Bir yandan bizimle konuşurken bir yandan da
'sergiyi' dolaşanları izliyor. "Sert cümlelerimi yumuşatın;
eğer insanları ajite edecek şeyler söylediysem yazmayın" diyor. Mesajların
verilmesinden, ama bunun kimseyi ajite etmeden yapılmasından yana. Sanat dünyası
Cahide Erel'i yakından
tanıyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Seramik Bölümü
mezunu olan Erel, en son 11 Eylül - 11 Ekim tarihleri arasında açık kalan ve
ilki Lüksemburg'da gerçekleştirilen "luxARTist" sergisiyle
gündemdeydi. Bunun için Yapı Ankara Fuarı'ndaki standlarını bir
'sergi alanı' olarak tanımlıyor.
Erel'in işi, kendi deyimiyle, mimarların yaptığı duvarlar üzerinde yaratımda
bulunmak. Cahide Erel ve atölyesinin yaptığı seramik panolar, metro
istasyonlarından alt geçitlere, kongre merkezlerinden turistik tesislere kadar
birçok yerde duvarları 'dillendiriyor'. Lafı fazla uzatmadan hiçbir zaman
sanatçı kimliğinden taviz vermediğini söyleyen Erel'e, yapı sektörü ve sanat
hakkındaki görüşlerine kulak veriyoruz.
Bir sanat atölyesi olduğunuzu özellikle vurguluyorsunuz. Yapı ve
sanat arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Mimarlığın sanatsal yönünün teknik
yönü karşısında mevzi kaybettiğini düşünüyor musunuz? Bir sanat atölyesi olarak
bienalde olmayı mı tercih ederdiniz, yoksa burada mı?
Az gelişmiş ülkeler için belki bunu söyleyebiliriz; ama gelişmiş ülkelerde
böyle bir teslimiyet yok. Öte taraftan hem İstanbul Bienali’nde varım, hem de
burada. "luxARTist" sergisini Bienalle eş zamanlı olarak Lüksemburg’lu
sanatçılarla birlikte gerçekleştirdik. luxARTist, altı Lüksemburg’lu ve beş Türk
sanatçının eserlerinden oluşan karma bir sergi. Orada, benim 12 hayat ağacım
sergilendi. Şimdi de burada, Yapı Ankara Fuarı’ndayız.
Ben Akademi’nin seramik bölümü mezunuyum. Öğrencilik yıllarında branşlaşmaya
başladığımızda, özellikle büyük duvarlar ve duvar panoları beni çok etkiledi. Bu
öyle bir hastalık ki, hala değişmedi. Bir yerlerde dolanırken hep duvarlara
odaklanırım; aklımdan oraya nasıl güzel bir pano olabileceğini ya da nasıl
yanlış değerlendirildiğini geçiririm. Devamlı mekan, duvarlar ve boşluklarla
hesaplaşıyorum yani.
Duvar ne anlama geliyor sizin için?
Eğer onu açmaya kalkarsak çok uzun bir sohbet olur. Duvar, hacmin sınırıdır;
hacmi duvarla oluşturursunuz. Duvar, yapıtaşı anlamına gelir. Ben, mimarların
oluşturduğu duvarlar üzerinde yaratımda bulunuyorum. İlk hamle mimardan gelir;
sonra benden. Dolayısıyla benim hamlelerimin mimarınkilerle eş anlamlı yürümesi
gerek. Hayatım boyunca duvarlar duvarları getirdi. Atölyeyi 1985 yılında kurdum;
o gün bugündür duvarlarla yatıp, duvarlarla kalkıyoruz. Elbette heykel de,
enstalasyonlar da yapıyoruz; ama duvarın kapladığı yer bambaşka. Atölyenin odak
noktası duvarlar.
Bir duvarda sizin için neler önemlidir?
Elbette duvarın nerede olduğu. Eğer Kahramanmaraş’taysa, o toprağın tarihi,
duruşu, yaşadıkları çok önemli. Bu duvar Bakü’deyse, oranın toprağının ne
söylediği çok önemli. Yoğunlaşırken, asla toprağın bana söylediklerini unutmam.
