Yerel Seçimde Genel Seçim Havası Esiyor, Siyaset 'Mahalle'ye Geri Döndü
15 günde 15 ayrı ilde 15 miting.. Başbakan Erdoğan'ın 8-23 Şubat tarihleri arasındaki seçim performansı böyle. Diğer yanda miting meydanlarına geri dönen CHP lideri Baykal ve hararetli konuşmalarla her iki ismi topa tutan MHP lideri Bahçeli.. Manzara Türkiye'nin bir genel seçime hazırlandığı izlenimini veriyor. Ancak 29 Mart'ta sandığa gidecek
15 günde 15 ayrı ilde 15 miting.. Başbakan Erdoğan'ın 8-23 Şubat tarihleri arasındaki seçim performansı böyle. Diğer yanda miting meydanlarına geri dönen CHP lideri Baykal ve hararetli konuşmalarla her iki ismi topa tutan MHP lideri Bahçeli.. Manzara Türkiye'nin bir genel seçime hazırlandığı izlenimini veriyor. Ancak 29 Mart'ta sandığa gidecek olanlar sadece yerel yöneticilerini seçecekler. Yerel seçimlere geri sayım sürerken siyaset dünyamızda da daha önceki
dönemlere kıyasla belirli farklılıklar kendini gösteriyor. Belki de uzun yıllar
sonra ilk kez bir yerel seçim bu denli politik anlamlar
içeriyor. Türkiye'de yerel seçimler yıllarca genel siyasetin gölgesinde kaldı. 1963'te
yapılan ilk belediye seçiminden başlayarak 1980'lere kadar gelen süreçte, siyasi
yapılar ve ideoloji mahalli adaylar için belirleyici unsur oldu. Partiler de
yerel seçimleri adeta genel seçimlerin bir provası olarak gördü. Örneğin 1963'te
gerçekleştirilen ilk belediye seçimleri Adalet Partisi'nin (AP), CHP karşısında
genel seçim öncesi kazandığı bir zafer olarak kabul edildi. AP, yerel seçimleri
bir genel seçim havasına sokarken CHP'li Cemil Sait Barlas özeleştiri gibi bir
açıklama yapıyordu: "17 Kasım'da yerel seçimler yapıldı. Fakat sanırsınız ki bu
seçimler milletvekili seçimiydi. Seçimler bir plebisit mahiyetinde olmuştur.
Seçimden önce yapılan radyo konuşmalarında parti sözcüleri hükümet
politikalarını elden geçirdiler. Seçim sonrasında durum meydanda... Ne illerin
derdinden bahseden var, ne belediyelerin."* Doğaldır ki bu süreçte ne adayların projeleri ne trafik sorunu ne de belediyelerin kaynak sıkıntıları tartışılıyordu. Mahalleler, belediyeler ideolojik olarak "tutulmuştu". Ancak 1980'lerden başlayarak Türkiye'nin yerel seçimleri politikadan sıyrılarak adeta bir proje yarışına dönüştü. 1989, 1994, 1999 ve 2004 yılında gerçekleştirilen son 4 yerel seçimde genel siyaset etkisini nispeten kaybederken kentsel problemler, altyapı, toplu taşıma projeleri yerel seçimlerin ana omurgasını oluşturmaya başladı. 1980'lerden itibaren farklılaşmaya başlayan belediye başkanı, belediye
meclisi üyeleri, yerel seçimlerin partiler üstü yapısını anlamak için iyi bir
örnek oluşturuyor. Örsan Akbulut'un yerel seçimler üzerine yaptığı çalışmasında
belirttiği üzere 1989 yerel seçimlerine gelinceye kadar, yapılan tüm yerel
seçimlerde, yerel seçim türlerinin hepsinde yani belediye başkanlığı, belediye
meclisi üyeliği, il genel meclisi üyeliği ve 1980 sonrasında da büyükşehir
belediye başkanlığı seçimlerinde, siyasal partiler benzer oylar aldı. 1989 yerel
seçimlerinden sonra ise genel olarak, belediye meclisi-belediye başkanlığı ile
il genel meclisi üyeliği seçimlerinde oy farklılaşması görülüyor. Örneğin DSP,
1989 seçimlerinde belediye meclisi üyeliği ve belediye başkanlığı seçimlerinde
yüzde 17 ve yüzde 16'lık bir oy oranı elde etmişken il genel meclisi üyeliği
seçimlerinde yüzde 20'lik bir oy oranı elde etmişti. Bu yerel seçimler yerel sorunların tartışılmadığı bir yerel seçim niteliğinde, bu da hem siyasi istikrar hem de Türkiye için üzücü. AKP yerel seçimleri kendisinin meşruiyeti, siyasal gücü ve toplumsal desteği temelinde bir referandum olarak görüyor; yüzde 47'nin aşağısına düşmezse, kapatma davası ve toplumsal uzlaşma eksikliği temelindeki eleştirilere seçimlerin yanıt vereceğini ve böylece kendi gücünü pekiştireceğini düşünüyor. CHP yüzde 20-22 bandını tutup, ana muhalefet partisi konumunu, dolayısıyla
Deniz Baykal kendisinin parti içi liderlik ve gücünü koruyabileceğini düşünüyor.
