2002 yılından beri sürmekte olan iktidarının başından
beri AKP'nin mütemadiyen vurguladığı ekonomik büyüme
ideali artık gittikçe sertleşen bir eleştirel analize tabi tutuluyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin 2023 yılı için önüne koymuş
olduğu hedefler kalkınma idealine olan şaşmaz bir bağlılığı ifade ediyor.
Özellilikle son seçim döneminde dile getirildiği gibi, bu ideal kabaca dünyanın
en büyük ilk on ekonomik gücünden biri olmak, kişi başına düşen milli gelir
miktarında gelişmiş Batı ülkelerini yakalamak gibi hedefleri içeriyor.
Oysaki söz konusu iktisadi modelin üretmiş olduğu gelişmişliği uzun bir
süreden beri tadan Batı'nın müreffeh toplumlarına baktığımızda işlerin çoktandır
başka bir mecraya doğru kaymaya başladığını, alternatif modeller üzerine
tartışmaların yürütüldüğünü görüyoruz.
Her ne kadar şu anda mevcut kötüye gidişi durdurmanın veya tersine çevirmenin
çok uzağında olsalar da, yaşanmakta olan bu tartışmalarının tetiklediği fikirsel
dönüşüm Batı toplumlarının yarınında belirleyici bir öğe olacağını bugünden
haber verir nitelikte.
Yaklaşık bir buçuk asırdır Batı'nın gerçekleştirmiş olduğu icraatları uzun
bir zaman aralığından sonra idrak edip ardından da bozuk bir şekilde
kopyalamakla yetinmeyi bir alışkanlık haline geliştirmiş olan Türkiye'nin durumu
bu kez de çok farklı olacak gibi durmuyor.
Ekonomik büyüme hırsıyla var olan potansiyelini tüm yönleriyle aceleci bir
şekilde kullanma derdine düşmüş bir ülkeyi bekleyen çok boyutlu sorunlar
bugünden görülemeyecek cinsten değil.
Kuşbakışı bakıldığında görülen sorunlar
Yirmi yıl önceki Türkiye fiziki haritasına bakmak bu açıdan fikir verici
olacaktır: Kurutulmuş sulak bölgeler, yok edilen göller ve ormanlar,
haşmetlerini yitirmiş, kirlilikten dolayı doğru dürüst akamayan ırmaklar, baraj
sularının yok ediciliğine terk edilmiş vadiler...
Ekonomik büyüme hırsının ölçüsüzlüğünün bir "götürüsü" olarak neticede artık
farklı bir coğrafyada yaşadığımızı söylemek hiç de abartı kaçmayacaktır. Üstelik
henüz inşa edilecek nükleer santraller, imara açılacak ormanlık bölgeler ve kamu
arazileri, baraj yapılacak yüzlerce, hatta Elektrik Mühendisleri Odası'nın son
raporuna göre binlerce vadimiz, kesilecek ormanlarımız ve otel, villa dikilecek
koylarımız var. Daha da vahimi, asıl sürecin bundan sonra başlayacak oluşudur.
Kaybolmakta olan bio-çeşitlilik, eriyen buzullar, kurumakta olan nehirler ve
göller, iklimsel değişiklikler gibi pek çok örnek üzerinden somut bir biçimde
etkilerini gözlemleyebildiğimiz gezegen çapındaki çevre problemleri, kendisine
ana kıstas olarak kişi başına düşen gayrı safi milli hâsılayı, başka bir deyişle
kişinin tüketim gücünü alan kapitalist kalkınma modelinin başarısına dair
şüpheleri arttırmakta, bunun bir sonucu olarak da alternatif düşünce
arayışlarına olan ilgiyi besliyor.
Sürdürülebilir kalkınma, doğaya saygılı yaşam veya ekonomik küçülme
(décroissance, degrowth) gibi Türkiye'nin siyasi dilinde kendilerine henüz pek
yer bulamamış kavramlar üzerinden yürütülen tartışmalar, Avrupa genelinde
özellikle de Fransa, Almanya, İsviçre gibi ülkelerde gittikçe daha fazla gündemi
işgal ediyor.
