STRONG>Fatin, Bülent ve Bengü
Uluengin, bir ailenin üç kuşağını temsil ediyor. Ancak onların kan bağı
dışında başka ortak özellikleri de var. Üçü de mimar, üçünün de ön adları Mehmet
ve gözleri masmavi. Baba, oğul ve torun şu sıralar birlikte yazdıkları bir
kitapla gündemde. İslam Başkentleri ve Şehirleri Birliği (OICC)
tarafından birincilik ödülü alan 'Osmanlı Anıt Mimarisinde Klasik Yapı
Detayları' adlı çalışmanın mazisinde Uluengin ailesinin bahriyeden
mimarlığa geçiş hikâyesi de bulunuyor.
Bahriyeli bir aile... Soyadı
Kanunu çıktığında işleriyle müsemma olsunlar diye 'Uluengin' soyadı tercih
edilmiş. Baba bahriyeli, dede bahriyeli, annenin babası bahriyeli, amcalar
dayılar bahriyeli. Muhtemelen oğul da bahriyeli olur diye düşünürmüş, hısım
akraba. Ama şimdi 90 yaşında olan Mehmet Fatin Uluengin, bu geleneği
değiştirmiş, askerliğini bahriyede yapmasına rağmen mimar olmuş.
Kendisi
mimar olmakla kalmamış ailede de mimarlık geleneğini başlatmış. Mehmet Fatin
Uluengin'in oğulları, gelini, torunları ve torununun eşi de mimar. Merak edip
soruyoruz, kolay olmamıştır elbet böyle bir geleneği bozmak. Çünkü deniz tutkusu
başkadır, kolay kolay vazgeçilmez. Asırlık olmaya on yıl kala Fatin Bey, yaşına
inat zihninin tazeliğiyle "Bizim aile mektepli bahriyeliydi." diye başlıyor
anlatmaya. Aslında o kimyaya merak sarmış önce. Lisede kimya sınavından aldığı
notu "Hoca kâğıdın dört dedi, bize dert oldu" diye kazımış zihnine. Her ne kadar
karnesine 9 geçse de kimyayı bir türlü algılayamayışını ve o sıralar hocalarının
"Senden ya mühendis olur ya da mimar" deyişini anlatıyor.
Lise
hayatındaki yoğun çalışma temposundan bıkan oğul Bülent Uluengin ise babası ve o
sıralar kendi yanlarında kalan mimar kuzeninin radyoda çalan müzik eşliğinde
rahatça çalıştıklarını görünce mimar olmaya karar vermiş. Bahçeşehir
Üniversitesi'nde Mimarlık bölümü başkanı olan Prof. Dr. Bülent Uluengin'in oğlu
Yrd. Doç. Dr. Bengü Uluengin ise, "Benim mimar olmam kaçınılmazdı." diye
ekliyor. Anne, baba, dede, kardeş mimar... Adeta ortamın içine doğmuş. O da
babasıyla aynı üniversitede öğretim üyesi.
Mesleğe müzelerde
başlamış
Tekrar dönelim Fatin Bey'in hikâyesine. 1943'te Güzel
Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü bitiren Fatin Bey, iş hayatına Topkapı
Sarayı'nda başlamış. Müzelerde çalıştığı dönemde mimarlığın detaylarıyla
yakından ilgilenmiş. Bahriyedeki askerliğinden sonra vakıflara girmiş, biraz
müteahhitlik yapmış, Arabistan'a düşmüş yolu bir ara. Dolmabahçe Sarayı'nın
restorasyonunda çalışmış. Bağdat Kraliyet Sarayı'nda cami restorasyonu bile
mevzu olmuş ama orada çalışmak kısmet olmamış. Bu kadar gezip dolaşmasına rağmen
"Benim doğru dürüst lisanım yok." ifadesini kullanıyor, "Üç lisandan da
boyandım, hiçbirinin de rengi tutmadı." diye hoş bir parantez açıyor cümlelerin
arasına.
Bir gelenek daha var aslında Uluengin neslinde. Tüm ailenin;
büyük dedenin, dedenin, Fatin Bey'in, oğullarının ve torununun ön adları Mehmet.
Ama bu gelenek Bengü Bey'in oğullarında son bulmuş.
