ktidar, merkezi yönetim, yatırımcı ve sermayedarların, birbirlerinin taslarına su doldurduğu bir birleşik kaplar sisteminde yoksulları kim düşünür ki? Günümüzdeki yeni durum, kentlerde yaşayan süper zenginlerin kentlerin mekânsal gelişimini yönlendirdiği kentler olarak karşımıza çıkıyor. Davis'e göre; Üçüncü Dünya'da her yıl yüzbinlerce, bazen milyonlarca yoksul ki -yasal kiracılar bile- mahallelerinden tahliye ediliyor. Kent alanı konusunda en yoğun sınıf çatışması ise kent merkezlerinde görülüyor. Üçüncü dünya belediyeleri, merkezi bölgelerde yoksullarla sürekli çatışmasını, kent çeperlerine yoksullar için uydu kentler inşa ederek geçiştirmeye çalışmakta, bu alanlar ise; yoksullardan ziyade orta gelir kesimlerini çekmekte, sonuçta Tinde Agbola'nun da dediği gibi; bu insanlar ebedi bir yeniden iskân sürecinin geçici unsurları olmaktadır.
Tüm bunlar; gündemin arka, en arka sıralarından kafasını uzatmaya çabalayan, çabaladıkça da, heybetli fiziksel yapılarıyla medya, sermaye sahipleri ve iktidar (ki bu üçü ne zaman ayrılıyor ne zaman birleşiyor, hatta aralarında fark nedir?) tarafından ötelenen, görünmez kılınan Sulukule projesi akla düşüyor.
"Çöküntü Alanı" olarak nitelendirilen ve dönüşümüne karar verilen Fatih Belediyesi sınırları içinde yer alan; Neslişah ve Hatice Sultan mahalleleri (5366 no'lu Kanun Haziran 2005'te devreye girmeden önce Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile koruma altınmış bir mahalleydi.) gecekondular ve kentsel standardı (!) yüksek olmayan yapılardan oluşmakta. Fatih 2 no'lu kentsel yenileme alanını oluşturan bu alanda yapılan projeye göre, hak sahiplerine uzun ve ucuz geri ödemeli konut sahibi olma hakkı tanınırken, kiracılara ise TOKİ tarafından Taşoluk'ta yapılacak konutlardan faydalanma yolu açılıyor. Projenin konusu, mevcut çarpık yerleşme alanlarının tasfiye edilerek tarihsel dokuya uygun çağdaş(!) standartlarda kentsel bir alan oluşturulması olarak tanımlanıyor.
Projede dikkati çeken, belediyenin, inşaat sektörüne hizmet sunan ve satan bir kurummuş gibi davranıyor olması. Sonrasında yenileme alanının mülkiyeti TOKİ'ye devrediliyor, uygulama yapılana kadar geçecek zaman zarfında her türlü işgal ve TOKİ'nin rızası dışındaki kullanımlara karşı engelleyici tedbirlerin, protokole göre, belediye tarafından alınması bekleniyor.
Projeyi anlamaya zaman bulamadan yetkiler verilmiş, uygulama başlamış, mahalle satışa sunulmuş, kamulaştırılmış, mahalleli yerinden ediliyor. Bu anlamda, belediye, iktidarda olmanın kendilerine sunduğu, yasama ve yargılama gibi bütün olanaklardan faydalanırken; mahallede yaşayan seçmenlerine karşı olan yükümlülüklerini ihmal(!) ediyor. TOKİ'nin; "ülkemizin yaşadığı hızlı nüfus artışı ve hızlı kentleşme sebebiyle oluşan konut ve kentleşme sorunlarının çözülmesi ve üretimin artırılarak işsizliğin azaltılması" (www.toki.gov.tr) amacını taşıyan bir kurum olduğu dikkate alınırsa tarafların ne kadar taraf olduğu ortaya çıkmakta.
Öte yandan; Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Yaşatma Derneği ve yaşayanlarla görüşüldüğünde, kendilerinin taraf olarak görülmemesine karşı bir tepkiye ya da geliştirilen bu kentsel dönüşüm (!) projesine "karşı proje" fikrine rastlayamıyorsunuz. Kurumların ve sektörün mekândan kazanacağı milyon dolarları göz ardı etmeleri bir yana, var olan düzenlerini korumaya direnen yaklaşımları, toplumun genel kesiminden destek görmelerini imkânsız hale getiriyor, mahalleli ve dernek üyeleri; Eğlence evleri, dışarıda kullandıkları ortak tuvaletleri olan, kerpiç, tek katlı, tek birimlik barınma yerleri ve mahalle içi marjinal ekonomik düzenlerini birer kültür değeri saymakta.
