‘Yerel’ Seçimleri Gören Var mı?
29 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesinde sürdürülen kampanyalara baktığımızda görülen, “yerel” kelimesinin seçimin başlığında sıkışıp kaldığı. Dünyanın en merkezî ülkelerinden birinde neredeyse kimse yerel politikalardan, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasından veya AB’nin yerellik ilkesinden (subsidiarity/subsidiarité) bahsetmiyor.
29 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesinde sürdürülen kampanyalara baktığımızda görülen, “yerel” kelimesinin seçimin başlığında sıkışıp kaldığı. Dünyanın en merkezî ülkelerinden birinde neredeyse kimse yerel politikalardan, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasından veya AB’nin yerellik ilkesinden (subsidiarity/subsidiarité) bahsetmiyor. Bunun çeşitli nedenleri olabilir; örneğin büyük partilerimizin yerel yönetimler politikası olmayabilir veya Avrupa’daki gelişmelerden haberdar olmayabilirler. Belki de her şeyden haberdarlar ancak yerellerin önemini yadsıyorlar ve merkezi ele geçirdiklerinde her şeyi tek elden yönetmek için karşı konulamaz bir arzu duyuyorlar. Her halükârda, yerel seçimler öncesinde bizim görevimiz, kendilerine yerel yönetimlerin önemini anlatmak. Demokratik olduğunu iddia eden yönetimlerin yerele önem vermemesi düşünülemez. Çünkü genel ölçekte demokrasi, ancak yerel yönetimlerin demokratik bir yapıya kavuşmasıyla mümkün olabilir. Alexis de Tocqueville’in de vurguladığı gibi, yereldeki demokratik uygulamalar, genel yönetim için bir okul gibidir ve ülkenin genelinde gerçek bir demokrasi ancak mahallenizde alınan kararlara katılabiliyorsanız hayata geçebilir. Bu görüşün temelinde iki dayanak bulunur: 1- Gerçek demokraside temsil mekanizmasına yer yoktur. Çünkü gerçek demokrasi “halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi”yse, temsilcinin bu tanımda yer bulması mümkün değildir. Gerçek demokrasi, ancak doğrudan demokrasiyle hayat bulabilir. Bu düşünceye karşı geliştirilen “artık şehir devletlerde yaşamadığımız, milyonlarca insanın da her gün alınan kararlara ortak olmasının mümkün olmadığı” itirazı, güncelliğini ve geçerliğini kaybetti. Çünkü özellikle Avrupa’da ana ilkelerinden biri doğrudan demokrasi olan yeşil partilerin, yeşil politikaları yerel yönetimlerde uygulamasıyla somut bir şekilde görüldü ki, sorun milyonlar değil. Eskiden de yeryüzünde milyonlarca insan vardı. Tabii ki ne antik çağlarda ne de günümüzde bu kadar insanın basit kararlar için biraraya gelmesi mümkün. Ama yönetim ölçeğini küçülttüğünüzde (yani bütün bir ülkeyi tek bir merkezden yönetme çabasını bir kenara koyup yapılanmayı mahallelerden başlattığınız zaman) milyonların her gün biraraya gelmesine gerek de yok zaten. 2- Yerelci görüşün ikinci dayanağı ise, yukarıdaki mantığı destekleyen şekilde, yerel ölçeğin, temsilciye ihtiyaç duymayacak kadar küçültülebiliyor olması. Örneğin mahalle meclislerinde temsilciye gerek duyulmaz. Çünkü bir mahallede yaşayabilecek insan sayısı sınırlıdır ve bu sayı hem toplanmak hem de karar almak için sorun teşkil etmez. Örneğin İsviçre’nin Glarus ve Appenzell Innerrhoden kantonlarında halk senenin belli zamanlarında toplanır ve kendilerini ilgilendiren konuları tartıştıktan sonra el kaldırmak suretiyle oy kullanır. Yani kendi kararlarını kendisi alır. “Orası İsviçre, burada olmaz o” şeklindeki gerekçeli (!) itirazı öne süreceklere sormak gerekir: Neden olmasın? Sevinçlerde-üzüntülerde toplanmayı bilen bir toplum neden karar almak için de toplanmasın? Oy vermeyi, el kaldırmayı bilmiyor muyuz? Türkiye, genel oy ilkesini kabul eden ve -her zaman çok büyük övünçle ifade ettiğimiz gibi- kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren ilk ülkelerden biri. Demek ki oy vermeyi de gayet iyi biliyoruz. Sonuç: Toplanabiliyoruz, oy da verebiliyoruz. Peki yerel demokrasinin önünde başka bir engel var mı? Değiştirebiliriz! Var! Demokrasi lafını ağızlarından düşürmeyen ancak yerel seçim kampanyalarını bile kendi siyasal hırsları ve çekişmeleri uğruna kalitesiz bir genel seçim kampanyasına dönüştüren sığ politikacılar. Ve bu politikacıların yarattığı “bilgisizlik” ortamında kendine güvenini yitiren seçmenlerdeki “bu düzen değişmez” zihniyeti. Halbuki gayet güzel değişebilir, değiştirebiliriz! Yeter ki bunu gerçekten isteyelim ve yerele ve gerçek demokrasiye önem veren partileri ve bağımsız adayları seçelim. (Seçerken çok zorlanmayacaksınız, zira çok fazla sayıda değiller.) Değişim demişken, lütfen, Avrupa Birliği’ne üyeliği destekleyen bir partinin seçmeniyseniz parti başkanınıza veya hangi yetkilisini bulabiliyorsanız ona sorun: Avrupa Birliği’nin, yerel yönetimin daha iyi verebileceği hizmetlerde merkez yönetiminin yetkisini ortadan kaldıran “yerellik/yerinde hizmet” ilkesini biliyorlar mı? Veya 1957’de Avrupa Konseyi’nce düzenlenen Yerel Yönetimler Konferansı’nda merkez’in, yerel yönetimlerin özerkliğine saygı duyması ve yerel yönetimlerin mali açıdan özerkliğinin sağlanması gerektiği konusunda uzlaşıldığının farkındalar mı? Diyelim ki bunları bilmiyorlar... Ama herhalde -görevleri gereği- 1991’de Türkiye’nin de bazı çekincelerle imzaladığı “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı biliyorlardır. Hatta 8 Mayıs 1991 tarihli ve 3723 sayılı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun’da çekince koymadığımızı açıkladığımız Şart’ın 5. maddesinde, tam olarak “Yerel yönetimlerin sınırlarında, mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara önceden danışılmadan değişiklik yapılamaz” yazdığını bilmemeleri söz konusu olamaz. Peki neden geçen sene Meclis’in bir kararıyla bini aşkın belediye ortadan kalkarken ben, bir tane bile referandum yapıldığını duymadım? Siz duydunuz mu? Serkan Köybaşı / Bahçeşehir Üni., araş. gör., Yeşiller Partisi Beyoğlu İlçe Örgütü Eş Koord. |