yaratır. Dahası, kahvehanelerin dikkati çekecek ölçüde yalnızca erkeklerin kullanımına açık olması, kadınların kendi kahvehanesini oluşturmasına engel değildir.
Evde yapılan kahveli toplantılar, kesinlikle bir kahvehane işlevi görmektedir. Bu “yeraltı” kahvehane modelleri, bir kahvehane tanımı yapıp, diğerlerini istisna olarak tanımlamaya elvermeyecek kadar, kahvehane kurgusuna içkindirler.
Kahvehane mekânını tanımlamak için görsel terminoloji yeterli görünmemektedir.
Kahve mekânı, kahve kokusunca tanımlanır. Çok çeşitliliği; plan organizasyonu, süsleme tarzı gibi mimari özellikler ise genellenemez.
Kahve kokusu, mekânın sınırlarını koyar. Mekânın her noktasına yayılır. Kahvehanenin çok katmanlılığını kesen belki de tek öğedir. Kahvehanenin kahve içme faaliyetini sarmalayan sosyal canlılığı, kahve kokusu kapsamında gerçekleşir. Kahvehane mekânı, görsel veya fiziksel engelden çok, koku alma duyumu ile ilgili bir sınır ile tanımlanır.
Peni Üniversiteleri
Kahvehane mekânı, kahve kokusu ile tanımlanabilirken, kahvehanede toplumsallığın temel belirleyeni ise işitme duyusudur.
Sohbet, kahvehanenin en önemli işlevidir. Dendiği gibi “gönül ahbap ister/ kahve bahane”dir.
Gerçekten de kahvehaneler, her tür haberin yayıldığı, dedikodunun yapıldığı, siyaset tartışılan bir mekân olagelmiştir.
Öykü anlatıcıları, meddahlar, halk ozanları ve Karagöz oynatıcılarının, “doğal sahne”sidir kahvehane. Efsane anlatıcısı Arap hakavati’lerden, mizah ustası meddaha kahvehanenin “konuk”u çoktur ve kahvehaneyi kendilerini dinleyenlerle tıka basa doldururlar. Güncel olayların gündem edilmesi kadar toplumun kolektif belleğini oluşturan bilginin aktarımı da yine kahvehanede gerçekleşir. Kahvehanelerden önce meyhane, han veya hamamda gerçekleşen bu etkinlikler, kahvehanenin oluşturduğu doğal iletişim ağına eklemlenerek bu düğümü daha da güçlendirir.
Kahve kokusu, bu düğümün canlı tutulmasını sağlar.
Sadri Ertem’in 1940’larda yazdığı gözlemleri, kahvehanenin toplumsal bir çekim merkezi olduğuna işaret etmektedir. “Anadolu köyünün gerçek tapınağı kahvedir. Kahveci tapınağın teşrifatçısı, kahve, er meydanıdır. Mahsullerin gidişi kahvede konuşulur. Kız kaçırma haberi kahveye gelir. Filanın vurulduğu kahvede duyulur. Vergi memuru kahveyi ziyaret eder. Tefeci kahvede işini uydurur. Muhtar kahvededir. (…) Kahveci çokluk hem berber hem şairdir. Lafın kısası kahve köyün stratejik merkezi. Divan Edebiyatı-Halk Edebiyatı Savaşında kahve halk sanatının saraya karşı kalesi olmuştur. Tanzimat’tan beri âşık tarzı kahvede dinlenirdi.” (4)
Avrupa’da aydınlanma çağını simgeler durumda olan kahvehaneler için “peni üniversiteleri” deyimi kullanılagelmiştir. Bir kahve fiyatına, öğrenilebilecek şeylerin haddi hesabı olmaması ile ilgilidir bu durum. Gerçekten de, aydınlanma çağı başlığında toplanabilecek dönüşümlerin çoğunda kahve kokusu önemli bir yer tutmuştur. Sait Faik’in kahveler üzerine yazdıkları da kahvehanelerin, halkın “doğal eğitim” sürecinin nasıl işlediğini, kahve eşliğinde sohbetin toplumsal hayatta ne kadar kilit bir noktaya oturduğunu ifade eder:
“ Soğuk temiz, beyaz mermerli, ince belli çay bardaklı, mavi, sarı, turuncu fincanlı, köylü, zayıf garsonlu, sarı yüzlü ocakçılı İstanbul kıraathaneleri! İstanbul’u, İstanbul halkını, derdini, beğenisini, bilgisini, becerikliliğini sinemalardan, yılışık, ciddi tiyatrolardan, dahası evlerden daha çok siz temsil ediyorsunuz. Siz birer tembel yatağı değil, birer bağımsız üniversitesiniz. Üniversiteden daha bağımsızsınız.” (5)
Öte yandan, kahvehane, divan şiiri geleneğinde şarabın yerini sallayamamıştır bile. Ama tam tersine, halk şiiri içinde çok sağlam bir yeri vardır. Mehmet Akif, “Mahalle kahvesi şarkın harim-i katilidir/Tamam o eski batakhaneler mukabilidir.” diye yazdıktan sonra Berlin’de “Bu kahve… Öyle mi? Lakin hakikaten hayret! Feza içinde feza… Bir harim-i nuranur” diye bahseder kahveden. Doğu’dan gitmiş olan kahvenin, Batı’da aldığı form Mehmet Akif’e çok çekici gelse de, halkın geniş kesimleri ile özdeşleşmiş kahvehanelere sıcak bakamaz. Zira kahveler, devlet erkânının ve iktidara yakın duran bir toplamın uğradığı bir yer olmamış gibi görünür ilk bakışta.
