Gittikçe daha da yükselen yapılar, hayal gücünü zorlayan tasarımlar, şantiyelerde zamana karşı verilen yarış ve çalışan - çevre güvenliği gibi unsurlar, artık daha komplike iskele ve kalıp sistemi çözümleri gerektiriyor. Dünya genelinde pekçok ülkede gerçekleştirdiği biribirinden farklı alt ve üst yapı projeleriyle (en ünlüsü, şu an için dünyanın en yüksek binası olan Burj Khalifa) bu anlamda iddiasını kanıtlamış olan DOKA kalıp ve iskele sistemleri; Türkiye'de de İzmit Körfez geçiş köprüsü projesinden Nissibi Köprüsü'ne, Maslak 1453'ten Mistral Tower projesine kadar birçok şantiyede kendini gösteriyor. İnşaat sektörünü örneğin 'otomatik tırmanır kalıp sistemi'yle tanıştıran DOKA'nın Türkiye Genel Müdürü Ender Özatay; şu anda 40 katlı binaların birçoğunun bu sistemle inşa edildiğini, aksi halde o hızlarda ilerlenemeyeceğini söylüyor. Bir ürün ve hizmetler zinciri sunduklarının altını çizen Özatay, "Aslında pahalı bir proje ofisiyiz" diyor. Türkiye inşaat sektörünün en az yüzde 40'ının hala kara kalıpla çalıştığına işaret eden Özatay, teknoloji kullanımı için insanları zorlayacak bir faktörün oluşması gerektiğine de vurgu yapıyor.
İskele ve kalıp sistemleri, tasarlanan imgenin gerçeğe dönüşmesinde en önemli enstrumanlardan biri kuşkusuz. Siz, sektörün içinden biri olarak kendinizi nasıl görüyorsunuz?
Aslında bizi ayakkabı imalatçısı gibi düşünebilirsiniz. 'Ayağıma özel bir ayakkabı istiyorum' diyorsunuz; ayağınızın kalıbı alınıyor ve ona uygun bir ürün üretiliyor. Bizim yaptığımız da bu. Bir yapı yapılacak; mimar, konsept projeyi tasarlıyor. Sonrasında statik proje hazırlanıyor; yapının kolonları, kirişleri ve perdelerinin boyutları, yerleri ortaya çıkıyor.
Bu nedenle bir röportajınızda, “Yeni projelerden herkesten önce bizim haberimiz olur” diyorsunuz sanırım?
Evet, betonarmeciler, statik proje ofisleri, özellikle çok katlı binalarda kalıp firmalarıyla iş birliği yaparlar. Çünkü yüksek katlı binalarda çözümler, artık kolon-kiriş ya da kolon-perde, perde-döşeme şeklinde değil. Binanın merkezinde yükselen ve kor tabir ettiğimiz bir çekirdek var; yapı, bu çekirdeğin etrafında yükseliyor. Bu çekirdeğin tasarımı için de mutlaka bir kalıp üreticisiyle birlikte çalışmanız gerekiyor. Bu anlamda çok katlı bir yapı yapılacaksa ya da İzmit Körfez geçiş köprüsü, Boğaz Köprüsü gibi özel bir tasarım söz konusuysa; bundan, önce kalıp üreticileri haberdar oluyor.
İskele kalıp üreticileri, projenin tasarımını etkileyebiliyorlar mı?
Biz, mimari tasarım ofisleriyle değil de, daha çok betonarme proje ofisleriyle çalışırız. Eğer uygulaması imkansız bir tasarımsa, yorumlarda bulunulabilir; ancak bugüne kadar böyle bir durumla karşılaşmadık. Betonarme proje ofisleri de kalıp teknolojilerini öğreniyorlar ve kendilerini geliştiriyorlar. Şöyle bir örnek verebilirim; İstanbul’da yeni bir yüksek yapı zinciri projesine başlanıyor. Proje, yüksek 5 bloktan oluşuyor ve her blok için iki çekirdek var tasarımda. Oysaki, öncesinde haberimiz olsaydı; betonarme proje ofisini tek çekirdekten oluşan bir tasarıma yönlendirebilirdik. Şu haliyle otomatik kalıp kullanamıyorsunuz; iki farklı kalıp sistemi ile binayı çıkartmak zorundalar. Kabaca hesaplamak gerekirse, 40 katlı 5 blok ve toplamda 200 kat yapar. Bu da 2 günden 400 gün anlamına gelir. Şantiye gideri günlük 100 bin dolar olsa, 40 milyon dolar tasarruf edilebilirdi. Kaçan fırsat bu.
