Fransız Kültür
Merkezi'nde açılan ve İstanbul surlarını farklı bir biçimde düşünmeye
çağıran 'Çevresiyle, yaşayanlarıyla, mahalleleriyle… Surları
düşünmek' sergisi 30 Nisan'da sona erecek. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı ile Erasmus anlaşması bağlamında Yıldız
Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri,
Strasbourg Devlet Yüksek Mimarlık Okulu ve 9 Eylül
Üniversitesi öğretim üyeleri ile lisansüstü öğrencilerinin katılımı ile
gerçekleştirilen İstanbul Karasurları kentsel tasarım atölye
çalışmasının sonuçlarını kamuoyu ile paylaşan sergiyi fırsat bilerek
Proje Koordinatörü Prof. Ali Işık Aydemir ile İstanbul'un
surlarını konuştuk.
MesutT: Öncelikle kısaca atölyenin amacından bahsedebilir
misiniz?
Her şeyden önce surların bulundukları çevre içinde önemini belirtmek,
arkeolojik değerlerini ortaya koymak; bir simge olarak kent için ne kadar önemli
bir anıt olduğunu vurgulamak; bunu da kamuoyuyla da paylaşmak istedik. Ben ya da
bu çalışmada yer alan arkadaşlarımız restoratör değiliz; dolayısıyla restorasyon
için bir yöntem önermiyoruz. Elbette bir mimar olarak görüşlerimiz var... Bu
tarihi eserin, bulunduğu yakın çevre içinde doğru okunabilir,
değerlendirilebilir durumda olması gerektiğine inanıyoruz.
Ayrıca surları sadece arkeolojik değeri ile düşünmemek gerek. İstanbul
surları, Ortaçağ’da askeri anlamda en gelişmiş savunma sistemleri ve Avrupa’da
hiçbir şehirde görülemeyecek biçimde ayakta. Bunu, hem kente kimlik kazandırmak,
şehrin tarihle olan ilişkisini daha iyi vurgulayabilmek, hem de daha fazla
turist çekmek için daha iyi değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Bu anlamda
yapılan çalışmada bütün endişemiz, surların etrafında yaşanabilir bir çevre
oluşturabilmek oldu. Şu an surların bazı yerlerinde tesadüfen oluşmuş
yaşanabilir alanlar var, ama öte taraftan hiç yaklaşmak istemediğiniz görüntüler
de var.
MesutT: Bu çerçevede, hem bir metodoloji önermek hem de o
disiplinler arası işbirliğini vurgulamak açısından serginin adı çok kilit bir
anlam taşıyor, değil mi?
Evet, aynen öyle. Surlar konusunda herkesin değişik bir fikri var; ama
eylemeye geçmeden önce doğru düşünmek gerektiğine inanıyoruz. Yapılan
müdahaleler birbirinden çok farklı; bütünsel anlamda bir sur koruma çabasını
göremiyoruz. Kopuk kopuk ihaleler ve ihaleleri alan kişilerin kendilerine göre
benimsedikleri müdahale yöntemleri, surda birbirinden farklı görüntülerin
oluşmasına yol açıyor. Bu, her şeyden önce bir eleştiri konusu. Surlarda
bütünsel anlamda bir çalışma yapılmadığı veya böyle bir istek olmadığı için,
surlarla ilgili envanterin de doğru çıkarıldığını ya da tamamen
çıkarılabildiğini söyleyemiyoruz. Dolayısıyla yapılan müdahalelerle surlar,
tarihi ve arkeolojik değerlerinden bir şeyler kaybediyorlar. Örneğin
rekonstrüksiyon dediğimiz ve bundan 20 sene önce kullanılan yöntemle, surların
birçok değeri kaybolmuş. Hatta UNESCO’dan gelen uzmanların söylediği, bu şekilde
devam edilmesi durumunda surların müdahale edilmiş bölgelerinin tescil dışı
bırakılacağı yönündeydi. Demek ki, hakikaten çok arzu edilmeyen bir durum
oluşmuş. Elbette surların ayakta tutulabilmesi için bir takım müdahaleler
yapılmalı; ama bunun öncesinde doğru düzgün bir envanter çıkarılması gerek.