Proje, hukuki süreci de arkasına alarak gerçekleştirilme yolunda hızla ilerlerken hâlâ asıl sorun olan barınma problemlerine odaklanamıyor, örgütlü davranamıyor sadece karşı olmanın yeterli olacağını düşünüyor. Oysaki milyon dolarlar yatırılan, yüksek oranda rant sağlanılacak bir kentsel arazi üzerinde, vergi vermeyen ya da katma değeri az olan, alt gelir grubu insanların, minimum standartları sağlayamayan barınma yerlerinde (konut diyebilmek bazıları için gerçekten çok güç, ancak barınma mekanları denilebilinir) varlıklarını sürdürebilmeleri bugün olmasa bile gelecekte çok güç.
Önerilen projede kiracılara gösterilen yerleşim alanı, TOKİ tarafından Taşoluk'da yapılacak olan toplu konutlar. Konunun bu noktasına odaklandığınızda, mahallelinin fiziksel özellikler olarak TOKİ tasarımlarını (!) tercih ettiği varsayımıyla (kent merkezinde müstakil evlerde oturan insanların, kent dışında araziye dikilen dikdörtgen prizmaların bilmem cazip bir tarafı var mıdır?); bu konudara ekonomik olarak erişebilmeleri, apartman yaşamına uyum sağlamaları bir yana; yine mahallelinin dile getirdiği; bu konutlarda oturabilmeyi sağlayan do-ğalgaz, konut vergisi gibi masrafların, taraflarından hangi şekillerde karşılanabileceğine dair çözümlerin geliştirilmemiş olmasının ciddi problem oluşturacağı aşikar. Sosyal devlet politikaları kör topal da olsa işlemeye çalışan Gelişmiş ülkelerdeki kentsel dönüşüm projelerinde; istihdam yaratma önceliği ya da mekan değiştirmek durumunda bırakılan kesimin ranttan pay alabilmelerine öncelik verilmeye çalışılmaktadır. Oysa Taşoluk'taki, evler hibe edilse bile, mahalleli ekonomik döngüsü taraflarınca sağlanamayacağından evleri satmak zorunda kalacak. Davis'in söylediği gibi yoksul kentli göçmen olacak.
Tarihi yarımada sur içi alanında yer seçmiş olan bu kesim, hayatını; takas, imece, veresiye gibi pratiklere dayanarak idame ettirmekte. Özellikle kadınlar mahallede var olan komşuluk ilişkilerinin sekteye uğramasıyla, günlük ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları konusunda endişe duyuyorlar. Mahallenin yaşlıları; mahalleden ayrıldıklarında cenazelerinin kalabalık olmayacağından dem vuruyorlar. Birincil ilişkiler ve mahallenin kendisinin yarattığı kapalı ekonomi burada yaşayan kalabalığın var olmasını ve kente eklemlenmesini sağlamakta. Şehir dışına parça bölük taşındıklarında oluşabilecek senaryolar henüz konuşulmuyor, çünkü Taşoluk'a taşınmayı kabul ettikleri zaman Fatih Belediyesi sorumluluk alanından çoktan çıkmış olacaklar. Tabii onların eğitimsiz ve kentteki donatılardan yeterince yararlanamayan çocukları kente geldiklerinde ve yetersiz toplu ulaşımlar nedeniyle, merkezde sabahlamak zorunda kaldıklarında ne yapılır bilinmez!
Bu noktada herkes gibi ben de "ne yapabiliriz ki?" sorusuyla yüzleşiyorum. Akademik ortamlarda konuşulan ideal politikalar dışında bir yaklaşım gerekli. Öğrenci projesi olmayan (akıllı eve geçirilen Osmanlı konağı gibi sakil bir fikir de olsa) Sulukule Projesi, tüketim döneminde önem kazanan kentsel toprağın yeniden üretilmeye çalışıldığı, kentte sivrilikler oluşturduğu -özellikle yerel yönetimlerin sahip olduğu yetkiler sayesinde-, dönüşüm başlığında "ılımlı reconstruction" politikasının uygulandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır.
Yerel kültür, etnik köken, katılımcı planlama, sosyal planlamayla -hele ki dünya coğrafyasında sosyal devlet uygulamalarını geri plana itilmesine çalışılırken- bu ve benzeri projelerin karşısına dikilmenin sonuç getirmeyeceği kesin. Oyunun oyuncuları arasında bir eşitlik yok çünkü.
Oyuncu değişikliğine gidilip, özel sektör tarafından Sulukulelilerin anlattığım ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir karşı proje hazırlanması ve alternatif projeyi rekabet ortamına koymak, en azından tek bir fikre tabii olmayı engeller ya da gerçekten kamuoyunun ilgisini çekme konusu basardır ve yine belki de bu iki ya da daha fazla sayıda üretilen projeyle gelecekteki "korku kenti" kavramını anmayacağımız bir sonuç çıkar. İktidar, merkezi yönetim, yatırımcı ve sermayedarların, birbirlerinin taslarına su doldurduğu bir birleşik kaplar sisteminde bu nasıl mümkün olabilir bilinmez ancak belki daha reformist yaklaşımlara açılım sağlar...
(*) Mike Davis, Gecekondu Gezegeni, Metis Yayıncılık, 2007
|