Bir proje ofisi gibi de çalışıyorsunuz o halde?
Bir ürün ve hizmetler zinciri sunduğumuzu söyleyebiliriz. Pahalı bir proje ofisiyiz aslında; çünkü hizmet fiyatlarımızda proje bedeli de işin içinde. İstanbul’da, çok tecrübeli inşaat mühendislerinden oluşan 12 kişilik bir proje ekibimiz var. Onlar önce betonarme projeye göre kalıbı çiziyorlar. Eğer işi alırsak, uygulama projelerini yapmaya başlıyoruz, ki bu süreç minimum iki ay sürüyor. Uygulama projelerinden sonra kalıp üretiliyor, sevkiyatı yapılıyor. Saha ekibimiz, projenin büyüklüğüne göre kimi zaman haftalarca montaja eşlik ediyor. Montajdan sonra da düzenli olarak ilgili şantiye ziyaret ediliyor, raporlar tutuluyor. DOKA’nın bütün bilgi birikimi mühendislik üzerine; en güçlü olduğumuz alan teknik hizmetimizin çok iyi olması. Hem satış, hem de kiralama yapıyorsunuz değil mi? Firmaların satış ya da kiralama tercihleri neye göre şekilleniyor?
Evet, iki hizmeti de veriyoruz. Oransal olarak, yüzde 80 satış, yüzde 20 kiralama diyebiliriz. Firmaların tercihi, işin büyüklüğüne göre değişiyor; şehir içi viyadük, az katlı yapılar ya da İzmit Körfez geçişi gibi süresi belli ama inanılmaz büyük bir kalıp yatırımı gerektiren bir proje olabilir ve bir daha bu boyutta bir iş yapmayacak olabilirsiniz. İzmit Körfez geçişi, 3,4 kilometrelik bir köprü; bilmiyorum Türkiye’de bir daha böyle bir proje yapılır mı ya da ne zaman yapılır? STFA’nın böyle bir proje yapmama olasılığı daha yüksek. Bu nedenle kalıbı satın almıyor, kiralıyorlar.
Bu tür kalıpları geri aldıktan sonra nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
Avusturya’da ülkeler arasında ürün transferi yapan bir merkezi stok birimimiz var; hepsini geri gönderiyoruz. Onlar da başka projelere yönlendiriyorlar. Köprü inşaatının betonarme kısmı bitti zaten; kalıplar dönüyor şu anda.
Özellikle yüksekten düşme nedeniyle yaşanan iş kazaları sonrası iskele kalıp sistemleriyle ilgili yeni düzenlemeler gündeme geldi; mühendislik, teknoloji, güvenlik öne çıktı. İnşaat sektörünün yenilikçi çözümlere adaptasyonunu nasıl görüyorsunuz?
Teknolojik kullanımı için insanları zorlayacak bir faktörün oluşması lazım. Bu zorlayıcı faktör de hiç düşünmediğiniz bir şey; arsa fiyatları. Arsa fiyatları ne kadar yüksek olursa, daha yüksek ve daha hızlı bina yapma ihtiyacı da o kadar artıyor. Bu da daha teknolojik ürünler kullanmak anlamına geliyor. Daha yüksek katlı binaların yapılabilmesinin tek sebebi de kalıp üreticilerinin geliştirdiği sistemler. Hatırlayalım; 2 katlı evlerden 5 katlı apartmanlara, sonrasında 10 katlı ‘yap-sat’lardan 20 katlı binalara geldik. Şimdi etrafımızda hep 40 katlı, 50 katlı binalar var. Bir sonraki aşamada da 100 katlı gökdelenleri göreceğiz. Şu anda yapılan 40 katlı binaların birçoğu otomatik tırmanır kalıp sistemiyle inşa ediliyor. Eğer otomatik tırmanıp kalıp sistemi olmasaydı, o yapılar o hızlarda yapılamazdı.
İnşaat sektörünün tutuculuğunun kırılmaya başladığı bir dönemdeyiz; iş güvenliği konusunda zaten birçok noktada kırıldı. Rüzgar koruma perde sistemleri ya da koruma perde sistemleri kullanımında bizim odağımız, hep 40 kat ve üstü yapılardı; ama bu sistemlerin kullanım alanı şu an 20 katlı yapılara kadar düşmüş durumda. Bu çok önemli, olumlu bir gelişme.