İkinci önemli noktaysa, hacim, o hacmin neye hizmet ettiği ve benim onunla ne
söyleyeceğim. Üçüncüsü ise vereceğim enerji. Ben nasıl bir enerji vermeliyim,
insanlara ne katmalıyım… Elbette bunlarla birlikte renk, şekil gibi başka
detaylar da var, ki zaten onlar da tasarımı oluşturuyor. Mimarın ne söylediği,
onu nasıl destekleyeceğimiz ya da onunla birlikte ne söyleyeceğimiz önemli.
Bütün bunları bir kağıda dökeriz ve sonrasında yaratım başlar.
Tasarımdan önce mekanın tasarıcısı olan mimarla bir araya geliyor
musunuz?
Kesinlikle. Talep, binanın sahibinden ya da bir kurumdan gelebilir; ama ben
öncelikle mimarın kim olduğunu sorarım, tanışmak, konuşmak isterim. Elbette
mimarla ters düştüğümüz zamanlar da olur. Her zaman çok barışık olamayabiliriz;
ama bu bir saygıdır. Mimarın her söylediğine katılmak yükümlülüğüm yok. Mesela
Konya’da bir otelde çalıştık. Otelin birçok verisi beni çok rahatsız etti. Konya
gibi yatay düzlemin egemen olduğu bir ovaya gökdelen yapıldı. Bence doğaya
aykırı; bu beni rahatsız etti. Minimalist bir oteldi, çok saygım var; ama
toprağıma, o toprakda yaşananlara da saygım var. Yaptığımız tasarımda buna bir
selam vermek istediğimizde hayır yanıtını aldık. Üzgünüm, o selamı vermeden
geçemem. Kırmızı bir leke atarak yolumuza devam edebileceğimizi söylediler; o
halde buyurun fırçayı ve siz atın.
Hem kamuyla hem de özel sektörle çalışıyorsunuz. İş verenin
yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?
Aslında karşı tarafın yaklaşımının nasıl olduğu önemli değil; sizin duruşunuz
önemli. Karşı tarafı dinlerim, isteklerine önem veririm; ancak kendi doğrularım
içinde. Alıcı, onaylamadığım bir şeyi benden almak ya da bana yaptırmak isterse
bunu kabul etmem. Kabul etmeyebilmek, atölyemin ekonomik özgürlüğünü sağlamak
için yıllarca başka şeyler ürettim.
Neler ürettiniz?
Mesela İKEA mağazalar zincirine porselen kulplar ürettim; bu yaklaşık altı
yıl sürdü. Baharat takımı üretip Tahtakale piyasasına sunduk. İlginçti, bir
bayan Tahtakale piyasasına ürün satmaya çalışıyordu.Bir alıcı çıktı, ama
Süleymaniye parkında Adana kamyonuna yüklememizi istedi. Özellikle Cuma
Cumartesi sabahları Süleymaniye parkından kamyon yüklenmesi hep duyduğum ve
merak ettiğim bir şeydi. O enerjiyi ve ortamı görmek için kendim gittim; yükleme
durdu. Saatler sonra atölyeye ambalajcı Ali Bey geldi, Süleymaniye parkında
işlerin durduğunu, herkesin parka gelen 'eksik etek'ten sonra hallerinin nasıl
olacağını sorguladığını anlattı. Bu anlattığım 1990’lı yıllarda oluyor.
Yerel yönetimlerle çalışmak için farklı bir donanım gerekiyor mu? O
bahsettiğiniz duruşu koruyabiliyor musunuz? Örneğin Melih Gökçek’le çalışmak
nasıl bir deneyimdi?
Kesinlikle
hiçbir müdahale olmadığını söyleyebilirim. Örneğin Melih Bey’le ilk görüşmemizde
bir sıkıntımız olduğunu kendine ilettik. Bir sanatçı olarak tasarılarımıza,
konseptimize ve duruş şeklimize karışılmasından hoşlanmayacağımızı bildirdik. O
da siyasi olmadığı sürece asla böyle bir şeyin söz konusu olmayacağı şeklinde
cevap verdi. Son bir yıl içinde Melih Bey’e çok iş yaptık. Hiçbir yaptığımıza,
kararımıza karışılmadı. "Yiğidi öldür, hakkını ver" derler ya, yapmadı ve
yaptırmadı. İstanbul’da da birçok iş yaptık; zaman zaman tavsiye mahiyetinde
öyle niyetler olabildiyse de duruşumuzla onu atlattık.
|