MHP-CHP'yi geçip ikinci parti konumuna gelip, seçmene ben kitle partisiyim
AKP'ye alternatifim demek istiyor. DTP, başta Diyarbakır olmak üzere bölgedeki
gücünü AKP'ye karşı korumak istiyor. AKP Diyarbakır, İzmir, Eskişehir, Çankaya
gibi "kilit yerlerde" kazanıp, Türkiye genelinde CHP ve bölgede DTP üzerindeki
gücünü sağlamlaştırmak istiyor. Bu anlamda da bence bir yerel seçimin bu kadar
genel seçim gibi yapılması bağlamında bir ilk yaşıyoruz. Bu da hiç kabul
edilemez bir ilk. Genel siyasetin, yerel seçimler üzerine etkisi eskiden beri mevcut bulunan bir şey. Türkiye'de yerel seçimlerin fonksiyonunun, beldeye hizmet götürme yarışmasından çok ve bunun tersine genel siyasette hâkim olan bakışın yerel olana yansıması olarak görüyoruz. Bu anlamda 29 Mart seçimlerinde siyaseten değişen pek bir şey yok. Ancak mevcut yerel seçim süreci iktidar ve muhalefet açısından bir meşruluk yarışına dönüşüyor. Özellikle AKP'ye yönelik kapatma davası ve Ergenekon soruşturmasına ilişkin
süreç, bir anlamda mevcut iktidarın meşruluğu ya da gayrimeşruluğunun ispatı
anlamına büründü. Muhalefetin en fazla yüklenmek istediği alanın da bu meşruluk
zemini olduğunu görüyoruz. Fakat muhalefet buna yüklenemiyor. Seçim tartışmaları
daha çok şahsiyat üzerinden yürütülüyor. Seçimler tiyatral bir duruma dönüyor.
Meydanlarda krizle ilgili somut öneriler, tahliller ya da yerel yönetimlerin
demokrasinin gelişimine etkileri tartışılmıyor. Yerel yönetici adaylarından çok
parti liderlerini görüyoruz. Erdoğan-Baykal-Bahçeli arasındaki şahsi
tartışmalarla bir genel seçim süreci atmosferi yaşanıyor. Bunun demokrasi
üzerindeki sonucu çok farklı olabilir. İktidarın meşruluğu ya da "iktidarlığı"
onaylanırsa hâkim parti sistemine geçilir ve bu uzun süre devam edebilir.
AKP'nin tutumuna bakılırsa, "son Osmanlı padişahı" pankartında görüldüğü gibi
bunun toplumun bütününe hâkim olması demokrasinin gelişimi açısından olumsuz bir
etki yapar. AKP'yi iktidara getiren unsurlardan biri "sessizlerin sesi" olması
iddiasıydı. Bu anlamda eşitlik tesis olduktan sonra, diğer eşitsizlikleri
görmeyen bir iktidar yapısına büründü. Bu yerel seçimlerin bir genel seçim havasında yaşandığını düşünüyorum. Gerçi Özal döneminde de 1984-89 yerel seçimlerinde genel siyaset belirleyici olmuştu fakat sonra projelerin konuşulduğu, tartışıldığı yerel seçimler yaşandı. 29 Mart seçimlerine bakarsak, burada hiç proje falan konuşulmadığını görüyoruz. Gerek iktidar gerek muhalefet açısından tüm yurtta bir genel seçim havası yaşanıyor. Bunun birkaç farklı sebebi bulunuyor. Öncelikle genel konuların her şeyin önüne geçtiğini görüyoruz. İşsizlik, yoksulluk gibi genel sorunlar şu anda halkı daha çok ilgilendiriyor. Adaylar istediği kadar proje anlatsın, şu anda halkın tartıştığı konular farklı. Öte yandan iktidarın siyasi anlamda yaptıkları da tartışma konusu. Belirli
bir kesimde "dinlenme" korkusu var. Bir de iktidarın medyaya saldırısı var. Bu
sadece basın hürriyeti anlamında anlaşılmamalı. Medya saldırısı herkesin haber
alma hürriyetini engellemesi bakımından demokrasiye ilişkin bir sorun teşkil
ediyor. Yerel seçim sürecinde bütün bunların etkili olduğunu görüyoruz. Tabii
sadece siyasetçinin değil, mevcut konjonktürün de etkisi var bu durumda.
