Yazılı bir açıklama yapan TMMOB Çevre Mühendisleri
Odası, yaptıkları radyasyonlu parçacık dağılımı modelleme
çalışması sonucunda Sinop`ta yapılması planlanan
nükleer santralde bir kaza olması durumunda 300 kilometre çevresinde olan
İstanbul, Ankara, Samsun gibi büyük şehirlerin bu kazadan
etkileneceğini, Akkuyu'da yapılması planlanan nükleer santralde
kaza olması durumunda ise bütün Akdeniz bölgesinin yanı sıra Konya'nın da büyük
risk altında olacağını bildirdi. Çevre Mühendisleri Odası 10. Dönem
Yönetim Kurulu imzasıyla yapılan açıklamada, nükleer enerjinin atık
sorunu çözülmemiş, çok riskli, pahalı ve gelişmiş ülkelerce terk edilen bir
enerji türü olduğuna dikkat çekiliyor.
Odanın açıklaması şöyle:
Japonya`da, 11 Mart 2011 tarihinde meydana gelen deprem ve tsunami, Fukuşima
nükleer santralinden radyoaktif sızıntıya neden olmuştur. Yaşanan felaket sonucu
oluşan Nükleer Risk hala devam etmektedir. Gelinen aşamada, tehlike düzeyinin
Çernobil`le eşdeğer olduğu açıklanmış ve santral etrafındaki 20 km yarıçapındaki
alana girilmesi yasaklanmıştır. Son yapılan değerlendirmelere göre, santralin
güvenli bir şekilde faaliyetlerini durdurması için en az 30 yıla ihtiyaç olduğu
ve kapatma işleminin maliyetinin 19 milyar doları bulacağı hesaplanmaktadır.
Yaşanan radyoaktif sızıntının birçok ülkeyi etkilediği bilinmektedir. Benzer
durum 26 Nisan 1986 yılında meydana gelen Çernobil kazasında da yaşanmıştır. Hem
Danimarka (http://www.cmo.org.tr/resimler/ekler/0eddf1a8cd5ef2d_ek.gif?tipi=78&turu=H&sube=0)
hem de Fransa`da yapılan model çalışmalarında (http://www.irsn.fr/FR/popup/Pages/tchernobyl_video_nuage.aspx
), Çernobil`den yayılan radyasyonun Avrupa`nın büyük bölümünü etkilediği
görülmektedir. Ülkemizi ise yaklaşık 8 gün sonra, 2 Mayıs`tan itibaren
etkilemeye başlamış, 5 Mayıs tarihinde ise Karadeniz kıyılarından ülkemize yoğun
radyasyon akışı olmuştur.
Japonya gibi yüksek teknolojiye sahip bir ülkede yaşanan bu kaza, tüm
gelişmiş ülkelerin nükleer enerji politikalarını yeniden gözden geçirmelerine
neden olmuştur. Almanya ve İsviçre`den sonra İtalya`da nükleer enerjiden
vazgeçme kararı almıştır. Yapılan referandum sonucu, İtalyan halkının yaklaşık
yüzde 95‘i nükleer enerjiye hayır demiştir. Ülkemizde ise; Hükümet tarafından
Rusya ile nükleer enerji üretimi konusunda yürütülen süreç, ne yazık ki tüm
bunlar yaşanmamış gibi devam etmektedir.
Fukuşima ya da Çernobil benzeri bir kazanın Akkuyu veya Sinop`ta yaşanması
durumunda ülkemiz ve bölgemizin nasıl bir risk altında kalacağını belirlemek
için Odamız bünyesinde bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada; ABD-NOAA kurumu
tarafından geliştirilen HYSPLIT (http://ready.arl.noaa.gov/HYSPLIT.php,
Tek Parçacık Entegre Yörünge Modeli) modeli kullanılarak, Akkuyu ve Sinop`tan
olacak bir radyoaktif serpintinin izleyeceği yollar hesaplanmıştır. Her 2 nokta
için, atmosfere salınan parçacıkların 4 günlük (96 saat) güzergahları
belirlenmiştir. Bu çalışma 2010 yılına ait tüm günler için tekrarlanmış ve
aşağıda verilen sonuçlar elde edilmiştir.