Yüksek yapılar, son yılların tartışmalı konularından; merkezi idare de yatay yapılaşmayı teşvik ediyor gibi görünüyor. Siz ne dersiniz bu konuda?
Şehir merkezleri için yüksek yapı bir zorunluluk. İstanbul için konuşacak olursak, örneğin Büyükdere Caddesini düşünün; ikinci bir Büyükdere Caddesi yok ve bu aksta çalışmak, yaşamak istiyorsanız çok katlı bina yapmak zorundasınız. Ancak biz ve bizim gibi kalıp firmaları, sadece çok katlı yapılar için değil; her türlü proje için kalıp çözümleri sağlıyor. Mesela bizim herhangi bir kule vinç kurmadan, insan eliyle taşınabilir pano kalıp sistemlerimiz var.
Hız, zamana karşı yükselen projeler, inşaat sektöründe yaşanan iş kazalarının en önemli sebepleri arasında gösteriliyor? ‘Çalışan güvenliği’ni riske atmayan bir hız mümkün mü?
Yüzde 100 mümkün. Çok basit istatistikler vereyim size. Bugün örneğin Rusya’daki, Kazakistan’daki inşaatlarda iş kazası oranı bizden daha düşük. Burada problem işin hızlı yapılması değil; her fırsatta söylüyorum, denetleme fonksiyonunun çalışmaması. Dubai’ye gidin, bütün şehir çok katlı yapılardan oluşuyor; ama iş kazasının i’sinin bile bilinmediği bir yer. Denetleme fonksiyonları o kadar sıkı ki… Bu biraz Türk usulü sorumluluktan kaçma biçimi aslında. “Çok hızlı yaptım, o yüzden gerekli tedbirleri alamadım”; ama burada denetleme fonksiyonu nerede? Bizde iş denetçileri bir gözetmen gibi çalışıyorlar; yani “gözledim; evet problem vardı, rapor ettim’’. Halbuki olması gereken, “gözledim, problem vardı, şantiyeyi kapattım’. Hiç ölümlü kaza yaşanan şantiyeler hariç, durdurulan inşaat duydunuz mu? İş güvenliği fonksiyonu, özel yapı denetim firmalarına devredildiğinden beri, bu özel yapı denetim firmaları da piyasaya uydular; kendilerini bir raportör gibi görüyorlar.
Peki Doka ‘hız’ ve ‘güvenliği’ nasıl yan yana getiriyor ve bunu nasıl bir avantaja dönüştürüyor?
Doka’nın iki önemli değeri var; hızlı ve güvenli yapım. Biz gittiğimiz projelerde ürünün fiyatını konuşmayız; projenin ne kadar sürede tamamlanacağını, bunun yatırımcıya ne kazandıracağına odaklanırız. Mesela 50 katlı bir bina düşünün; kalıp sistemlerimizle süreci, kat başına 2 gün hızlandırabiliriz. Bu da 2,5 milyon dolarlık bir tasarruf anlamına gelir. Devam eden şantiyelerimizde kime ne kadar süre kazandırdığımızı görmek için bir çalışma yaptık; örneğin İzmit Körfez köprüsü inşaatında bizden kaynaklanan 45 günlük bir kazançları var. Günlük şantiye harcaması ise 10 milyon dolar. Kozyatağı’ndaki Anadolu Plaza’da 54 günlük kazanç söz konusu; şantiye gideri ortalama 100 bin dolar olsa, 5 milyon dolar anlamına gelir.
İkinci odak noktamız da iş güvenliği. Benim kartvizitimin arkasında ‘önce güvenlik’ yazar; ama 40 sene önce de böyle yazıyordu. Çünkü Doka bütün stratejisini, ürün geliştirme perspektifini iş güvenliği üzerine kurmuş ve bu konuya da çok yatırım yapmış. Bizim, denetleme işini yapan kendi ‘supervisor’larımız var; kritik kalıp sistemlerinde projenin başında duruyoruz. Maslak 1453 projesinde otomatik tırmanan kalıp sistemi kullanılıyor, ki İstanbul’da kurulan ilk otomatik tırmanan kalıp sistemidir. Onu tırmandırırken, yurtdışından supervisor geldi. Adam, işçilerin koruma kemerlerinin zincirleri olmadığı için, şantiyeye bir ya da iki gün kaybettirmesine rağmen kalıbı çalıştırmadı.
|