edeniyetin gelişmesini sağlayan kim? Biz insanlar. Peki, medeniyet uğruna
doğanın bozulmasının, doğal felaketlerin artmasının, bu bozulmanın sonucunda
meydana gelen hastalıkların, kazaların ve tehlikelerin kısmi sorumlusu kim? Gene
biz insanlar. Yeni buluşlarla heyecanlanıp, tükeneceğine inanmadığımız doğal
kaynakları sonuna kadar zorlayarak medeniyetin ilerlemesi için el ele verip
uğraşmadık mı? Dünya insan yapımı teknolojilerle, binalarla ve makinalarla
geliştikçe, birçoğumuzun gözünü hırs bürüdü. Daha çok şeye sahip olmak istedik,
daha çok para kazanmak, daha çok söz sahibi olmak vs...
Dünyanın
doğasından günden güne daha uzaklaşarak kendi inşa ettiğimiz binalar, icat
ettiğimiz makinalar ve araçlar arasında sıkışıp kaldık. Bu icat ettiğimiz
araçların hayatımızı kolaylaştırdığına inandık, gündelik yaşamımızı sürdürmek
için onlarsız olamaz hale geldik. Tüm bu dönüşüm içinde, kendi doğamızdan da
uzaklaştık. Birkaç nesil öncesinde anne-babaların çocuklarına öğütlediği manevi
değerlerin modası geçti. Saygı, sevgi, özen, inanç ve güven yerini hırs, savaş,
para gibi agresif ve ben merkezci kavramlara bıraktı. Belki birçoğunuz bu kadar
da karamsar bir durum yok diye içinden geçiriyor olabilirsiniz. Ancak, bugün
değilse yarının resmi işte böyle karanlık... Eğer bu gidişe bir dur denmez,
kurumsal ve bireysel çıkarların uğruna doğanın bozulmasına göz yumulmaya devam
edilirse...
21. yüzyılın etik kodu yeşil
olmak
Özel sektörün, tüm ulusları birbirine bağlayan gücü
dikkate alındığında, şirketlere bu karanlık dönemden çıkmak için öncülük görevi
düşmekte. İş dünyasında çevreye ve topluma karşı sorumluluk alanında bir uyanış
için kıpırdanmalar yaşanıyor. Sadece bugünü karla kapatmayı değil, uzun dönemde
karlılık ve çevreye duyarlı sürdürebilirliği hedefleyen stratejiler şirketlerin
gündemine girmeye başladı. 21. yüzyılın kurumsal etik kodu yeşil olmak. Kar
amaçlı şirketlerin 'hep bana, hep bana' felsefesi artık işlemiyor. Tabii ki
şirketlerin primer amaçları karlılık ancak tek amacı karlılık olan şirketlerin
sürdürülebilirliklerini sağlaması çok zor. Şirketler müşteri, hissedar ve
çalışanlarına karşı sorumluluklarının olduğu gibi, çevreye ve topluma karşı da
sorumluluklarının bilincinde olmalı.
Direkt sorumlu oldukları müşteriler,
hissedarlar ve hatta çalışanlar sadece şirketin hisse değeri, ürün veya
servisleriyle ilgilenmiyorlar, şirketlerine güvenmek istiyorlar. Güven olmadan o
markanın diğer şirketlerin markalarından hiçbir farkı yok. Fiyatı ve kalitesi
aynı olan iki üründen birinin diğerinden fazla satılmasının nedeni ne olabilir?
Güven olabilir mi? Batı toplumlarında, bir şirketin etik uygulamaları ve doğayla
barışık duruşu, müşterinin satın alma kararına düşünüldüğünden fazla etki
etmekte. Müşteriler, ürünü olduğundan iyi gösteren reklam kampanyalarına değil;
akılcı, yaratıcı ve etik uygulamaların ürünü olan pazarlama stratejilerine ilgi
gösteriyorlar. 1980'lerden 2000'lere kadar yaygın görüş 'iş hayatında kazık
atmadan para kazanılamaz'ken, bugün birçok etik girişimci için yollar açılmış
durumda. Hepimiz 'iyi adamlar da para kazanır' söylemine inanmak istiyoruz.
|