Özellikle, Ergenekon ve Deniz Feneri gibi davaların yargı ve siyasallaşma
tartışmasının önemli etkileri bulunuyor. Yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, hukuk
devleti gibi meselelerin ön plana çıktığını görüyoruz. Güneydoğu'daki DTP-AKP
mücadelesindeki gibi genel siyasetin yerelde hâkimiyeti söz konusu. Anayasaya
göre genel seçimler öncesinde görevinden ayrılması gereken Adalet Bakanı'nın
bile merkezi "hükümetle iyi geçinecekleri seçin" şeklinde yerel seçime müdahil
olması bir rezalet. Deniz Baykal / CHP Lideri Çok oyla şımardılar, yanlarına yaklaşılmaz oldu. Çok oyu taşımak iktidarlar
için kolay değildir. Çok para insanı, çok oy siyasi partileri bozar. Siyasi
partiler de birdenbire hak etmeden büyük oy sahibi olunca ne oldum demeye
başlarlar. Şuna çatarlar, buna çatarlar, ortamı karıştırırlar, millete
hükmetmeye kalkışırlar. Seçime girerken mesela 'Oyunu bana vereceksin ha, oyunu
bana vermezsen sana gösteririm, sana hizmet vermem' derler. Milleti tehdit
etmeye, millete şantaj yapmaya başlarlar değil mi? Sen milleti ne hakla tehdit
ediyorsun. Seçim niye yapılıyor, seçim yapmanın anlamı ne? Seçimi yapacaksın,
millet kimi istiyorsa onu getirecek." Tayip Erdoğan / AK Parti Lideri "Şimdi medyaya sesleniyorum, bak malum medya, eğer boşluk arıyorsanız arka taraf boş. Ama ben arka tarafa değil, meydana sesleniyorum. Meydana bak. Biz bu ülkenin menfaatine halel getirmedik. Biz, kim ne derse desin adam gibi dururuz adam. Sayın Baykal Sinop'ta şahsımla ilgili bazı ifadeler kullanmış. Sayın Baykal beni bu makama sen getirmedin, milletim getirdi, milletim. Fakat senin bu milletle aran yok ki. Benim aldığım terbiye, aldığım edep dersi sana cevap vermeye müsaade etmez. Yoksa sana çok iyi cevabı veririm ama siyaseti bıraktıktan sonra. Bu makamda değil. Hortumlar kesilince birileri bağırmaya çağırmaya başladılar, feryada
başladılar. Çünkü alışmışlardı, onlara devamlı el pençe divan duranlar geliyordu
ve ne isterlerse alıyorlardı. Sayın Baykal da onların avukatlığını yapıyor. Bizi
nasıl bastıracak? Eline almış bazı dosyalar. Kırtasiyecide dosyalar bol. O
dosyalarla kapı kapı, meydan meydan dolaşıyor. Onun da gerçeği çıkacak
ortaya." Devlet Bahçeli / MHP Lideri "Oraya çıkıyorsunuz ve orada bu seçimlerdeki memleket için hayırlı olacak
düşüncelerinizi anlatacağınız yerde, kibirle, gururla, herkesi küçümseyerek
konuşmaya başlıyorsunuz ve konuşmanız siyasi üslubu çirkinleştiren, Türkçemizi
kabalaştıran ve herkese hakaret eden bir konuşma olarak dikkat
çekiyor. Bu tuzağa da başta CHP düşüyor. Türkiye'nin gerçeklerini vatandaşınla paylaşacağınız yerde iki yiğit çıkmış meydana, birbirlerine hakaret yarışıyla, seçim yarışı yapmaya çalışıyorlar. Sayın Başbakan'a sesleniyorum. Konuşurken dikkat et. Milletimize nezaket içerisinde ne yapmışsan onu anlat. Siyasi parti liderlerini azarlamaya kalkıyorsun. Hadi oradan, haddin değil bu senin." |