Küçük, bağımsız, fakir, mutlu ve artık uluslararası bir
mekan Unkapanı İMÇ’deki 5533. Şu sıralar 4. sergileri ‘Miguel Rothschild Plays
Miguel Rothschild’ başlıklı video programını buluşturuyorlar izleyiciyle. Kim
bilir daha kimleri ve neleri buluşturacaklar...
Adını 5. Blok’taki kapı
numarasından alan 5533’ün kurucuları Marcus Graf, Volkan Aslan ve Nancy Atakan.
Üçü de Türkiye sanat ortamındaki endüstrileşmeyi es geçip bağımsız işler yapmak
isteyenlerden. Öyle büyük büyük sözlerin yer aldığı manifestoları yok ama bu,
konunun konuyu açtığı bir söyleşi yapıp çetrefilli alanlara girmemize hiç de
engel değil...
Altı ay önce uçan daire gibi indiniz İMÇ’ye. Nasıl, herkes birbirine
alıştı mı?
Marcus Graf: Esnaf ve seyirci 10.
İstanbul Bienalinden alışkındı zaten. Ama yine de şaşırmıyor değiller. Şaşırtmak
iyi, korkutmak kötü. Şaşırtmaya ve hafif hafif etkilemeye çalışıyoruz. Ama bizim
‘dünyayı ve İMÇ’yi değiştirelim, insanları eğitelim’ gibi bir misyonumuz yok.
Nancy Atakan: Bienalden sonra bir anket çalışması
yapmıştık. Öğrendik ki insanlar memnun. Anlamadılar ama memnunlar. Kimse ‘bu ne
saçma şey, bir daha gelmesin...’ demedi.
5533 gibi bir mekan hepinizin zaten hayali miydi? Yoksa tesadüflerle
mi hayata karıştı?
NA: Aklımda her zaman böyle
bir yer açmak vardı. Burasının olabileceğini, merkezin dışında diye
düşünmemiştim hiç. 10. İstanbul Bienaliyle bu önyargım kırıldı ve aile yadigarı
mekanı değerlendirmeye karar verdim.
Çaycı Nuri’nin küratörlüğündeki Vitrin sergisi epey konuşulmuştu. Bu
uygulama devam edecek mi?
NA: Evet. Aralıkta
bir Vitrin sergisi daha olacak. Seçici yine esnaftan. Kim olacağı belli değil
daha, ama manifaturacı olan yan komşu çok hevesli.
Epey gezen oluyor mu sergileri?
VA:
İlk zamanlar merak edip gelen çoktu. Hatta Çaycı Nuri sayesinde çok popüler de
olduk. Gazete ve televizyonlar atladı hemen.
Çaycı Nuri bir halkla ilişkiler çalışması
mıydı?
MG: Öyle düşünen çok oldu. O niyetle
yola çıkmış olsaydık çok başarılı olacakmışız demek. Ama bu, bizim için doğal
bir süreçti. Esnafla iletişim kuralım istedik sadece.
Esnaf tamam. Peki ya genel sanat izleyicisi?
VA: İzleyici için burayı konumlandırmak çok zor.
Kavramlar uçuşuyor. Off space mi, open space mi, inisiyatif mi pek
anlaşılmıyor.
Nesiniz hakikaten?
VA: Ticari amaç gütmeyen bir
sanat mekanı.
MG: Bence bir inisiyatif. Bağımsız sanat
merkezi de diyebiliriz ama merkez için pek ufak. Aslında üçümüz de güncel
sanatla ilgileniyor, toplumun ve kültür alanının aktif bir parçası olmak
istiyoruz. Dahası olmaya mecburuz. Çünkü biz yapmazsak kimse yapmaz. Derdimiz
bu.
Sanatın politik iktidar ve piyasayla kurduğu çetrefil ve sabıkalı
ilişkinin neresinde duruyorsunuz bu
durumda?
MG: Şöyle anlatayım... Sağlıklı ve
güçlü bir sanat ortamının üç tane ana oyuncusu vardır. Devlet, özel sanat
kurumları ve bağımsız sivil inisiyatifler. Türkiye’deki üçgende devlet çok
zayıf. Ortam özel kurumların elinde. Güç onlarda olduğu için onlara karşı bir
korku da gelişmiş. Dengesizlik var. Denge sivil inisiyatiflerle kurulabilir
ancak.
Siz o korkuyu geliştiren tarafta da bulundunuz uzun
süre...
MG: Evet. 2003- 2007 yıllarında Siemens
Sanat’ta yoğun bir tempoda çalıştım. 14 sergi yaptım, 100’den fazla sanatçıyla
çalıştım.
Bağımsız insiyatifler pek çok kimse için başlangıç noktası
sayılabilir mi?
MG: Tabii ki. Pek çok kişi
büyük galeri ve resmi kurumlarla çalışmadan önce buralarda çalışıyor. Böyle bir
mekanın özgürlüğü farklı.
Siemens Sanat’tan neden ayrıldınız?
