arışma, Beyoğlu'nu bekleyen sıkıntı ve sorunlara fokus yapması açısından özel bir çalışma niteliği taşıyor. Yarışmaya katılan genç beyinler, geçicilikten sosyal sınırlara, depremden teröre kadar Beyoğlu'nu bekleyen pek çok sorunu mercek altına alarak ilginç çözümler geliştirdiler.
Başarılı bulunan 9 projenin sahipleri, iki günlük bir atölye çalışmasına katıldılar. Yarışmacılar, hep birlikte bir gece atölyede sabahlayarak iki gün boyunca projelerinin üstünde çalışıp, fikirlerini daha da geliştirme olanağı buldular. İkinci günün sonunda projeler jüri tarafından değerlendirildi. Her bir proje, gelecekte Beyoğlu'nda yaşanabilecek ilginç senaryolara karşı yaratıcı mimari çözümler geliştirmişti. Jüri bir başarı sıralaması yapmakta oldukça zorlandı. Bu nedenle, ön plana çıkan üç proje ve diğerleri olmak üzere iki kategori belirlendi.
"2006-2057 sürecinde" adlı projesiyle Didem Yavuz, "Sınırsız Beyoğlu" adlı projesiyle Ayten Başdemir, "Geçicilik ve Beyoğlu" adlı projesiyle de Ayşegül Akgül ön plana çıkan üç proje sahibi olarak Venedik Mimarlık Bienali'ne seyahat etme hakkı, diğer katılımcılar ise interrail bileti kazandılar.
İlk üçe giren projeler:
"2006-2057 sürecinde" / Didem Yavuz - İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü 4. sınıf öğrencisi
Depremle büyük yıkımlar yaşanacak, kültürel-endüstriyel mirasların bir çoğu yok olacak…Teknoloji çalışma metodlarını değiştirecek, sabit insandan "yer"siz gezginler doğacak. Bu şehirsel ölçekte çalışma alanlarının azalması anlamına geliyor.
Doğal kaynakların yok olma sınırına gelmesi yeni kullanıcıları sürdürülebilir çözümlerin etkin kullanımına yöneltecek.Yeni şehir anlayışı masif kent dokusundan, doğayla özdeşleşmiş bir yaşantıyı getirecek..Yeni kullanıcı artık "doğa"yı arayacak..
Bütün bunlar ışığında…
Deprem sonrası (şu an öngörüldüğü gibi), merkez kuzeye kaymamalıdır çünkü bu durum orman arazilerinde ve su havzalarında ciddi tahriplere neden olacaktır. Eski dokunun boşluğu köhneleşmeye yol açacaktır..
- Merkez bugünkü yerini korumalıdır
Bugünün zonlama teknikleri güvensiz kentler yaratmaktadır
- Beyoğlu ve çevresi, kent içinde çoğaltılmış yeşil dokusuyla fonksiyonların bir arada kullanımlarına (mix-use) konu olmalıdır. Enerji etkin biçimde sürdürülebilir şekilde üretilmelidir.
- İstiklal ve çevresinin "yer"siz gezginler için barınak, kültürel bir alışveriş alanı, deprem sonrası kurgusunda eski miras (ve mezarlar) üzerinde "anı" ve kültür üretiminde de etkin rol alan yeni bir "kültürel aktiviteler alanı" olması öngörülmüştür..
Bir değerlendirme
Bugün Beyoğlu yalnızca İstiklal Caddesiyle sınırlandırılmıştır. Zamanında uygulanmış kötü şehircilik anlayışları ve yeni yollar için yapılan yıkımlar, kentsel doku içindeki ara geçiş ve bağları koparmıştır. Köhneleşme bu bağların kopmasıyla artmıştır. Bugün Beyoğlu'nun yalnızca İstiklal Caddesi'yle sınırlandırılmış bir algısı var.
Öneri
Beklenen deprem sonrası kalacağı varsayılan binalar arasında "yer"in altında ve üstünde yeni bir arazi tarifini öngörür. Yaklaşım, linkleri ve bileşenleriyle İstiklal aksıyla çevresi arasındaki bağı güçlendirecek bir şehirsel örüntü içinde fonksiyonların beraber kullanımından doğar. Barınma, kültür, eğlence, çalışma ağlarının birbirine bağlandığı ve birbirinden beslendiği örüntü, çoğaltılmış yeşil doku içinde yeni arazi tarifine göre biçim alır. Yeşil doku yer yer kentsel tarım alanlarına dönüşür.
"Sınırsız Beyoğlu" / Ayten Başdemir - İstanbul Teknik Üniversitesi, Kentsel Tasarım Yüksek Lisans Programı öğrencisi.
Beyoğlu Dolapdere'den Tophaneye, Haliç'ten Harbiye'ye kadar olan bir alanı tanımlayabilecek fiziksel dile sahipken; bugün yalnızca İstiklal caddesi ile sınırlı olarak algılanıyor. Fiziksel ve sosyal çevrede görünür ya da görünmez sınırlar etrafımızı sarmış durumda. Bu durum sadece Beyoğlu için geçerli değil, tüm İstanbul için geçerli. Tarlabaşı İstiklal Caddesi'ne çok yakın, İstiklal Caddesi Tophane'ye, suya, denize çok yakın fakat bu yakınlık unutulmuş durumda. İstiklal Caddesi'nde metropolün insana verdiği özgürlüğü en üst sınırlarda yaşıyoruz.