Mostar'daki
caminin restorasyonu için onu çağırdılar
Fatin Uluengin
kimyagerlik hevesinden sonra hasbelkader mimar olsa da sonradan çok sevmiş
mesleğini. Hatta Osmanlı klasik mimarisi yapı detayları alanında dünyada 'tek'
şu anda. Öyle ki Bosna-Hersek savaşından sonra Mostar'da tahrip olan Nezir Ağa
Camii 1998'de restore edilirken minare şerefesindeki mukarnasları (süslemeler)
yapabilmek için Fatin Bey'i çağırmışlar. Çünkü ondan başka o mukarnası
yapabilecek kimse yokmuş. Uluengin, mesleğine olan muhabbetini "Tarif edemezsin
ki nedenini! Eşini sevmek gibi bir şey aslında. Mimarilerin detaylarını bilmek,
onları öğrenmiş olmaktan memnuniyetim var." diye açıklayınca bize de işinin
hakkını veren asırlık bir değerin karşısında gülümsemeyle birlikte hafiften baş
sallamak düşüyor. Bülent Bey ise, "Bir daha dünyaya gelsem yine mimar olurum."
diyor. Torun Bengü Bey, mimarlığın insana farklı bir düşünme şekli
kazandırmasını nazara veriyor memnuniyetinin sebebi olarak.
Kitabı, Anadolu'yu karış karış gezerek
hazırlamış
Üç nesilden üç Mehmet'in, İslam Başkentleri ve
Şehirleri Birliği (OICC) tarafından mimarlık dalında birincilik ödülü aldığı
Osmanlı Anıt Mimarisinde Klasik Yapı Detayları kitabının hikâyesine gelince...
Talebelik yılları bitince yurtiçi gezilerine çıkan Fatin Bey, Anadolu'yu
neredeyse karış karış dolaşır. Diyarbakır, Siirt, Sivas, Kayseri... Eski esere
meraklı olduğu için merdiven, kapı detayı, mukarnaslar gibi her gittiği yerden
topladığı ayrıntıları, ayrı ayrı zarflar içinde tasnif eder. Bülent Bey,
Amerika'da el eskizlerinden, temiz çizimlerden oluşan birkaç kitap görünce
babasına da böyle bir kitap hazırlamayı teklif eder. Bunun üzerine arşivdeki
veriler tekrar tasniften geçirilir, negatiflerle çizimler birleştirilir,
taranır, bazıları iyileştirilir ve bölümlere ayrılır. Konular hakkında
açıklamalar eklenir. Eser, Bülent Bey'le Bengü Bey'in kitap hazırlama bilgisi ve
Fatin Bey'in elindeki malzemenin birleşimiyle ortaya çıkar. Fatin Bey kitabın
hikâyesine bir parantez daha açıyor, ona bu fikri vereni yâd ederek: "Gani gani
Allah rahmet eylesin Süheyl Ünver. O söyledi. 'Fatin' dedi. 'Gittiğin yerlerde
not al, koy cebine. Döndüğünde biriktirirsin onları".
Geçen
yıl İstanbul Belediyesi'nin de dâhil olduğu, İslam Başkentleri ve Şehirleri
Birliği'nden yazı gelir. Kitabı yarışmaya gönderirler. "Birinci oldunuz." faksı
gelir sonra. 2000 yılında ilk basımı yapılan kitaba İslam Başkentleri ve
Şehirleri Birliği'nin Katar'ın başkenti Doha'da yapılan 12. toplantısında
verilen ödülle Fatin Bey'in hobisi ve uzmanlığı tescillenmiş olur.
Mimarlık insana emreder
Fatin Bey'in en çok
beğendiği mimari detay, Niğde Akmedrese'nin kapısındaki mukarnaslar. Üç
Mehmet'in genel mimari olarak en çok etkilendikleri eser ise klasik Osmanlı
mimarisinin başlangıcı mahiyetindeki Edirne'nin Üç Şerefeli Camii. 'Osmanlı'yı
temsil eden bir mimari var mıdır?' sualimize ise şöyle cevap alıyoruz: "Osmanlı
mimarisi farklı alanlarda uzun bir sürece yayılmış bir disiplin ki tek bir
binayla özetlemek çok zor. Mesela çini kullanımında Bursa Yeşil Camii... Bir
Mostar Köprüsü mühendislik harikası. Topkapı Sarayı'nda ise Osmanlı'nın mekânsal
anlayışı ön plana çıkıyor. Tek bir binayla bütün Osmanlı mimarisi simgelenemese
de böyle çeşitli eserler var ki bunlar bir araya geldiğinde 'İşte bu Osmanlı
mimarisi' diyebiliyorsunuz." Fatin Bey derinden çalan musiki eşliğindeki
muhabbetimize mimarlığa bakış açısıyla son noktayı koyuyor, oturduğumuz yeşil
bahçenin duvarlarına ve kapısına bakarak: "Mimarlık insana bir nevi emreder. Bu
kapıyı oraya bir mimar çizdi. Siz de kuzu kuzu girdiniz oradan. Niye duvardan
atlamadınız!..." Simalarımızda yine bir tebessüm...
|