br />
Hem ‘gelin’, hem ‘Ana’…
İranlılar Ağrı Dağı’na “Kuh-i Nuh” (Nuh’un
Dağı) derler; Ermeniler “Yüksek Dağ” anlamındaki
“Masis” adını vermişler… Arapçada “Cebelü’l-Haris”tir;
Türkler de bin yıl önce Yakut Dili’nde “Kocaman” ya da “Tanrı” anlamına
gelen “Ağr Dağ” olarak adlandırmışlar. Bu yüce dağ sadece Anadolu’da
değil, Avrupa, Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Nahçıvan, Azerbaycan, İran ve
Uzakdoğu’da da milyarlarca insanı kendine bağlamış… Günümüzde bile yöre halkının
“Yüzünü Ağrı’ya dön” diyerek yemin etmesi dünyada başka hangi
dağa nasip olmuştur?
Zirvesi hep karlı ve bulutlu olduğundan halk edebiyatında “gelin”e
benzetilir. Bir Doğu Anadolu türküsünde;
“Bütün dağların pirisin / Süslü bir gelin gibisin / Sinen cennet durağıdır /
Kurdun kuşun yuvasıdır...” denirken; ozan Atilla Atsay’ın şiiri de şöyledir:
“Dağların sultanı Ağrı Dağı / Erimez karın durursun bembeyaz / Görünürsün yeni
gelin gibi hep naz..”
İşte bu duygularla, yeryüzünde belki de sadece Ağrı Dağı için şenlikler
düzenleniyor. Kuzey eteklerinde, MÖ 7. yy’dan “Urartu”ların armağanı
olan kale, kent ve göletlerin yer aldığı Korhan Yaylası’nda, Anadolu,
Kafkasya, Orta Asya ve Balkan ülkelerinden gelen binlerce insanı bir anne
şefkatiyle bağrına basıyor...
Aynı heyecanın ürünü sempozyumun 2. kitabı da aynı coğrafyada tırmandırılan
ayrımcılığa karşı “geçmiş”ten doyasıya beslenmenin hem öğretici, hem de yol
gösterici bir “aydınlanma belgeseli”...
Anadolu’nun “Ağrı Dağı açılımı”…
Emek verenler, katkı koyanlar sağ olsunlar…
|