Atölye pratiğinden bahsedebilir misiniz biraz? Bir metro istasyonu ya
da bir otel için yapılan bir tasarımla tarihi bir yapı için tasarım yapmak
arasında fark var mıdır?
Elbette fark var. Mesela Sütlüce Kültür Merkezi için yaptığımız çalışma bir
yıl sürdü. Sürekli geldik gittik; kimi zaman oraya bir masa açıp eskizlerimizi
orada yaptık. Orada Matrakçı Nasuh’ın bir İstanbul minyatürü vardı. Minyatüre
saygımızı koruyarak ama kendi çağdaş yorumumuzla sunduk. Akademi’den benim hocam
olan Cengiz Eruzun, büyük konser salonunun girişlerine Hacivat ve Karagöz’ün bir
soyutlamasını istedi. Biz de gölge oyunundan başlayarak bugüne gelen bir çalışma
yaptık. Böyle projelerde uyum içinde çalışmak çok önemlidir; Sütlüce’deki böyle
bir çalışma oldu.
Ankara Çayyolu üzerinde üç alt geçit var. Bunlar Bilkent, Hacettepe ve
Ümitköy köprüleri. Melih Bey, bu köprülerin altlarına seramik panolar yapmamızı
istedi. 1600 metrekarelik bir ölçü; ürkütücü bir rakam ve dinginliği, estetiği,
manifestoyu koruyacaksınız. Bir yürüyüş yolundan bahsetmiyoruz, arabaların hızla
geçtikleri bir yol. Ne yapacağımızı Melih Bey’le konuşarak çıkardık. İnsanların
evlerine ya da işlerine giderken gülümsemelerini sağlayacak Ankara’ya ait
şeyleri seçtik, yani kedisini, keçisini, tavşanını… Burada gördüğünüz bu
panolardan bir detay. İnanılmaz bir ilgiyle karşılaştık. Hatta Yapı Ankara
Fuarı’na katılmamızın en büyük nedeni de bu. Biz Yapı İstanbul Fuarı’na
katılırız normalde, zaten Ankaralı yatırımcılar ve mimarlar da oraya gelirler.
Ama biz bu topraktan para kazandık ve buraya borçlandık. Yatırımcılar İstanbul’a
gelebilir, ama halkın gelmesini bekleyemeyiz. Bu bir etik duruş şekli.
Atölyenin kapasitesi nedir? Nasıl işler?
2000 metrekarelik bir alandayız ve ortalama 40 kişiyiz. Bu 40 kişinin 7 – 8
kişisi tekniktir, gerisi sanatçıdır. Demokratik bir komunizm sistemiyle
çalıştığımızı söyleyebilirim. Herkes söyleyeceğini söyler, ama benim söylediğim
yapılır. Bir süre sonra onlar benim ne diyeceğimi bildikleri için o konuda daha
çok çalışmaya başlarlar. Her zaman onları dinlediğimi söyleyebilirim. Ama
buranın onlar için bir sıçrama tahtası olduğunu, yollarına devam etmeleri, kendi
tarzlarını yaratmaları gerektiğini açıkça söylerim.
Ayakta kalabilmek, duruşunuzu koruyabilmek için pek çok ekstra işler
yaptığınızı söylemiştiniz. Onların geleceği için ne düşünüyorsunuz?
Bu çok zor bir soru; buna cevap veremem. Sanırım 1993 yılıydı, kriz vardı.
Antalya’da bir otele iş yapmışız ama paramızı alamamışız, çekler karşılıksız
çıkıyor… Yaşamaya çalıştığımız bir dönem ve biz yine böyle bir sergideyiz.
Birkaç öğrenci geldi ve kendilerine yol göstermemi istediler. Konuşan çocuğun
yüzüne baktım ve arkamı dönüp gittim. Çocuğa ne diyeceğimi bilemedim; çok zor.
Çocuklar, ayakta kalabilmek için seramik ya da hobi kursları düzenliyorlar.
Belki bir süre sonra kurs vermeyi daha kolay bulmaya başlıyorlar ve diğer
mücadelelerinde ivme kaybediyorlar. Yapma diyemezsin, çünkü nasıl yaşayacak?
Eskiden belirli atölye üretimleriyle bazı şeyler yapabilirdiniz. Ama şimdi
‘küçük’ diye bir şey kalmadı; yaşayabilmek için büyük olmanız gerekiyor.
Ama eskiden olmayan bir şey de şimdi var. İlk başladığım zamanlarda küçük
seramik panolar hazırlayıp satmaya çalıştığımda, “bu nedir” sorusuyla
karşılaşıyordum. Duvara asıldığını söylediğimde, “resim var, neden bunu asalım”
sorusu geliyordu. Seramik panoyu anlatmak zorunda kaldım ben önce. Hiç
unutmuyorum, beş yıldızlı bir otel için seramik pano önerisi götürdüğümüzde,
“Nasıl bir şey o, fayans mı kaplayacaksın yani?” dediler. Ben seramikçiyim
dediğimde zannediyorlardı ki ben seramikleri duvara döşeyen ustayım. Sonra ‘ben
seramikçiyim’ lafını bıraktım, heykeltıraş olduğumu söylemeye başladım. Bir
dönem, ben kendim için ne diyeceğimi şaşırdım.
Değişen bir şeyler oldu mu dersiniz? Burada nasıl bir elektrik
alıyorsunuz?
İnancım, sanatçının her zaman toplumun önünde olduğu. Sanatçının ara ara
arkasına bakması gerektiğini düşünüyorum; eğer aradaki uçurum açılıyorsa elini
uzatıp çekmeli. Toplumun ona ilmik atmasını beklememeli. Zaten toplum ona ilmik
atabilseydi, zaten öyle olmazdı. İşte benim dönerek tutup çektiğimdir bu nokta.
Çünkü sanat fuarına gelmeyen bir halk kitlesi şu an burada.
Kaç fuara katılıyorsunuz, hepsi yapı fuarı değildir
sanırım?
Yılda 4 – 5 fuara katılıyorum; 2 – 3 karma ya da kişisel sergim oluyor. Bu
fuarlardan biri muhakkak Yapı Fuarı. Diğeri Art İstanbul, bir diğeri Tasarım
Haftası ve bir diğeri de Ideco… Ideco ve Tasarım Haftası’na uluslararası
arenadan da ciddi tasarımcı katılımı oluyor. Önce görüyorlar, sonra
dokunuyorlar, sonra da gelip atölyeyi görmek istiyorlar. Biz iyi şeyler
yapıyoruz. Burada sadece seramik pano görüyorsunuz; ama ben seramik, cam, çelik
çalışıyorum. Aynı panonun içinde karışık teknik çalışıyoruz.
Cahide Erel hakkında detaylı bilgi için
tıklayınız
Keremitya için
tıklayınız
|