Türkiye, dört yıl AKM’yi tartıştı, ‘yıkılsın mı yıkımasın mı?’ diye.
Tiyatrocular sokaklara döküldü, gazeteciler mimarlık üzerine derin birikimlerini
köşelerine döktü, siyasetçiler açıklamalar yaptı, raporlar yazıldı, planlar
yapıldı, projeler hazırlandı. Hatta AKM’nin yıkılması (sonra yapılması oldu)
için bir yasa bile çıktı, 2010 Yasası’na bunun için bir madde eklendi. Derken
döndük dolaştık, en kötü noktaya geldik. Bir buçuk yıldır kapalı olan AKM’nin,
‘yenilenmesi’ yerine, ‘tadilat yapılması’na karar verildi. Bu tadilat da sekiz
ay kadar sürecek... Sonra AKM açılacak, sonra yıkılsın mı yıkılmasın mı diye
yeniden tartışmaya başlayacağız.
Hatırlayalım: AKM’nin yıkılması yerine demode bir kültür merkezi olmaktan
çıkartılmasına karar verilmiş, Murat Tabanlıoğlu işin mimarlığını üstlenmiş,
İstanbul 2010 Ajansı’nın sorumluluğunda bir yeni proje hazırlanmıştı. Bu proje,
AKM’yi konser saatinden konser saatine açılan bir mekan olmaktan çıkartacak,
insanların konser sergi izlemek, kitapçısına, kafesine uğramak ya da Boğaza
nazır yemek yemek için girip çıktıkları bir yere dönüştürecekti. Sonra Kültür
Sanat Sen, ‘1. derece tescilli tarihi eserde bu kadar değişiklik yapılmaz. Bunun
sonunda niyetiniz AKM’yi özelleştirmek’ diye dava açtı. Mahkemede projeyi
durdurdu. Evet, 1. derece tescilli bir yapıda bu kadar değişiklik zordu, ama AKM
konusunda bir uzlaşma sağlanmış, Korumu Kurulu da bu nedenle, kurul başkanı
Prof. Mete Taban’ın tabiriyle “korumacılık açısından ellerinden gelen her türlü
toleransı” gösterip projeyi onaylamıştı (Zaman, 10.11.2009). Şimdi o Koruma
Kurulu, Kültür Sen’i de memnun edecek yeni projeyi görüşmeye bile almadı. Bu
nedenle de AKM için hiçbir şey yapmamaya, işte boyasını badanasını yenileyip,
belki koltuklarını, ısıtma sistemini filan elden geçirip bürokratik tabirle
‘basit onarım’ yapıp açmaya karar verdiler. AKM, basit onarımı tamamlanıp
2010 ortasına yetiştirilecek. Yıl boyunca bazı büyük prodüksiyonları orada
izleyeceğiz; sonra etkinlikler tamamlanacak, biz ele güne rezil olmamış
olacağız... sonra da 2011 gelince AKM’yi yine kapatacağız. Neden, Başbakan’ın
geçenlerde açıkladığı gibi “Yıkıp yeniden yapmak için.”
Eğer AKM, içine lokanta yapmaya bile izin verilmeyecek derecede koruma
altındaysa nasıl yıkılacak? Bu ayrı bir mesele. Ama bu hukuki meseleye gelmeden
önce Türkiye yine ‘Cumuhriyetçiler’ ve ‘muhafazakarlar’ arasında kıyasıya bir
kavgaya şahit olacak. ‘Yıkalım şu çirkin binayı’ gibisinden göz kararı ahkam
kesmelerle, ‘Cumhuriyet’in simge binalarından birine el süremezsiniz’ diye tuhaf
bir tutuculuk içindekiler arasındaki çatışma yine harlanacak. Bu arada ilk
muharebede geri çekilen ‘yıkalımcılar’ın elinin güçlendiğini, diğerlerine
üzülerek hatırlatayım. Çünkü artık kamuoyu bu tartışmadan sıkıldı, sanat
dünyasının sabrı tükendi.
AKM meselesi, bir mimarlık tartışmasından çok daha fazlasını ifade ediyor.
Tarafların ideolojik eğilimlerini şimdilik bir kenara bırakalım, orada uzlaşma
zor. Esas mesele tıpkı yapının ısıtma sistemi gibi köhnemiş olan kurumun işletme
mantığı. AKM’nin 1970 model modernist bir kurum olmaktan çıkıp, günümüzün kültür
merkezleri gibi yaşayan ve çok yönlü bir yaşam alanına dönüştürülmesi için
harcanan çabaların buhar olması en acıklısı. Üstelik Türkiye’nin her yerinde
böyle bir dönüşüme ihtiyacı olan bir sürü kültür merkezi, tiyatro vs varken,
AKM’yi hepsine model olacak şekilde ‘yenileyebilmek’, belki de 2010’un tek büyük
başarısı olacaktı. Nihayetinde dünyadan haberi olmayan adamların başını çektiği
bir tartışmadan ancak böyle bir sonuç çıkar işte.
Ayazağa da sil baştan
Bir başka sil baştan hikayesi de Ayazağa Kültür Merkezi’nde. Orayı da
hatırlayalım, hani İKSV’nin 88’de konser salonu yapmak için işe koyulduğu, sonra
tamamlayamadığı, sonra Kültür Bakanlığı’nın geri aldığı, sonra Bakanlığın
tamamlayacak bir ‘gönüllü’ aradığı, bulamadığı ve yıllar sonra Ertuğrul Günay’ın
döneminde TürkMall’a devredilen yarım kalmış inşaatı hatırladınız mı? İşte
TürkMall, ‘yüzde 80’i tamamlanmış’ denilen o inşaatı tamamen yıkıp yerine
bambaşka bir bina yapmaya karar verdi. ‘Blackbox’ denilen bina, gerektiğinde
binlerce kişinin ayakta rock konserleri dinleyebileceği, gerektiğinde ‘farklı
amaçlarla da’ kullanılabilecek bir yer olacak. Yani Ayazağa’da da birileri
yanlış bir hesap yapmış belli. Kaybedilen zaman yaklaşık 20 yıl. Ne güzel
değil mi?
|