Yapılan çalışmada, Türkiye alanı küçük hücrelere bölünmüş, Sinop ve
Akkuyu`dan salınan parçacıkların bu hücreler üzerinde ne kadar zaman (saat)
geçirdiği hesaplanmıştır. 2010 yılı için yapılan hesaplama sonuçlarına göre, hem
Akkuyu, hem de Sinop`ta meydana gelecek bir radyoaktif sızıntının Türkiye`nin
büyük bölümünü etkileyeceği hesaplanmıştır. Bu etkiler her 2 noktanın 300 km`ye
kadar olan çevresinde daha yoğun bulunmuştur. Özellikle Sinop için yapılan
çalışmada, Karadeniz Bölgesinin tamamı ile İç Anadolu Bölgesinin Kuzeyinin daha
yüksek risk taşıdığı görülmektedir. Son dönemde potansiyel santral sahası olarak
belirtilen Kırklareli-Kıyıköy ise, yaklaşık 20 milyon kişinin yaşadığı ve nüfus
yoğunluğunun en yüksek olduğu bölgede bulunması nedeniyle en riskli alanlardan
birisi olacaktır.
Enerji Bakanlığı tarafından 5-10 yıllık periyodu kapsayan ve doz
hesaplamalarını da içeren daha kapsamlı bir çalışma yapılarak kamuoyuyla
paylaşılmalıdır.
Diğer taraftan; Ermenistan ve Bulgaristan`da sınırımıza yakın bulunan Nükleer
santraller de büyük tehlike arz etmektedir. Benzer bir çalışma bu noktalar için
yapılırsa, bu santrallerin de Türkiye için büyük risk yarattığı görülecektir. Bu
santralleri bahane ederek, Türkiye`ye santral inşa etmek yerine, bu santrallerin
kapatılması için uluslararası girişimde bulunulması gerekmektedir.
Nükleer enerji konusundaki çekincelerimiz aşağıda özetlenmiştir:
Nükleer atıklar hala en büyük sorundur
Nükleer Santrallerin en önemli sorunlarından birisi radyoaktif atıklardır.
Ortalama gücü 1000 MW olan bir nükleer santral, yaklaşık 27 ton yüksek düzeyli,
250 ton orta düzeyli, 450 ton düşük düzeyli atık üretmektedir. Bu atıklar ve
tükenmiş yakıt çubukları, 10-20 yıl reaktörün içindeki ya da yanındaki
havuzlarda bekletilerek radyasyon seviyesi düşürülmektedir. Nükleer Santraller
son 40-50 yıldır faaliyette iken, henüz dünyanın hiçbir bölgesinde, nükleer
atıkların saklanması ve imhası için, lisanslı nihai bir çözüm ve depolama alanı
bulunmadığı unutulmamalıdır.
ABD Enerji Ofisi tarafından hazırlanan "Ülke Değerlendirme Özet Raporu"nda
Nükleer Atıkların büyük sorun olduğu belirtilmektedir.
Amerikan Kongresi tarafından 9 Temmuz 2002 tarihinde, Nevada Eyaletinde
bulunan Yucca Dağının Ulusal Nükleer Atık Deposu olarak kullanılması
onaylanmıştır. 27.3 Milyar ABD Dolarına mal olacak bu tesiste toplam 77.000 ton
nükleer atığın depolama maliyetinin de 40–50 Milyar ABD Doları civarında olacağı
hesaplanmaktadır (1 ton ~ 500.000 – 650.000 ABD Doları).
Sanayi atıkları ile evsel atıksu (kanalizasyon) ve evsel katı atıklarının
(çöp) çağdaş mühendislik normlarına göre yönetilemediği Türkiye`de, nükleer
atıkların nasıl yönetileceği ayrı bir sorundur. Bu sorunun en bariz örneği, 8
Ocak 1999 günü İkitelli`de radyoaktif hastane atıklarının ‘yönetilememesi`
nedeniyle meydana gelen ve son dönemde dünyada yaşanan büyük nükleer kazalardan
biri olarak Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunca tescil edilen İkitelli
radyoaktif kazasıdır.
Nükleer enerji gelişmiş ülkeler tarafından terk
edilmektedir
Gelişmiş ülkeler Nükleer Enerji Programlarından vazgeçerken, bu seçenek
bizlerin karşısına bir dayatma olarak çıkmaktadır. ABD Enerji Ofisinin
öngörülerine göre, 2020 yılında Dünya üzerinde Nükleer Santral Kurulu gücünde
önemli bir değişiklik olmayacağı, ancak gelişmiş ülkelerde santral sayısı
azalırken, yeni santrallerin sadece gelişmekte olan ülkelerde kurulacağı
belirtilmektedir. Bu öngörülere göre 2000-2020 yılları arasında, Nükleer Enerji
Kurulu gücünde; Kuzey Amerika`da % 20.5, Batı Avrupa`da % 18.2, Sovyetler
Birliği`nde % 19.5 oranında bir azalma beklenirken, Asya`da % 72.1, Orta ve
Güney Amerika`da % 32.0 ve Afrika`da % 23.9 oranında bir artış beklenmektedir.