Surların sahibi belediye, ama belki de surlar için özel çalışacak bir enstitü
oluşturulmalı. Üniversitelerin desteği ile o envanterler tamamlanmalı ve koruma
için gerekli projeler belediyeler tarafından hazırlatılmalı, sonrasında da
müteahhitler devreye girmeli.
MesutT: Bir anlamda bir efsaneyle de mücadele ediliyor, değil mi?
Kuşkusuz bildiklerimiz gerçekleri yansıtıyor; ama bilmediğimiz de çok şey var
gibi.
Yaklaşık 1 / 1,5 ay önce Anadolu Fransız Araştırmaları Enstitüsü’nde Bonn
Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Türk bir hanımın konferansı vardı. Sanat
tarihçisi olan bu hanım, en yüksek eğitim derecisini aldığı tezini, Edirnekapı
ile Haliç arasındaki bölge üzerine yapmış. Çok şaşırdığını ve zor durumda
kaldığını, her gelişinde daha önce tespit ettiği ve üzerinde yazıtların olduğu
bazı taşların yok olduğunu söyledi. Bu, birebir yerinde gözlem ve araştırma
yapan birinin sözleri. Surların bazı bölgelerinin de yeni taşlarla kaplandığını
görüyoruz; bunlar bizi üzüyor. Ben korumacı değilim, ama dünyanın farklı
yerlerinde gördüğüm çeşitli örneklerden böyle olmaması gerektiğini biliyorum.
Hepimizin, hatta restore edenlerin dahi kabul ettiği bir prensip var: Bu ve
benzeri arkeolojik eserlerin mümkün olduğunca az dokunularak korunması. Peki
neden bunu uygulamıyoruz? MesutT: Aslında uygulama anlamında Türkiye’nin de taraf olarak
uymakla yükümlü olduğu uluslararası sözleşmeler var.
Tabi kolay da değil. Zamanında bir eleştiri olarak ortaya koyduğumda
‘işçilerin de mi formasyonu yapılacak?’ diye eleştirilmişti; ama yapılacak.
Çünkü bu tür bir tarihi esere yaklaşım, her ölçekte bir duyarlılık gerektiriyor.
Herhangi bir işlem yaparken kullanacağınız işçinin belirli bir formasyona sahip
olması gerekli. Belirli bir duyarlılığa sahip olmalı, çünkü taşı tutan, yerine
yerleştiren o. Bir yerde işçiden adeta bir heykeltıraş gibi davranmasını, o
zerafeti bekliyoruz. Bu, nihayetinde bir tasarım; bunu daha ileriye götürdüğünüz
zaman bütün ölçeklerde bir duyarlılık isteniyor. Sıkıntımız, biraz da bu
duyarlılığı görememekten kaynaklanıyor. Olaya şu kadar metreküp duvar örgüsü
olarak baktığınız zaman, buna söylenecek söz yok.
MesutT: Geçtiğimiz yıllarda surlar üzerine yapılan sempozyumlar
atölye çalışmasına bir altlık oluşturdu mu ve oluşturduysa nasıl?
Surlara yapılan müdahaleler konusunda yapılan o toplantılar, ölçek olarak
bizim atölye çalışmamızla aynı değil. Biz, surun çevresinin kentsel anlamda
nasıl ele alınması gerektiği üzerinde birtakım çalışmalar yaptık. Tabi ki ben bu
çalışmaları mükemmel ya da hemen uygulamaya başlanacak işler olarak
nitelendirmiyorum. Ama önemli olan surları ve çevresini düşünmeye başlamaktı.
