"Guggenheim'ın Bask Uydusu Ve Biz", Bilbao; H. N. Gürel
Amerikalı mimar Frank Gehry's en önemli yapısı bir Guggenheim Müzesi uydusunun -bu yıl İspanya'nın Bilbao kentinde açılışı gerçekleştirilecek... ***** Frank Gehry Bilbao'da nehir kıyısındaki ürkünç "MİSSİSİPİ KAFE" adlı uğrak yerinde sanat müzeleri üzerinde felsefe yapmakta, bugün çağdaş sanatın çoğunu barındıran aptal, modern, beyaz kutulara sövüp, saymakta. Sanatçılar, ona göre, önemli yapılarda, örneğin Louvre'da, olmak istemekteler. "Marifet sanatın iyi görüneceği galeriler yapabilmekte, heykel kaideleri yapmamakta..." veya bir başka sefer dile getirdiği gibi, "Nirengi noktası olabilecek bir yapı tasarlamak gerek, ancak sanat eserlerinin kıymetlerini eksiltmeyen bir yapı..." Karşı sahilin kumsalında bunun nasıl olması gerektiğinin ona göre örneği olan "Bilbao Guggenheim Müzesi" yeralmakta. Bina olağanüstü bir görünüme sahip, açıların ve kıvrımların coşkulu ve devasa bir karmaşası ki gümüşi titanium, cam ve solgun kireç taşından parıldamakta, bu ciddi endüstri kentinde bir şekilde karaya vurmuş fantastik bir tekne gibi... Daha tam bitmemiş olan müze bir başyapıt olarak biçimlenmekte, Amerika'nın en büyük mimarı olup olmadığı tartışılan kişinin en iyi binası olarak... İronik olarak bu yapı oldukça gözden uzak bir Avrupa kentinde yükselirken, Gehry'nin memleketi Los Angeles'teki en büyük Amerika Birleşik Devletleri işi olan "Disney Konser Salonu" yıllardır sürüncemede ve bitirilememekte... "Guggenheim Bilbao" - New York'taki merkez müze ile Bask Hükümeti'nin ortak girişimi olan bu proje ancak önümüzdeki yaz halka açılabilecek olmasına karşın şimdiden yaygın bir skaladan ziyaretçiler çekmekte, Julian Schnabel gibi sanatçılardan İspanya Kralı'na dek. 90 yaşında olmasına karşın mimarlık sanatının en gür sesli teşyicisi olan Philip Johnson da müzeyi bu kuşağın en önemli yapısı ilan etmekte... Bu tarz olumlu tepkiler Bask Hükümeti'nin dayanak noktalarını oluşturmakta. 100 milyon USD'lık müze, geri kalmış Bilbao kentini yeni Avrupa'nın kültür haritasına yerleştirmeyi amaçlayan bir buçuk milyar dolarlık bir geliştirme projesinin köşe taşını oluşturmakta. Bir milyon kişilik bir metropoliten nüfusla, İspanya'nın dumanlı, sisli, cazibesiz çelik endüstrisi, gemi yapımcılığı ve bankacılık merkezi olan bu kent şimdi Gehry'nin yanısıra ünlü mimarların en tanınmışlarından başkalarını da çalıştırmakta, aralarında nehiri aşan yeni bir köprü ve yeni bir havaalanı terminali inşa eden Santiago Calatrava ve tasarladığı metronun girişlerini kaldırımlara bırakılmış devasa karides kabukları gibi biçimlendiren Norman Foster da var. 1991'de Bask yetkilileri, New York'ta Guggenheim'e "uydu müze" düşüncesi ile gitmişlerdi: Guggenheim inşasına yardımcı olacaktı, müzeyi çalıştıracaktı ve 20. yüzyıl ustaları ve çağdaş sanat koleksiyonlarından ödünç eserler verecekti, yapı Bask'lıların vergileri ile gerçekleştirilecekti. Guggenheim'ın ihtiraslı yöneticisi, Thomas Krens Bilbao projesine baştan pek sıcak bakmadıysa da, sonradan ikna edilmişti. Guggenheim, Gehry'yi, Avusturya firması Coop Hımmelblau'yu ve Japon mimarı Arata İsozaki'yi davet edip onlardan fikir projeleri istedi; bir jüri de Gehry'nin tasarımını seçti. Bilbao Müzesinde sorun, "kent": Gehry'nin gözleri dışarı fırlatan asimetrik tasarımını ekşi suratlı bir burjuva çevresi ile bağdaştırılabilmek. Ölçek devasa boyutlardadır- 25.000 m2 ve Paris'teki Pompidou Merkezi'nden neredeyse iki misli uzun ve yüksek, ancak hafif görünümlü ve insanı basmayan bir yapı. Uzun bir gemi-formu nehiri kucaklamakta, merkezi küt bir kütle ise göğe uzanmakta... "Gemi"nin bir parçası varolan altı izli bir asma köprünün altına girerken, bir başka bölümü eski tren yolu raylarının iki yanına basmakta... "Guggenheim'i