ilindiği gibi bu kasım ayında Avrupa Kültür Bakanları Konseyi'nde İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti (AKB) adaylığı kesinleşmiş olacak. AKB projesinin Avrupa'da gitgide salt bir turizm projesine dönüşme tehlikesine karşın İstanbul'un tavrı olumlu bir dönüm noktası olabilir ve projenin kendini yenileme fırsatını yaratabilir. Bu nedenle İstanbul'un duruşunu belli etmesi çok önem kazanıyor. Zaten kültürel açıdan fazlasıyla zengin ve bu zenginliği nasıl sunacağını hâlâ çözememiş İstanbul'un diğer AKB adaylarının stratejilerinden çok farklı bir tutum takınması gerek. Bu tavır, bundan sonraki AKB için de bir model oluşturabilecek kadar radikal, gerçekleştirilebilir ve odaklanmış olmalı.
İstanbul 2010 yürütme ve danışma komiteleri 'katılımcılık' ve 'kültürel çeşitliliğin yansıtılması' konusunda hemfikirler. Ancak bu iki kavram pratikte nasıl işlerlik kazanacak, bunun modelini nasıl oluşturmak gerek? Özellikle devlet kurumlarında telaffuz edilen 'Katılımcılığı destekliyoruz, herkesin projesini dinliyor uygun olanları dahil ediyoruz' söylemi şu aşamada belki taraftar toplamak için cazip gelebilir, ama sorumlu kişiler belli olduğunda, kabak o kişilerin başında patlayacak demektir. Çünkü örneğin Fikirtepe Ağaç Oymacılığı El Sanatları Derneği(!) gelip 'Bizim derneğin çalışmalarını da 2010 kapsamında sergileyin, AB fonlarından bizi de destekleyin, katılımcı olmayı vaat etmiştiniz hani?' dediğinde nasıl bir argümanla durulacak belli edilmesi gerekiyor.
Öte yandan Türkiye'nin hem güçlü hem de yumuşak karnı olan 'kültürel çeşitlilik' ve AKB çerçevesinde bu çeşitliliğin yansıtılması da, eğer pozisyonlar doğru tanımlanmazsa tam arapsaçına dönecek bir tavır haline gelebilir. Özellikle İstanbul 2010 projesinin esas sahibinin belli edilemediği düşünülürse, bu sorun projeyi baltalayacak ciddi bir etken haline dönüşebilir. Tamamen sivil inisiyatif girişimi ile başlatılan adaylık süreci, merkezi hükümetin desteği ile sonuçlandı gibi görünüyor. Ancak iş parlamaya başladıkça sahip olmak isteyenler artacak. Bu durumda koordinasyon sağlanamazsa, İstanbul 2010 senesine kadar, merkezi hükümet, valilik, belediye ve sivil inisiyatif Kurumları tarafından dört bir köşesinden çekiştirilecek, tutarlı bir projeyle 2010'a girmek de İstanbul'a nasip olmayacaktır.
2010 AKB olarak İstanbul'un ideoloji olarak duruşunu belli etmesi, projede rol alan kurumların farklı profilleri yüzünden pek de kolay olmayacak. Bu nedenle 'kültürel çeşitliliğin yansıtılması' ekseni çok doğru bir eksen gibi görünüyor. Bu doğabilecek tüm sürtüşmelerin önüne geçebilecek bir söylem. Ancak 'nitelik' ve 'süreklilik' kavramları her şekilde olmazsa olmaz şart olarak bu eksenin iki ucu olarak şimdiden belirlenmeli.
Çerçeve prensipleri
Çok temel birkaç prensip kararın yürütme ve danışma kurulları tarafından alınması, çerçevenin belli edilmesi için yeterli olacaktır aslında.
Tekil projelerin elenmesi: 2010 İstanbul AKB projesi çerçevesinde 'Hiçbir şekilde tekil etkinliklere destek verilmeyecek, bunlar programa alınmayacak' kararı verilmeli. Bu sayede, sadece ve sadece 2010 yılı içinde yapılmak istenen aslında ne İstanbul'a ne AKB projesine öncesinde ve sonrasında katkısı olmayacak projelerle baş etmekten kurtulu. Pek çok kurum, kuruluş, özel veya tüzelkişilik 2010 için çeşitli projeleri gerçekleştirmek için AKB komitesine başvurup yer, programda görünme ve para talebinde bulunacak. O yıl içinde düzenlenecek bir konser, bir sergi, konferans vs. ne kadar iyi planlanıp organize edilirse edilsin, ertesi yıl unutulacak ve İstanbul'a hiçbir şey kazandırmış olmayacak.
Sürdürülebilirliğin sağlandığı modellerin geliştirilmesi: Tekil projelerin geri çevrilebilmesi için sürekliliğe prim veren bir tavrın benimsenmesi gerekir. Ancak bu sayede 2010 İstanbul projesi, saman alevi etkisi gösteren bir festivalden öteye geçebilir ve AB için AKB projesinde yeni bir model geliştirilmiş olur. Bu iki prensip sayesinde 'katılımcılık' ve 'kültürel çeşitlilik' söylemlerine sığınıp niteliksiz içeriğe sahip pek çok proje de daha baştan filtrelenmiş olur. Ayrıca güç ve parayı elinde bulunduran devlet kurumlarının da 'Parayı verdim düdüğü de istediğim gibi çalarım' mantığıyla üretilen ve niteliksiz olabilecek pek çok projeyi de regüle edecek yegâne prensip bu olacaktır.
Projelerin delege edilmesi: 2010 İstanbul AKB projesi çerçevesinde hiçbir proje yürütme komisyonu üyeleri tarafından geliştirilip yürütülmemelidir. Projeler yukarıdaki prensiplere sadık kalacak şekilde sürekliliği ve sürdürülebilirliği garanti eden başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere kamu ve özel sektör kurumları tarafından geliştirilmeli, 2010 İstanbul yürütme kurulunun onayına sunulmalı ve yine bu kurumlar tarafından yürütülmelidir. Aksi takdirde 2010 İstanbul Yürütme Kurulu projelerin müellifi konumuna geçer ki bu da savunulan katılımcılık söyleminin önünü tıkayacak en büyük yanlış olur.
Proje alanlarının dağılımı: 2010 İstanbul yürütme ve danışma komiteleri, farklı alanlarda yürütülecek projeler için dengeli bir dağıtım çerçevesi çizmelidir. Aksi takdirde örneğin halk müziği, dans ve el sanatları konusunda proje yığılması olurken mimarlık veya çağdaş sanatlar konusunda çok az proje İstanbul 2010 çerçevesinde yer bulabilir.
Şeffaflık: 2010 İstanbul yürütme ve danışma kurulları şeffaflığı savunurken şeffaf olma konusunda yeterli çabayı bugüne dek henüz gösteremedi. Ancak bu acımasız bir eleştiri olarak algılanmamalı. Henüz profesyonel kadrolarını ve mekânını oluşturamadıklarını düşünürsek, bu konu için çok geç kalmış sayılmazlar. Şeffaflık emek isteyen bir kavram. Bunun için 2010 İstanbul yürütme ve danışma kurullarının tüm karar ve toplantılarını takip edip bunu yayımlayacak bir personelin istihdam edilmesi ve elinde yeterli yayın ve duyuru imkânlarının olması gerekiyor. Aksi takdirde şeffaflık sözde kalan bir söylem olacaktır.
Ömer Kanıpak / Arkitera Mimarlık Merkezi
|