Düşünce üretmeye devam edersek en doğrusunu bulacağız; ama düşünmeden hareket
edersek hiç kabullenemeyeceğimiz, hoşumuza gitmeyecek sonuçlarla karşı karşıya
kalacağız.
MesutT: Koruma çok mu teknik bir konu olarak ele alınıyor? Daha karma
bir programa mı ihtiyacımız var?
Surlar, 26 kilometre uzunluğunda bir ‘bütün’ anıt. Bu anıtın gerektiği gibi
korunabilmesi ve kent içinde değerlendirilebilmesi, bütünsel bir yaklaşım
sağlanabilmesi için belediye kendi bünyesinde bir birim oluşturabilir. Bu birim,
sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda surların sahiplenilmesi, sur çevresinde
yaşayan insanların olaya entegre edilmesi gibi konularda çalışabileceği gibi;
kentin nazım planı yapıldığı zaman surların bu plandaki yerinin ne olacağı
üzerine de tartışabilir. Bugün koruma planına baktığım zaman, surların etrafında
korumayla ilişkili neler yapıldığını göremiyorum. Bence bu da mesleki bir
eleştiri. Bunun önemini ve değerini bilen insanların nazım plana müdahil
olmalarıyla, her şeyden önce plan üzerinde surların etrafındaki işlevlerde daha
doğru kararlar alınabilir diye düşünüyorum. MesutT: Atölye,
sur bölgesini iki senaryo üzerinden ele alıyor. İlk senaryoda surlar bölgesinin
büyük bir park olarak değerlendirilmesi ve tematik alanlar oluşturulması
öngörülüyor.
Prost’un planında da böyledir. O plan sayesinde surların bugüne kadar
korunabildiğini de belirteyim. Belediyelerimiz, bazı istisnalar dışında bu plana
sahip çıkmışlar. Çok da eleştiri getirmeyelim; o sayede İstanbul surları
Avrupa’da tek örnek. Avrupa, 19. yüzyılın ikinci yarısının başlarında bütün
surlarını yıktı. İtalyanlar çok önem verdiği için bazı İtalyan şehirlerinde
kaldı; onlar da tam değil. Ben, bu kadar görkemli bir şekilde kalabilmiş olanını
hiçbir şehirde göremedim. Sahiplenmek açısından belediyelerin hakkını vermek
gerek. Tabi ki Prost’un planında çok detaylı bir şekilde görünmüyor; dışarıda
500 ve içerde 200 metrelik bir koruma bandı oluşturulması öngörülüyor. Bu koruma
bandı içinde bina yapılabilir mi, yapılamaz mı? Yaşayabilmesi, sahiplenilmesi
için birtakım şeylerin yapılması gerek. Ben çocukluğumdan bazı yerlere
giremediğinizi, bazı marjinal insanların sahiplendiğini biliyorum. Şimdi bunlar
nispeten temizlenmiş görünüyor, ama yine de bazı bölgeler güvenli değil. Ayrıca
açılan yollar, kent bağlantıları nedeniyle bazı tanımsız mekanlar oluşmuş
durumda. Bu haliyle bırakılması da bir yöntem, ancak yaşamayan bir yeri nasıl
koruyacaksınız? Yalnız kara surları yaklaşık 7 kilometre, etrafında sürekli
polis mi dolaştıracaksınız? Önemli nokta, bunun, çevresinde yaşayanlar
tarafından kullanılması ve sahiplenilmesi.
Zannediyorum, sorun sadece surlar da değil. İstanbul’da, kentsel açıdan
tanımsız, kentsel hayatın geliştirilemediği bölgeler var. Örneğin bir zamanların
çevre yolları kent bulvarına dönüşmüş durumda. Bütün bunlar, öncelikle bir
master plan ölçeğinde ele alınması gereken meseleler. Biz de diyoruz ki,
surların korunması ve değerlendirilmesi, her alanda bir master plan konusudur;
master plan ölçeğinde ele alınması doğru olur. Hem ekonomik, kültürel, sosyal
açıdan, hem de restorasyon, restitüsyon vs. açısından.