düşündüğünüz zaman Frank Lloyd Wright'ı düşünürsünüz, ve Bilbao'daki kulemsi merkezi atrium -50 m. yüksekliği ile Wright'ın New York spiralinin bir buçuk katı-, sanki ustaya "Al bunu demekte!" (2) Işık dolu, uzayan mekanları ve çapraz dar bağlantı köprüleri, üç kata yayılan galeri mekanlarını örmekte... "Buradaki tüm düşünce Fritz Lang'ın "Metropolis"idir, hayali bir kent yaratmaktır." Gehry'ye göre. Wright'ın müzesi çağdaş sanatın büyük boyutlu yapıtlarının sergilenmesi açısından zor bir mekandır. Gehry'nin galerileri ise, -birkaçı Francesko Clemente gibi, tek bir çağdaş sanatçının yapıtlarına tahsis edilecektir- kıvrımlarla yumuşatılmış sıradışı biçimlerdir; ancak ölçekleri zengin tutulmuş mekanlardır. "Burada yer alacak sanatçılardan çoğunu tanıyorum, onların mutlu olabilecekleri bir yer yapmak istiyorum." demekte mimar... En şaşırtıcı galeri "Gemi"nin içerisi: 135 metre uzunluğunda, tepeden aydınlatılan hafif tonozlu tavanı ve hiç kolonsuz mekanı ile... "Traktör çekicili bir kamyon bile sürebilirsiniz burada..." diye böbürlenmekte Krenz ve eklemekte: "Büyüklüklerinden dolayı New York'ta sergileyemediğimiz bir çok yapıtı burada gösterebileceğiz, bunların arasında Richard Serra'nın, Claes Oldenburg'un işleri ve tartışmalı Count Panza Koleksiyonundan -Guggenheim'in 1990 da aldığı 70'li yılların kavramsal sanat örnekleri- yapıtlar var." Uluslararası alkışlara karşın, çoğu Basklar inşasının ve yürütülmesinin devletlerine getirdiği büyük yüklerden dolayı projeyi eleştirmekteler. Ayrıca uluslararası bir kuruluşun müzeyi yönetecek olması ve çoğunlukla uluslararası sanatçıları sergileyecek olması da (Müzenin 50 milyon dolarlık sanat eseri alımı bütçesinin bir bölümü Bask ve İspanyol sanatçılarına ayrılmış olsa da...) içerlenilen konular.. Buna Gehry'nin cevabı şu: "Biz bir dünya kültürüyüz. İyisi mi bunu bir an önce ilerletelim..." Proje ile bağlantılı herkese göre müze, en azından müze bütçesine ve zaman programına uygun olarak gerçekleştirilmekte, ve bu denli karmaşık bir tasarımı yapılabilir kılan da bilgisayar olmuş. Gehry bilgisayarla tasarım yapmamakta, ancak "Catia" diye adlandırılmış bir program onun çılgın, düzensiz biçimlerini çelik ve diğer yapı elemanlarının üretimi için gerekli ayrıntılı projeleri elde etmeyi sağlayacak bilgisayar imgelerine çevirmekte... Gehry bilgisayarı ilk kez Disney Konser Salonunu tasarlamak için büyük ölçekte kullanmıştı, ve belki de Bilbao Müzesi konser salonunun inşasına bir parça yardımcı olabilir. Bilbao'nun son ziyaretçilerinden birisi, Los Angeles Kenti Belediye Başkanı Richard Riordan'ın konser salonu için gerekli 265 milyon doları (Disney Ailesinin 1988'deki başlangıç bağışı o zaman maliyetin yarısı olarak tahmin edilmişti) bir araya getirmekle görevlendirdiği Kaliforniya'lı emlakçı Eli Broad idi. Broad kendisinin de başkalarının da Bilbao Müzesinin "hemen hemen tam zamanında ve bütçesini aşmadan gerçekleşmesinden ve böylesine önemli bir yapıt olmasından ilham aldıklarını" söylemekte... Şüpheciler Bilbao'nun 2000 yılına kadar yılda yarım milyon müze ziyaretçisi çekeceği varsayımını biraz aşırı bulmaktalar, ancak Gehry'nin hayret verici binası -şimdiye kadar yaptıklarının en akıcısı, sürükleyicisi- sanat ve tasarım konularına ilgi duyan herkesin görmek isteyeceği bir şey, çok yol üstünde olmasa da, ve duvarlarına daha bir tek resim asılmadan bile... Newsweek 27 Ocak 1997, Cathleen Mcguigan, Çev: Haşim Nur Gürel ***** Yukarıdaki yazı benim birbuçuk yıl önce "Türkiye'de Sanat" dergisinde yayımlanan "Güç Kimde?" (Kasım 1995) adlı denememi (Bu yazıyı "SIĞ SULARDA SANAT VE SİYASET" kitabıma da aldım; ilgilenenler orada okuyabilirler) tamamlayıcı yapısı nedeni ile olduğu kadar, çok boyutlu yaklaşımı ve ilginç mimari