b>İstanbul bienalleri, artık tamamen yabancı küratörlere terk edilmiş durumda. Aradan geçen 20 yıla ve çağdaş sanatçılarımızın uluslararası etkinliklerine baktığımızda bu yöntemin başarı getirmediğini görüyoruz.
10. Uluslararası İstanbul Bienali'nde sergiler, etkinlikler sürüyor. İstanbul Modern'in düzenlediği eski bienal seçkileri, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ndeki küratör ve bienallere sanatçıların katılımıyla yapılan sempozyum, güncel sanatın ülkemiz sanatına yansıması çerçevesinde düşündürüyor.
Plastik sanatlarımızın 'Batı devşirmeciliği' hali, sanat sosyolojimizde, yaşadığımız toplumsal süreç yapımıza yakın olmayan, yapıştırma bıyık gibi duran, Batı yapıp etmelerini yakalama telaşı, İstanbul bienal platformunda da sürüp gidiyor. Batı sanat akımlarının yansımaları, bizim sanatçılarımızın onlarla birlik, bienaldeki yapıp etmeleri üzerine, sanat basınımızda haber ötesi derinlikli yorumlara rastlanmıyor.
Bienalimizin gelişme hikayesine bakacak olursak, bizim küratörlerimizle (Sayın Beral Madra ve Vasıf Kortun) başlayan düzenlemeler, tamamen yabancı küratörlere terk edilmiş vaziyette. Bunun gerekçesi, "Yabancılar bizim sanatçı kadrolarımızı dünyaya tanıtsın ve yurtdışında düzenlenen diğer bienallere davet ettirsin" diye düşünülmüş bir yöntem mi acaba? Aradan geçen 20 yıla ve çağdaş sanatçılarımızın yurtdışı-çağrılı uluslararası etkinliklerine baktığımızda yöntemin başarı getirmediğini görüyoruz.
Bienale gelen yabancı sanat kadrolarının, sanat çevremizle doğru ve güçlü kurulmuş ilişkileri olup olmadığı, 20 yıllık geçmişte sorgulanmadı. Batı'da düzenlenen bienallerin küratörlerinin, ülkemiz sanatçılarına tutkulu bir yaklaşımı olmadığı da açık. Sağdan say aynı, soldan say aynı, üç-beş çağdaş sanatçımızın 20 yıllık yapıp etmeleri ortada. O zaman, 'ithal küratör yöntemi'nin, olabilecek eleştirilere karşı, bienali düzenleyen İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı yönetiminin güçlü bir 'paratoner' yaratma taktiği olduğu, sanki dokunulmazlıkları varmış gibi yabancı küratörlere, yerlilere göre daha az laf edilebileceği düşünülüyor. Ve bu şekilde küratör ve ideoloji ithal ederek, içinde bulunduğumuz 'koloniyalist modernizm'in düşünsel duvarları çerçevesinde, aşılamayan tutsaklığımız devam ediyor. Bu yüzden bienallerimizde yer alan sanatçılarımız, kentimiz, bölgemiz, kimlik felsefemizin sorunsallarına yaslanan işler 'üretmekte yorgun'lar.
Sanatçının değil, küratörlerin sanatı
Modası geçtiği iddia edilen 'satılır, alınır' sanat nesnesi yerine, sanatın düşünselliğinin ön plana çıkarıldığı iddiası, bienalde görülen güncel sanat örnekleriyle sorgulanınca, ne kadar doğru? Güncel sanatta gerekli olan estetik birikim, kıvrak zekâ ve aykırılık bizim sanatçılarımızın güncelliğinde felsefesiz, yüzeysel, kuru bir 'yerleştirme ve dekorasyon' hüviyetini alıyor mu, almıyor mu?
Amerika'nın sanatını dünyaya yaymak üzere kesin bir kültür politikası olduğu, hatta bunun II. Dünya Savaşı'nın ertesinde CIA desteğiyle yürütüldüğü bilinir. Bunun için, 2004 Mayıs ayında Türkiye'de Doğan Kitap tarafından Ülker İnce'nin çevirisiyle yayınlanan Amerikalı araştırmacı yazar Frances Stonor Saunders'ın 'Parayı Verdi Düdüğü Çaldı - CIA ve Kültürel Soğuk Savaş' isimli eserine bakmak yeterlidir. Kitap bize, soğuk savaş yıllarında dünyada, özellikle Avrupa'da kültür ve sanat platformunda ne dümenler döndüğünü belgelere dayanarak anlatıyor. Paravan vakıflarla, gizli fonlarla yapılan bu büyük operasyonun, Sovyetler'in siyasi ürküntüsüne karşı başarılı olduğu ve Amerikan sanatını dünyaya yerleştirdiği açık bir gerçektir.
Bu tavrın, Amerika'nın bugünkü 'küresellik dayatması' içinde, yürüyüp yürümediğini sorgulamanın zamanıdır. Ortaya şibih-sanatçı benzerlerince konan işlere baktığımızda, bu bulanıklığın küratörler kanalından yürütülüp yürütülmediğini ne ölçekte sorguluyoruz? Artık açıkça belli olan olay, bienallerin, sanatçıların değil, küratörlerin sanatı olarak ortaya çıkmasıdır. Mimar Sinan'daki sempozyumda bu da dile geldi. Bu küratörlerin özelliği sadece sanata adanmışlık yerine, yabancılaştırıcı bir kültürel misyon mudur? Güncel kavramsal sanat vadisindeki etkinliklerin, sanat veya sanat olmama arasındaki ince sınırın, bienallerimizde ne ölçekte ihlal edildiği hakkında düşünmeli miyiz?
Plastik sanatlar alanımızda her şey, İstanbul bienaline endeksli hale gelmektedir. Diğer sanat etkinliklerine sponsor bulmak bir sorun haline geldi. Herkes gerekli desteği, bienale verdiğini bahane edebiliyor. Sanatın pratiği ve kuramsal alanda bu yeni dönem tüm boyutlarıyla sorgulanmadığı takdirde, sanattaki gidişimiz nafiledir.
|