Türkiye'de ise bu tartışmaların uzağında, son seçim döneminin de gösterdiği
gibi herhangi bir çevre politikası bulunmayan AKP hükümeti doğayı insana ve
onların temsilcisi olarak da kendisine sunulmuş sonsuz bir nimet alanı olarak
görüyor.
Hal böyle olunca da doğa üzerinde ekonomik büyüme adı altında
gerçekleştirilebilecek her türlü müdahalenin önü açılmış oluyor. 2023 yılında
Türkiye coğrafyasının uğramış olacağı değişimi görmek açısından yeniden haritaya
bakmak öyle görünüyor ki oldukça çarpıcı sonuçlar verecektir.
Dünya ölçeğinde düşünüldüğünde, büyüme fikrinin gelir dağılımındaki
adaletsizliği ortadan kaldırmak bir yana var olan uçurumu fakirler aleyhine daha
da derinleştirdiği bilinen bir gerçek.
Küçülme toplumu
Alternatif modellerden biri olarak sunulan sürdürülebilir kalkınma modelinin
de özü itibariyle büyümeci mantığın devamcısı olduğunu, bu yönüyle de mevcut
sorunlara çözüm bulamayacağını savunan ekonomik küçülme (décroissance) yanlıları
ise soruna daha farklı bir şekilde yaklaşılması gerektiğini dile getiriyor.
Bu akımın en önemli figürlerinden biri olan ve kendisini Avusturyalı düşünür
Ivan Illich'in bir öğrencisi olarak tanımlayan Fransız iktisatçı Serge Latouche
özellikle doğal kaynakların israfına ve Batılı kalkınma modelinin bütün gezegen
için gerçekleştirilmesinin imkansızlığı (çünkü böyle bir hayalin gerçekleşmesi
için dünya gibi birkaç gezegene ihtiyacımız var) gibi faktörlere vurguda
bulunarak, büyük ve köklü bir paradigma değişikliğine gitmenin elzem olduğunu
vurguluyor.
Latouche, küçülme toplumu (société de décroissance) adına verdiği bu yeni
duruşun, üretim ve tüketim kavramlarına yeni bir anlam biçebileceğini, rekabet
kültürünün yerine birlikte dostane bir şekilde yaşama düşüncesini
yerleştirebileceğini belirterek ekonomik küçülme lehine çağrıda bulunmayı da
ihmal etmiyor.
Ekonomik büyüme ve onun bir getirisi olan tüketim kültürü yerine, ihtiyaç
kavramımıza dair bir sorgulama gerçekleştirip muhtaç olduğumuz şeylerin
türlerini ve miktarlarını bilinçli olarak azaltmak Latouche'a göre kişisel
temelde ilk yapılabilecek şeylerden biridir.
Bu açıdan bakarak kapitalist büyüme kavramının refah üretme anlamında
aldatıcı olduğunu ifade eden Fransız düşünür, söz konusu büyümenin özü
itibariyle, kapitalist ruhun tetiklediği ve aynı anda da varlığını borçlu olduğu
doymak bilmez bir ihtiyaç duyma hissinin tatmini için girişilen sonuçsuz bir
çabadan ibaret olduğunu savunuyor.
Gün geçtikçe varlığını Türkiye'de daha şiddetli bir şekilde hissettiren kör
bir ekonomik gelişme hırsının ve onun ürünü olan tüketim kültürünün bazı
sorunlarımıza kısa vadeli çözümler getirmek gibi faydası oluyor gibi görünse de,
bu sorunlara "çözüm üreten" mantığın getirisi olan başka sorunların
yarınlarımızda kapımızı çalma olasılığı olanca ciddiyetiyle önümüzde duruyor.
Bu durumda yapılması zorunluluk arz eden şeylerden biri şüphesiz ki model
olarak alınan ülkelerin yaşadıkları macerayı ve geçirmekte oldukları değişimleri
daha yakından takip etmek ve buna uygun olarak atılacak adımları uzun vadeli
düşünmektir.
Tahir Karakaş, Université de Reims Felsefe Bölümü, Doktora
Öğrencisi
|