Büyük Mimarların Gözü İstanbul'da
En son, Hamburg'da yaptığı Europa-Pasaj Alışveriş Merkezi ile MIPIM 2007 Ödülü'nü alan İran asıllı Alman mimar Hadi Teherani ile İstanbul ve Avrupa'da yaptığı projeler üzerine konuştuk.
![Büyük Mimarların Gözü İstanbul'da](http://www.yapi.com.tr/480x268.jpg)
En son, Hamburg'da yaptığı Europa-Pasaj Alışveriş Merkezi ile MIPIM 2007 Ödülü'nü alan İran asıllı Alman mimar Hadi Teherani, 25 - 26 Nisan tarihleri arasında Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği'nin (GYODER) düzenlediği 7. Gayrimenkul Zirvesi için İstanbul'daydı. 2006 yılında Türkiye'deki yatırımları için Boğaziçi Gayrimenkul A.Ş.'yi kuran Hadi Teherani, Zincirlikuyu Garden Tower projesinin yaratıcısı ve şu an yine İstanbul'da gerçekleştirilecek üç proje üzerinde çalışıyor.
Avrupa Birliği’ne giriş aşamasında olan Türkiye için de önemli bir gelişme bu. Önümüzdeki bir-iki yıl içinde herkes İstanbul’dan daha fazla bahsedecek. Şu anda İstanbul’u biliyorlar, ama burada tam olarak ne olduğunu kavrayabilmiş değiller. Burdaki insanların yaşamı hakkında yanlış fikirlere sahipler. Önümüzdeki yıllarda İstanbul bir odak noktası haline gelecek. İnsanlar, Türk kültürü ve yaşamı hakkında fikir sahibi olacaklar. İstanbul’a her gidip gelişimde aynı şeyleri düşünüyorum. Burası, gördüğüm en güzel şehirlerden biri. Kendine has bir gücü, enerjisi, yaşamı var. İnsanlara bunu anlattığımda şaşırıyorlar, derhal buraya gelmek istiyorlar. Ben de İtalya’dan, Almanya’dan dostlarımı getiriyorum. İstanbul’a odaklanılırsa, bu, herkesin yararına olur. Bence şimdi İstanbul’un zamanı. Ve önümüzdeki yıllarda bu daha çok belli olacak. Avrupa’nın büyük şehirleri arasında her zaman bir rekabet vardır. Londra, Barselona, Paris... Olimpiyatlarla birlikte Barselona'ya iyi mimari geldi. İstanbul'da da buna benzer değişimler yaşanacak; göreceksiniz.
Türkiye’de mimarları bir yatırımcı olarak gayrimenkul sektöründe görmeye alışık değiliz. Ancak sizin Türk ortaklarınızla yatırımlarınız var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Değişimin içinde yer alan bir mimar olarak, bazı şeylere eleştirel gözle bakabiliyorum. Gerçekçi olabiliyorum. Bir mimar için, yarın ne olacağı da önemli. O kenti koklamak, sezmek çok önemli. Moskova’da, Dubai’de, Almanya’da, İtalya’da, dünyanın birçok farklı yerinde binalar yapıyorum. Bütün şehirler birbirinden farklı, kültürleri başka. Ama bir şey aynı, o da değişim. İnsanların yüzünden değişimi okuyabiliyorsunuz. Mimari de bu değişimi destekliyor. İnsanlar bir süre sonra çağdaş mimarinin eserlerini görmek için o şehre gelmeye başlıyorlar. Büyük mimarların gözü İstanbul’da, kentin geçirdiği değişime bir yerinden dahil olmak istiyorlar. Henüz İstanbul'da Jean Nouvel, Norman Foster gibi büyük mimarların bir yapısı yok, ama önümüzdeki 5-10 yıl içinde olmayacağını da söyleyemeyiz. Bir enerji akışı olacak buraya, göreceksiniz. Konferans, genel olarak yatırım olanaklarına odaklandı. Sizce de insan faktörü unutulmadı mı? Bir günde herşeyi halledemezsiniz. Her şey hesap kitap işi. Eğer insanlar için daha iyi evler yaparsanız, daha çok para kazanırsınız. Daha iyi pazarlamayla daha iyi anlaşılır, gazeteler sizden bahseder, ününüz artar. Almanya’da ekolojinin ne olduğu, binaların nasıl daha az enerji harcayabileceği konusunda tartışmalar 10 yıl önce başladı. Ben o zaman fikrimi söylediğimde, insanlar bana deli gözüyle baktılar. Ama zamanla onların da fikirleri değişti, çünkü müşterinin yani o binaları satın alacak, orada yaşayacak insanların da fikirleri değişti. Artık insanlar ısınma için ne ödeyeceklerini bilmeden taşınmıyorlar. Bütün sorularına cevap verebilmeniz gerekiyor. İstanbul’daki projelerinizden bahsedelim biraz da... Şu anda 3 proje sürdürüyorsunuz...
