Sayısız kriz zirveleri, bakanlar arası buluşmalar ve
istikrar fonlarına ek kaynak ayrılmasından sonra Avrupa Birliği’nin (AB), malî
krizin en azından kritik dönemini atlattığı izlenimi doğdu. Ancak ne
Avrupa Merkez Bankası (AMB) ne de maliye bakanları kriz
alarmını kaldırmaya cesaret edebiliyorlar. Uzmanlar kadar politikacılar da,
krizin atlatılmasının bir sonraki krizin habercisi olduğunun bilincindeler.
Deutsche
Welle Türkçe'nin haberine göre AB bürokratları, Euro krizinin daha
derindeki sorunların sadece yüzeyine dokunduğunu belirtiyorlar. Avrupa'daki kriz
sadece ekonomik ve malî bir kriz olmayıp, çok daha derin sosyal ve siyasi
nedenlerden kaynaklanıyor.
Nedenlerden biri AB’nin yamalı bohçayı andırması. İrili ufaklı üyeler,
kuzey–güney farkı, alacaklı ve borçlu ülkeler… Avrupa’nın malî ve siyasi
problemlerine inandırıcı çözümler bulmakta zorlanması, çekiciliğine ve
uluslararası itibarına gölge düşürdü. Yabancı medya bu nedenle Avrupa’yı,
yaşlanan nüfusu ve modası geçmiş sosyal güvenlik yapısıyla gerileme devrindeki
bir kıtaya benzetiyor.
Yönetim reformu
Polonya Dışişleri Bakanı Radoslav Sikorski ise krizin önemli
fırsatlar doğurduğu kanısında. Sikorski, AB’nin bu fırsatları
değerlendirebilmesi için mevcut kaynak ve yeteneklerini stratejik bakımdan daha
ustaca kullanması gerektiğini söylüyor. Polonyalı politikacı, “Daha açık bir
yönetim yapısına ve Avrupa’nın siyasi liderliğini belirleyecek seçimlere
ihtiyacımız var. Günümüzde ise, devletlerarası işbirliği çatısı altında organize
edilmiş çok taraflı bir kuruluşuz” diyor. Bunu değiştirmek için AB Komisyonu
başkanlığı ile Konsey başkanlığının birleştirilmesi ve tek başkanın AB
vatandaşlarının oylarıyla seçilmesinin düşünülebileceğini belirten Sikorski’ye
göre böylece kararların daha çabuk alınıp uygulanması mümkün olacak. Bu öneri
aynı zamanda, 1992 Maastricht Antlaşması’nda gösterilen siyasi birlik hedefine
bir adım daha yaklaşılmasını da sağlayacak.
Siyasi birlik formülünün ateşli savunucularından bir diğeri de Lüksemburg
Başbakanı Jean-Claude Juncker. Aynı zamanda, ortak para bölgesi
maliye bakanları grubu başkanı da olan Juncker, siyasi entegrasyon ve Avrupa
dayanışması alanlarındaki eksiklerin Euro için de risk faktörü olduğuna dikkat
çekiyor.
Birlikten kuvvet
Polonya Dışişleri Bakanı Radoslav Sikorski, daha sıkı siyasi işbirliğinin
AB’nin dış nüfuzunu da arttıracağı görüşünde. Buna Avrupa’nın askeri
potansiyelini örnek gösteriyor ve “Sağlam bir siyasi birlik kurabilsek, AB’nin
iki milyon askeri ve nükleer silahları olur” diyor. Sikorski aynı zamanda ortak
Avrupa savunma bütçesinin, Hindistan, Çin ve Rusya’nın savunma bütçeleri
toplamını aşacağını da sözlerine ekliyor.
Günümüzde ise, AB malî kriz yüzünden bölünmüş bir topluluğu andırıyor.
Dayanışma ve birleşen Avrupa ortak projesi, borç hezimeti yüzünden çekiciliğini
kaybetti. Hatta, Yunanistan’ı kurtarma operasyonu yüzünden kuzey ile güney
Avrupa arasındaki önyargılar daha da arttı. Kuzeyin ekonomik bakımdan dinamik
ülkeleri, gayrı safi yurtiçi hasılası düşük güneyli ortaklarına güvenemez
oldular.
Hür Demokrat Partili Avrupa Milletvekili Aleksander Lambsdorff ise
kuzey-güney farklılığının abartıldığı kanaatinde. AB bünyesindeki dayanışmanın
tehlikede olmadığını belirten Lambsdorff, “Örneğin, Estonya 2004 yılında AB’ye
alındığında kişi başına milli geliri Yunanistan’dan azdı. Ama hükümet
Estonyalılardan, Yunanistan’ın istikrara kavuşturulmasına katkıda bulunmalarını
istedi. Finlandiya dışında, Estonya’dan daha 'kuzeyli' bir AB ülkesi
tanımıyorum” diyor.
2010 Ajandası örneği
Polonya Dışişleri Bakanı Sikorski de kuzey–güney farklılığının tabiat kanunu
olmadığını ve değiştirilebileceğini söylüyor. Sikorski, coğrafî konumun değil,
uygulanan politikaların belirleyici olduğunu ve Almanya’nın "2010 Ajandası" adı
altında başlattığı sosyal güvenlik ve istihdam piyasası reformlarının bir dönüm
noktası teşkil ettiğini belirtiyor ve ekliyor:
“Eski Başbakanı Gerhard Schröder’in reformları olmasa ve Alman bankacılık
sistemi zayıf düşseydi, şimdi muhtemelen Almanya’daki malî krizi tartışıyor
olurduk.”
AB yönetimini asıl endişelendiren, kıtanın nüfus yapısındaki değişim. 2050
yılında, Avrupa’nın ekonomik bakımdan faal nüfusu 48 milyon azalacak. 65 yaş
üzerindekilere ise 65 milyon Avrupalı daha eklenecek. Çalışan nüfus erozyonu
ekonomik büyümeyi yavaşlatacak, sosyal güvenlik bütçesiyle, emekli maaşları ve
sağlık hizmetleri tehlikeye girecek.
Avrupa parlamenteri Aleksander Lambsdorff, nüfus yapısındaki
değişikliğin, vasıflı işgücü rekabetini arttıracağını, Avrupa’nın kendine
yetmeyeceğini ve gözlerini yakın çevresindeki, geleceğini bu kıtada gören genç
ve dinamik işgücü potansiyeline çevirmek zorunda kalacağını söylüyor.
Lambsddorff, marifetin, işgücü göçünü topluma üretim katkısı sağlayacak şekilde
yönlendirmek olduğunu vurguluyor ve başarılı göç politikasının Avrupa açısından
hayatî önem taşıdığını belirtiyor.
Göç, büyük fırsat
Siyasi birleşmenin tamamlanması, mevcut kaynakların daha iyi
değerlendirilmesi ve göç politikasının Avrupa’nın ihtiyaçlarına göre
yönlendirilmesi... Bu üç önemli faktör Avrupa’yı geleceğe hazırlayabilir.
Sikorski ve Lambsdorff, AB’nin genişletilmesinin de bir o kadar önemli olduğu
görüşünde. İki politikacı da, genişleyen Avrupa’nın güç ve nüfuzunu koruyup yeni
potansiyelleri harekete geçirebileceğini belirtiyor. Radoslav Sikorski,
Avrupa’nnın imkânlarına değinirken, “ABD karşısındaki avantajımız, toprak
açısından henüz tamamlanmamış bir proje olmamız ve yeni üyelerle bu toprakları
genişletebileceğimizdir. Genişleme taahhüdü Avrupa’nın en önemli kozlarından
sayılmalıdır” diyor.
|