Sonuç olarak Gelişmiş Batı nükleer beladan kurtulurken, bu bela ticari
kaygılarla Gelişme Yolundaki Ülkelerin başına sarılmaktadır.
Son 30 yıllık dönemde ABD`de 9.764 MW kapasitesindeki Nükleer Santral
kapatılırken 35.000 MW`ın üzerinde Rüzgar Enerjisi Santrali kurulmuştur. Benzer
şekilde; Almanya`da 6.000 MW kapasitesindeki Nükleer Santral kapatılarak 27.000
MW Rüzgar Enerjisi Santrali kurulmuş, Fransa`da 4.000 MW kapasitesindeki Nükleer
Santral kapatılarak 5.600 MW Rüzgar Enerjisi Santrali kurulmuş, İngiltere`de
3.300 MW kapasitesindeki Nükleer Santral kapatılarak 5.200 MW Rüzgar Enerjisi
Santrali kurulmuş, İspanya`da ise 600 MW kapasitesindeki Nükleer Santral
kapatılarak 20.000 MW Rüzgar Enerjisi Santrali kurulmuştur.
Nükleer enerji pahalıdır
Nükleer enerji anlaşması pahalı bir seçenek olarak Türkiye`nin geleceğini
ipotek altına almıştır. Türkiye, Nükleer Santraldan ortalama 12.35 sent gibi çok
yüksek bir tarifeden, 15 yıl boyunca elektrik satın almayı garanti etmiş
durumdadır. Türkiye ortalama fiyat üzerinden, Rusya`ya 15 yılda satın alacağı
415 milyar kilovat saatlik elektrik karşılığında 51 milyar dolar
ödeyecektir.
Nükleer santralden üretilen elektriğin kilovat saatine 12.35 sent veren
siyasi iktidar, aynı cömertliği yenilenebilir enerji kaynakları için
göstermemektedir. 08.01.2011 tarih ve 27809 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan
"Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile Hidroelektrik ve
Rüzgardan üretilecek elektriğe 7.3 sent/kWsaat, Jeotermal kaynaklardan
üretilecek elektriğe 10.5 sent/kWsaat, Biyokütle (çöp gazı dahil) ve Güneş
enerjisinden üretilecek elektriğe ise 13.3 sent/kWsaat fiyat vermiştir.
Diğer taraftan, Türkiye`de üretilen elektriğin yüzde 50`ye yakını doğalgaz
çevrim santrallerinden karşılanmaktadır. Elektrik fiyatlarının yüksek olmasında
baş rolü oynayan Doğalgazın çok büyük bölümünün Rusya`dan alınmasının yanı sıra,
yüksek maliyetli nükleer enerjide de aynı ülkeye bağımlı olunması Rusya`ya olan
enerji bağımlılığını daha da artıracaktır. Zaten halkta çok büyük ödeme zorluğu
yaratan elektrik faturaları, böylece daha da kabaracaktır.
Sonuç olarak; hem Akkuyu, hem de Sinop`ta meydana gelecek bir radyoaktif
sızıntının Türkiye`nin hemen hemen tamamını etkileyeceği görülmektedir.
Trakya`da kurulacak bir santralin ise en az Akkuyu ve Sinop kadar risk
taşıyacağı söylenebilir.
Böylesine kritik bir kararda, bilimsel gerçekleri dikkate almadan çok aceleci
davranan, bu konuda yıllardır görüş üreten sivil toplum örgütleri ve meslek
odaları ile iletişime geçmeden halkımızın geleceğini belirsizliğe sürükleyen
hükümet, yaşanacak tüm olumsuzluklardan sorumludur.
Bu anlamda, ülkemizi siyasi iktidarların bilim dışı kararlarına terk
etmeyeceğimizi, önceki dönemlerde olduğu gibi, kirli enerji politikalarını
uygulamaya koymayı hedefleyen iktidarların yarattığı bilgi kirliliğine karşı,
kamuoyunu bilimsel bilginin ve emeğin ışığında bilgilendirmeye devam edeceğimizi
biz kez daha vurgulamak isteriz.
|