Almanya’da buna benzer ofis binaları yaptım. Yeşil alana sahip, ekolojik, iç sirkülasyona sahip binalar. Ve bu binalarda uyguladığım yöntemleri çağdaş mimariden değil, 1000 yıl öncenin yapılarından öğrendim. Avlulu evler, içindeki bahçeler, rüzgar kapıları, bina yapılarına baktığımızda yüzyıllara meydan okuyan teknikleri görebilirsiniz. Onlardan birşeyler öğrenebiliriz diye düşündüm. Bugün ısınmak için bir makine alıyorsunuz, serinlemek için başka bir makine, bunların maliyetlerinin yanısıra bu aletlerin ne kadar enerji harcadığı, doğaya ne derece zarar verdiği gibi faktörler unutuluyor. Mesela ben otel odalarında uyuyamam havalandırma yüzünden, ses yapar, başım ağrır, pencere açamazsınız. Ama eski zamanlarda insanların böyle bir derdi yoktu, bu kadar enerji de harcanmıyordu. Web sitenizde de ekonomik ve ekolojik odaklı yapı tekniklerini özellikle vurguluyorsunuz zaten. Bence, bugün bir mimarın savunması gereken şeyler bunlar, çünkü kaynaklarımız sınırlı. Enerji tasarrufuna gitmezsek 5 - 10 yıl içinde hiçbir şeyimiz kalmayabilir, hiçbir şey çalışmayabilir, yeni bina inşa edemeyiz. Isınma konusunda alternatifler düşünmeliyiz. Bu konulara, bir mimar olarak da daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü endüstride şöyle bir şey var, insanlar sizden ne isterse onu yapıyorsunuz. Sistem böyle. Ben 15 yıl önce düşük enerjili evler yaptım, o zaman kimse bilmiyordu. Ama bugün Avrupa’da herkes bundan bahsediyor.
Çamlıca'ya da bir televizyon kulesi tasarlıyorsunuz. Türkiye için bir ilk olacak bu projeden bahsedebilir miyiz?
Eski evlerden, geleneksel yapı malzemelerinden ve tekniklerden bahsediyorsunuz. Şimdi de bir televizyon kulesi tasarlıyorsunuz. Eski ve yeniyi nasıl harmanlıyorsunuz? Benim bir felsefem var. Bir şehir, tarihiyle vardır. Eski binalar, heykeller, yapılar, o kenti kent yapan şeylerdir. Ama bugünün tarihini yaratmak da biz mimarlara düşüyor. Eskinin güzel ve kullanışlı şeylerini bugünün tekniği, malzemeleri ve deneyimiyle birleştirip yenileyebiliriz. Bir şehrin kimliğini yeniden oluşturabiliriz. İstanbul gibi tarihi bir şehirde bu da mümkün. Bir kentle aynı dili konuşmanın önemi üzerinde duruyorsunuz ve bu anlamda büyüdüğünüz, yaşadığınız Hamburg'u ayrıcalıklı bir yere oturtuyorsunuz. İstanbul'un dilini anlayabiliyor musunuz?
Şiir duygularla ilgili bir şey, onu hissetmelisiniz. Bir bina yarattığınızda da, ona duygu katmalısınız. İnsanlara bir şey söylemeli, bir şey hissettirmeli. Ben, yapılarımda bunu yapmaya çalışıyorum. Malzeme olarak cama özel bir düşkünlüğünüz var diyebilir miyiz? Çok seviyorum camı. Pencereler binanın gözleridir. Dışarıya baktığınızda size ilham vermesi gerekiyor. Işık veriyor, doğayı yansıtıyor. Işığın gölgelerini görüyorsunuz. Aynı zamanda tasarım da yapıyorsunuz. Mesela geçen yıl tasarladığınız ve Emirates Milyonerler Fuarı'nda sergilenen bir sandalyeniz, dünyanın en pahalı ofis mobilyası seçildi. Rolex için bir de saat tasarladınız. Mimariyle tasarımı nasıl birleştiriyorsunuz? O saate "light Rolex" diyorum ben, dostlarıma hediye ettiğim bir şey bu. Bence tasarımı buraya, mimariyi diğer bir noktaya koyamayız. Hepsi birbirine bağlı. Bir sandalye yapmakla bir bina yapmak arasında düşünce açısından fark yok. Büroda da mutfak, banyo, mobilya tasarlıyoruz. |