“Ayak takımının” ise neredeyse hiç çıkmadığı kahveler, 19. yüzyıl ile birlikte, meddah ve âşıklar dışında modern edebiyatçıların da dışarı adımını atmadığı mekânlar olagelmiştir. Birçok kahvenin edebiyat tarihinde özel yeri olduğu aşikârdır. Sanatçılar için de, hem kendi aralarında bir buluşma noktası olurken hem de toplumun diğer kesimleri ile temas edilebilen, ayrıca gerektiğinde bir köşede rahatça yazılabilen bir yerdir. Necatigil, kahvelerin bu çok katmanlı ve canlı yapısını övmekten ziyade, kahve ile ifade edilebilen incelikli bir hüznü konu edinir. “Pencerenin önü söğüt/ Ay doğma vakti/ Gelgitinde kahvenin/ Bir titrek yankı”.
Kahvehanenin, yan yana getirici ve zihin açıcı yanı, iktidar ile kahvehaneyi hiçbir zaman birleştirmemiştir. Dinsel otoriteler ile siyasal iktidar, 16. yüzyılda Mekke’de başlamak üzere, 18. yüzyıl Osmanlı’sından 19. yüzyıl Fransa’sına, 20. yüzyılda Almanya’dan, St. Domingo’ya kadar pek çok yerde kahvehaneler dönem dönem kapatılmıştır. Aylaklık vesilesi ve siyasal dinamikleri tetikleme potansiyeli olması, kahvehaneyi iktidarla karşı karşıya getirir pek çok kere. Kuşkusuz, toplumun üst sınıfları için bu muameleden muaf kahvehaneler bulunurken, kahvehaneyi kendi siyasal hattını ifade etmek için kullanan iktidarların sayısı da hiç az değildir. Bu anlamda kahvehaneye, ne Ortadoğu’da ne de başka bir yerde, kendiliğinden bir muhalif kimlik yüklemek mümkün gözükmez. Ancak kahvehanede, dozun arttığından, halkın siyasetle ilişkisinin birçok başka kentsel alana nazaran daha sıkı kurulduğundan bahsedilebilir.
Kahveyi Batı’ya tanıtan Osmanlılar olmuştu. Sonrasında, kahve ihracatı önemli güç dengelerini belirler olmuştur. Mısır ve Yemen’de yetişen kahvenin Batı’ya satılması bir kar ve güç öğesi olabilirken, epey zahmete katlandıktan sonra, Güney Amerika ve Güney Asya’da kahve plantasyonları kuran Avrupalılar, bu kez Osmanlıya kahve ihraç etmeye başlamışlardır.
Modernleşme sürecinde, kahvehane, daha çok restorana yakın ama aynı rahatlığı, aleniliği ve canlılığı yakalayamayan “cafe”lerle karşı karşıya gelmiştir. Kahve, cafe’de diğer içeceklerden herhangi biridir.
Daha çok kıraathane olarak anılan kahvehanelerse, halkın nabzından şaşmamış, geldikleri gibi devam etmiş gözükürler yola.
Ortadoğu coğrafyasında olduğu kadar Avrupa’da da benzer boyutları olan kahvehane, toplumsal yaşantının özgünlükleri doğrultusunda “dekor”unu oluşturan sahnelerdir.
Üç aşağı beş yukarı “tıpkısının aynısı”dır. Kahvehane, kokusu dışında, sırtında yüküyle gezmez. Kahve’leri kahve yapan, kokusu ve dedikodusudur.
Onları yasaklatan da, çekici kılan da…
Notlar:
(1) Standage, Tom; Altı Bardakta Dünya Tarihi, Merkez Kitapları, 2005.
(2) Birsel, Salah; Kahveler Kitabı, Koza Yayınları, 1975, s. 11.
(3) Heise, Ulla, Kahve ve Kahvehaneler, Dost Yayınevi, 2001, s 24.
(4) Birsel, S., a.g.e., s. 25.
(5) Birsel, S., a.g.e., s. 27.
|