İktidardakilerin yargıdan “yakınma”ları yeni değil; “yaşamın içinden”
örnekleri “imar ve çevre davaları”nda yıllardır yaşanıyor. Meslek odalarının
toplum yerine sömürgecileri gözeten projelere açtıkları her davada “siyasi koro”
hemen başlıyor; “amaçları engellemek…” Aynı koronun özellikle “doğa düşmanı
madencilik; kıyı düşmanı portlar; kent düşmanı towersler; yaşam düşmanı
santrallar..” vb’leri için çığırdığı bir dönemde “yargı reformu” sevdası ne
anlama geliyor?
Öyle bir “yargı” isteniyor ki bunları “yargılamasın!”, yaşam kaynaklarımızın
yağmalanmasına “dur” yerine “devam” desin; talanı engellemek için başvuran
meslek odalarına da şunu söylesin: “Size ne? Demokrasilerde siyasetçi karar
verir, siz uyarsınız...”
‘Deneyim’lerin sesi
Yağmacıların kollanacağı bir reformu “deneyim”lerine dayanarak “fark
edebilen”ler arasında Mimarlar Odası Antalya Şubesi de var; çünkü Akdeniz’i
rantçılara karşı hep “hukuk”la savunurken yıllardır tek güvencesi “yargı”. Bu
bilinçle “Yüce Yargımızın Yanındayız” diyen Antalyalı mimarların 22 Şubat’taki
basın açıklamaları “tarih dersi”yle başlıyor:
“Türk yargısı, temelini Ulusal Kurtuluş Savaşımızın düşünsel ve duyarlılık
kaynağı olan ‘Müdafaa-i Hukuk’ örgütlenmesindeki devrimci bilinç ve
kararlılıktan alır. Dünya tarihinde, ‘hukukun savunulması’nı esas alan bir başka
bağımsızlık mücadelesi yoktur; hukukun tüm ulus için esenlik ve özgürlük
güvencesi sayıldığı bir başka devrim de yoktur.
Cumhuriyetimiz de doğrudan kuruluş sürecine imza atmış en temel felsefesi ve
varoluş gerekçesi olarak ‘hukukun üstünlüğünü tarihsel ve evrensel kimlik
kaynağı yapma’nın gururunu taşımaktadır.
Odamızın yıllardır sürdürdüğü ve kaynağını anayasadan alan ‘kamu yararına
mimarlık ve imar düzeni’ mücadelesinde, kent-çevre-kültür ve yaşam
kaynaklarımızın rant darbelerine karşı toplum ve ulus çıkarına savunulmasını
öngören tüm hukuksal kazanımlarımızdaki temel dayanağımız, yukarıda onur tarihi
vurgulanan yüce yargımızdır.”
Bildiride özellikle Antalya’daki hukuk mücadelesinden örnekler verilerek
şunlar da vurgulanıyor:
“Bugün eğer Antalya’nın tüm kıyıları yapılarla işgal edilememiş, Olimpos
Milli Parkı’ndaki koylar, 100. Yıl Alanı ve Vakıf Çiftliği hâlâ elimizde kalmış
ise; tüm ormanlarımızı betonlaştıramadılarsa; halka ve gelecek kuşaklara ait
doğa, kültür, tarih ve çevre zenginliklerimiz her türlü talan politikalarına
rağmen önemli ölçüde korunabiliyorsa; tarım topraklarımıza, SİT alanlarımıza,
yeşilimize, hatta suyumuza göz diken yatırımların büyük bölümü odamızın açtığı
davalarla geri püskürtülebilmişse... ‘Müdafaa-i Hukuk’ destanımızla bütünleşen
ve kutsal ulusal değerimiz olan yüce yargımız sayesindedir...
Bu nedenle bir yandan yargının yıpratılması için adeta tüm olanaklarını
seferber eden siyasal anlayışın, aynı zamanda kıyılarımızı, çevremizi, doğamızı
ve tüm yaşam kaynaklarımızı yağmalamaya dönük planlarını ve yeni yasal
düzenlemelerini gündeme getirmesinin hiç de ‘rastlantı’ olmadığını kamuoyunun
dikkatine sunuyoruz...”
1920’leri ‘andırıyor’
Antalyalı mimarlarımız, Atatürk’le birlikte Müdafaa-i Hukuk hareketinin
önderlerinin de 1920’lerdeki “işbirlikçi” Osmanlı hükümeti tarafından “saltanata
ve hilafete isyankârlık”la suçlandığını anımsatarak diyorlar ki: “Şimdi de aynı
geçmişi ‘andıran’ tutumlar karşısında hukukumuzu savunmanın ne denli tarihsel
bir sorumluluk olduğunu daha açık görüyoruz. Odamızdan yakınmalarını artık
gizleme gereği de görmeyen egemen siyasete karşı kent, çevre ve mimarlık
kazanımlarımızı ‘müdafaa’ya yine, yüce yargımızla birlikte her koşulda devam
edeceğimizi kamuoyunun bilgi ve değerlendirmelerine sunuyoruz.”
Bu tarihsel ve yaşamsal seslenişi kutluyor; tüm meslek odalarımızın da aynı
duyguları paylaştıklarına inanıyorum...
|