Fakat bırakın Tarlabaşı'na gitmeyi ara sokaklara dahi girmeye çoğu zaman korkuyoruz. Eğer ara sokakta tanıdığımız bildiğimiz bir yer varsa; ancak o zaman caddenin akışından kopup, oraya gidebiliyoruz.
Önerilen proje, yapı diliyle ve ölçeği ile tanınabilecek binalar, İstiklal Caddesi ve Tarlabaşı arasındaki mevcut aksları bilinir bir hale getirmeyi amaçlıyor. Bunu yaparak İstiklal'in 'kültür'ünü Tarlabaşı'nın 'çocuk'larını birbirleriyle karşılaştıracak. İstiklal kullanıcısı, yapıcı potansiyelini sadece İstiklal'e yönlendirmeyecek; Tarlabaşı'ndaki bir bina katında en sevdiği yönetmenin film arşivinin saklandığı bir dolaptan, en sevdiği filmi takıp izlerken, yanına Tarlabaşı'lı çocuklar ilişecekler. Çünkü Tarlabaşı'lı çocuklar boş zamanlarını geçirebilecekleri yerler bulamamaktan şikayetçiler.
Aksı belirleyebilecek boş alanlara inşaa edilen binaların cepheleri; dış mekanda içindeki fonksiyonu açıklayacak grafik özelliklere sahipken, iç mekanda fonksiyonu saklayabilecek dolaplara sahip. Ve cephelerin en büyük özelliği taşınabilir olmaları. 2.5x2.5 metrelik bina cepheleri çocukları bir parça Tarlabaşı'ndan uzaklaştırabilmek; başka insanları bir parça Tarlabaşı'na yakınlaştırabilmek için, aynı işleve sahip diğer binalar arasında taşınacaklar. Böylece morun sinemayı tanımladığını bilen bir çocuk, bu fonksiyonla tanıştığı binaya tekrar gittiğinde ve onu bulamadığında, üç sokak uzağa gitmeyi göze alacak ve mor cepheyi bulduğu binaya girecek. Bunu daha çok yaptığında eskiden üç sokak uzak olan yer artık onun için uzak olmayacak. Uzun bir süreçte kendi çevrelerinde işleriyle çok meşgul olan babalar, Türkçe konuşmayı bilmeyen belki de öğrenmekte istemeyen anneler soyutlandıkları topluma çocukları aracılığıyla bağlanabilecekler. On yıl sonra bu çocuklar büyüdüklerinde; belki de babalarının yanında çalışmaya başladıklarında, kendilerini daha güvende hissedebilecekler. Çünkü artık Tarlabaşı onların, fakat İstiklal başkalarının olmayacak. Bilgi Üniversitesi'nin öğrencisi İstanbul Modern'e yürüyerek gidebilecek.
Zaman teknolojinin verdiği ivmeyle yanlışlıkları büyük bir hızla çoğaltmayacak, sınırları arttırmayacak. Fakat tasarımın gücüyle sınırları yok edecek. 2057 yılında Beyoğlu şimdikinden daha özgür fakat yalnız olmayacak.
"Geçicilik ve Beyoğlu" / Ayşegül Akgül - İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı'nı tamamladı. Mimar olarak çalışıyor.
Bilgi çağının sağladığı olanaklar her geçen gün artsa da, endüstri çağına dair gerçeklikler içinde bulunduğumuz dönemin bir geçiş dönemi olduğuna işaret etmektedir. Bu geçiş döneminin mimarlık perspektifindeki sonuçlarından biri, zaman ve mekan ikileminin dayattığı gereksinimlere ilişkin bir sorgulama sürecidir. Zaman ve mekan ikileminin etkisinin yakın gelecekte daha da artacağı öngörülmektedir. Bundan hareketle, "Beyoğlu Nereye" yarışmasının mevcut bakış noktamızdan elli yıl ilerisine yönelik gerçek hayallerin kurulmasını sağladığını söylemek yerinde olacaktır.
Benim Beyoğlu'na ilişkin gerçek hayalim ise "geçicilik" teması üzerine kurulan bir projedir. Projede 50 yıl sonrası için semtin potansiyel geçici kullanıcılarına geçici mekanlar ve bu mekanlara ilişkin alt yapıyı sunan bir Beyoğlu hayal edilmektedir. Bu mekanların dinlenme, korunma, barınma, yatma ya da çalışma gibi işlevleri barındıran hafif ve taşınabilir birimler olması ya da kumaş, bez gibi tekstil parçalarının güçlendirilmesiyle oluşan örtü mekanlar olması düşünülmüştür. Ayrıca, mevcut tarihi binaların kullanıcılarının da geçici olması, sahiplerinin ve işlevinin belli periyotlarda değiştirilmesi önerilmiştir. Böylece Beyoğlu'nun belirli bir sınıfın tekelinden kurtulması ve kamu kullanımına açılması hayal edilmiştir. Sonuç olarak, gelecekte insanların çingenelerin yerden bağımsız sürdürdükleri yaşam modelinin bir benzerini bilgi çağının gerçekliğinde benimseyeceği bir Beyoğlu önerilmiştir.
|