MesutT: Bütüncül bir yaklaşımın öneminden bahsediyoruz, ama Sulukule
örneğinde olduğu gibi noktasal kentsel dönüşüm projelerine
rastlıyoruz.
Bu konuda uzman olan kiminle konuşsanız, böyle tarihi geçmişi olan bir
bölgenin etrafındaki sosyal yapıyla birlikte ele alınması gerektiğini söyler.
Orada yaşayan nüfusu yok edip başka yerden nüfus taşımaktansa, orada yaşayan
nüfusu kazanmak daha iyi. Ailem Eyüplü, o bölgeyi çok iyi tanırım; çocukluğum,
dayımla birlikte hafta sonları surların üzerinde geçti. Surların, buradaki
insanlarla birlikte ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Surlara uymayacak ya
da çok yaklaşmış yapılaşmalar olabilir, ama bunlar düzeltilebilir. Zaten bunlar
yüksek yapılar değildir; çoğu da yasal değildir. Kent içinde çöküntü yaratan en
önemli etkenlerden biri ulaşımdır. Kent içi ulaşımı bir toplu ulaşım sistem ile
doğru gerçekleştiremezseniz, ulaşımın aksadığı yerler giderek bir çöküntü
bölgesine dönüşürler. Çöküntü alanı haline geliyor; çünkü işlevler doğru değil,
yeterince hizmet alamıyor. Bunları ortadan kaldırırsanız, çok büyük kentsel
operasyonlara girişmeden, insanları kaçırmadan, onları eğiterek ve sosyal açıdan
kalkındırarak kentin bir parçası olarak yaşamaya devam etmelerini
sağlayabilirsiniz.
MesutT: Öğrencilerin çalışma alanları için yaptıkları okumaları nasıl
buldunuz?
Doğrusunu isterseniz, yabancı olmalarına ve burada sadece 10 gün
geçirmelerine rağmen yaptıkları gözlemlerin niteliği beni şaşırttı. Elbette
okuyamayanlar da oldu; ama büyük bir çaba gösterdiler; bunu çizimlerinden
görebilirsiniz. Buradan uzaklaşsın dediğimiz bazı işlevlerin de, doğru okunduğu
takdirde bir renk olduklarını anlayabiliyoruz. Bu anlamda bir çoğunun çevreyi
değerlendirme biçimini olumlu buldum. Ama amacımız da buydu: Surları ve etrafını
düşünmeye başlamak. Bu, sadece yabancıların değil, hepimizin yapmaya başlaması
gereken bir şey. Aslında çeşitli üniversitelerin surlarla ilgili belki yüzlerce
çalışması var; fakat birbirimizden haberdar değiliz. Bu da bir merkez
olmamasından kaynaklanıyor. Ben, şimdiden sergiden sonra bu panoları ne
yapacağım diye düşünüyorum. Yaptığımız çalışmaları vereceğimiz bir merkez olsa,
orada bir kütüphane oluşsa ve bundan sonra surlar üzerine çalışacak insanlar
bunlardan faydalansa fena mı olur?
MesutT: Serginin ziyaretçi profili hakkında bir bilginiz var
mı?
Kent halkı ne kadar farkında bilmiyorum, ama dışarıya koyduğumuz panolar çok
yararlı oldu. Korhan Gümüş ısrarla onların üzerinde durdu. Kiminle konuşsam,
“Aaa surlar mı, gördüm” diyor ve benim de hoşuma gidiyor. Çok ilginç bir şey;
yabancılarla konuştuğum zaman, bırakın turistleri, uzun zamandır İstanbul’da
yaşayanların bile İstanbul surlarını bilemediklerini görüyorum. Doğrusunu
isterseniz, şaşırıyorum buna. Gelirken, turistlerin durup panoları
incelediklerini gördüm, o da hoşuma gitti.
|