tasarımının cesur ancak pragmatik yaklaşımı ile ilgimi çekti. Bilbao Müzesinde oyuna katılan herkes uzun ve kısa vadede yatırımlarının karşılığını bir şekilde almakta; ve de ekonomisi ile globalleşen dünyaya egemen olan ABD'nin şimdi mimarisi ile, sanatı ile dünya sanatının en önemli bölgelerinden birisine -İspanya'ya- yumuşak karnı Bask bölgesinden ilginç bir çıkarma yapmasına şahit olmaktayız. İspanyollar böyle bir çıkarmayı süzerek yararlanacak birikime ve altyapıya sahip bir eski Avrupa ülkesi, yine de Bilbao sonrasının çağdaş İspanyol sanatındaki değişimleri izlemekte de -bundan sonraki yıllarda-, yarar var. Gehry'nin mimari tasarımı ise, tüm önemli mimari yapılarda olduğu gibi, basit ve yalın ancak pragmatik bir senteze dayanıyor. Le Corbusier'nin Ronchamp Katedrali'nin duvarlarını eski yapıdan arta kalan taşlarla örüp, çatısını bir deniz kıyısı yürüyüşünde bulunan yengeç kabuğundan esinlendiği betonarme kabukla çözmesi gibi, Gehry de Bilbao'nun tersanelerinde yapımı süren teknelerin formu ile aşmak veya en azından karşısında ezilmemek zorunda olduğu New York'taki Guggenheim'in tasarımcısı efsanevi mimar Frank Lloyd Wright'ın formuna gönderme yapan bir kütleyi evlendirmiş ve malzeme olarak da kente özgü tekne yapımında kullanılan çelik malzemesini yeğlemiş... Batı dünyası fast-food, tekstil ürünleri vs. den sonra şimdi de müzelerine şubeler açarak tüm ülke kültürlerine "ŞAH ve MAT" demekte... Kültürleri topluca "GÜNAH KEÇİSİ" bir takım insanlara (hakemler, bazı yöneticiler ve futbolcular) küfür etmeye indirgenmiş ve buna yönlendirilen bir toplumun üyeleri, acaba "MÜZE" ve "SANAT" gerçeklerini hiç bir zaman yaşayamayacaklar mı? Sanatçıları, sanatseverleri, galericileri ve eleştirmenleri birbirine kitleyecek ve gelişmelerini sağlayacak ve Bilbao örneğindeki gibi ülkemizin kıyıda köşede kalmış ilginç yörelerini dünya haritasına yerleştirecek yerel müze projelerini/girişimlerini (3) düşünmek, planlamak ve başlatmak gerek. Bu İspanya'daki gibi depoları tıka basa dolu bir Batı Müzesi ile işbirliği içinde olabileceği gibi, bir Doğu ülkesi ile de veya tamamıyla kendi birikimlerimizle de olabilir. Örneğin ressamlar kentimiz Trabzon, Truva'ları ve Gelibolu Savaşı ile zaten uluslararası haritalarda yerini almış olan Çanakkale, bir kültürel dopingle ses getirebilecek altyapıya ulaşmış olan İzmir, Muğla, Antalya, Mersin, Adana, Kütahya, Eskişehir gibi kentlerimiz tüm dünyanın değerleri ile birlikte ulusal kültürümüzü tanıtıcı örneklerle kucaklaması gereken odaklar. Hem dış örneklere bakmak, hem de kendi içimize, yüreğimizin, aklımızın, sevdalarımızın içerisine bakmak zorundayız. Anadolu'nun binlerce yıllık kültürel mirasını özümseyen, eleştirel bir gözle dünyanın gerçekleştirdiği örnekleri ayıklayan ve bize sunan dimağlara, tasarımlara, girişimlere ve mekanlara hasretimizin yazdırdığı bu satırlar insanlarımıza bir çağrıdan öte gitmese de, şu an için yapabildiğimiz bundan ibaret ne yazık ki... (4) Haşim Nur Gürel Notlar (1) Yazının orjinal İngilizce başlığı: "Basque-ing in Glory", ve "Basque Bölgesine" ve "to bask" (güneşlenme, ısınma) fiillerine atıf yapıp projenin ihtişamını ve çok boyutlu hedeflerini vurgulamakta... "Glory" kelimesi ise "Gehry"ye çağrışım yapmakta... (2) "Take That!" (3) Sn. Doğan Paksoy'un da bir yazısında dile getirdiği gibi... (4) Adı duyulmamış insanlarımızın yüz milyon dolarlara ufak bankaları veya isim haklarını aldıkları bu günlerde, adı çok duyulmuş insanlarımızın, bankalarımızın, kurumlarımızın senede üç beş resim kattıkları gözden ırak koleksiyonlarla ve galericilik oynayarak yasak savmaları tavrı, bu yazının eleştirel oklarının asıl hedefi olmakta... Haşim Nur Gürel 30.01.1997 Kaynak: http://www.sanalmuze.org/paneller/Muzed/guggenheim.htm
|