MG: Bir sorun yoktu. Ama kurum kimliğiyle ben
bütünleşmeye başlamıştım. Oradan emekli olmak istemedim. Hem bana, hem kuruma
yeni bir kan gerekliydi. Bir kurum ile çalıştığınızda çok şey öğreniyorsunuz ama
yönetime uymak gerekiyor. Avantajı da dezavantajı da var. Dezavantaj, bu
kurumların çok büyük ve hantal olması. Avantaj ise bütçeleme, zamanlama,
pazarlama gibi konularda tecrübe kazanmak.
Sansür oluyor mu?
MG: O her
yerde var. Burada da... Bulunduğunuz mekanda varolan mevcut kurallara göre
oynayacaksınız oyunu. Kuralları aşmaya, esnetmeye çalışabilirsiniz ama bir anda
höt diye ‘biz gelip kıracağız’ olmaz. Centilmenlik anlaşmasında aşırı siyaset,
yani propaganda ve pornografi siyah beyaz. İMÇ’de de pornografi gösteremeyiz.
Zaten muhafazakar bir mekan, toplumsal tabaka belli. Bunu belki evinizde bile
yapamazsınız. Hafif hafif aşılıyor ama birden olmaz.
Şirketler isimlerinin sanatla anılmasını istiyor ve sanatı
destekliyor. Sanatçılar da üretimlerini sergilemek... Bu durumda, alan ve
satanın memnun olması gerekmez mi?
MG: Bu
şirketler çok büyük bir boşluğu dolduruyor. Hepsi kapılarını kapatsa ne
yapacağız? Borusan kapandı, böyle kaldık. Devlet yok olursa, kurumlar yok
olursa, inisiyatifler nereye kadar... 5533 için de sponsor arıyoruz mesela.
Sponsorsuz; benim paramla, onun parasıyla olmaz. Devlette sergi açmayın, kurumda
açmayın, oturup köşeye ağlayın. Olmaz ki. Kenara çekilmek ve şikayet etmek
yanlış.
O meşhur ‘sanat sonunda halka indi’ cümlesi 5533 için de kuruldu. Bu
nasıl bir istek ve sonuç?
NA: Orada kastedilen
sanatın merkezden çevreye geçmesi.
MG: O kadar basit
olsaydı; sanat, 50-60 senedir halkın bir parçası olurdu. Bu çaba 80’lerden beri
epey hızlandı. Bazıları kötü niyetli olarak bunu bir halkla ilişkiler faaliyeti
ya da şehri pazarlama aracı olarak kullanıyor. Bütün kurumlar, büyüklü küçüklü,
sanatı halka indirmeye çalışıyor. Çünkü sanat, toplumla ilişki kurmak ve
toplumun bir parçası olmak istiyor. Ama ‘inmek’ yanlış bir kullanım. İndirirsek
popülerleştiriyor, kolaylaştırıp sığlaştırıyoruz. Çiçek böcek meseleleri... Ben
istiyorum ki sanat halka inmesin, halk sanata yükselsin. Neden insanlar sanatla
ilgilenmiyor? Çünkü erken yaşlarda doğru düzgün bir sanat eğitimi verilmiyor. Bu
kuşaklar hep kayıp.
Güncel sanat, hayatın içinde olmayı bu kadar dert edindiği halde
neden uzak kalıyor? MG: Aslında çok basit bir açıklaması var bunun.
Güncel sanat bir uzmanlık alanı. İçinde karmaşık terimler var. Aynı şey
matematik için de geçerli. Çözemeseniz de saygı duyarsınız. Güncel sanat da
öyle. Terimleri, yaklaşımları ve referansları var. Bu referanslar tabii ki
hayatla ilgili. Ama içe dönük ve sanatsal biçimde. Bu referansları bilmeden
çözmek çok güç.
Matematiğin ‘hayatın içinde olayım’ diye bir kaygısı yok
ki... MG: Biz herkes güncel sanatla ilgilensin demiyoruz. Ama
insanlara bir şans vermek lazım. Talep beklersek daha çok bekleriz. Bu yüzden
kendi ziyaretçilerimizi yetiştirmemiz gerekiyor. 2001’de Türkiye’ye geldiğimde
hiçbir şey yoktu. Müze, galeri, inisiyatif... Hiç. Son 6-7 senede müthiş şeyler
oldu. Gelişme ve istek var. Yavaş yavaş. İnsanların kafasında bir ‘tık’ oluyor.
Bir çentik. Bunu yapmalıyız en azından. Bienal, kurumlar, sivil inisiyatifler
ile dergi ve gazeteler çok önemli.
Artık sanattan kaçamaz mıyız yani? MG: Kaçamayız.
1980’lerde inanılmaz yatırımlar oldu. Mesela Almanya’da beş sene içinde 200 müze
açıldı. Türkiye de şimdi öyle bir durumda. Sanatla ilgileniliyor. Altında başka
bir yönelim yoksa çok güzel bu. Ben kendi adıma politik göndermeli işlerden
nefret ediyorum. Baktım, anladım, öğrendim. Eeee... Sanat eseri çok katmanlı ve
toplumsal olmalı; siyasal da olabilir ama bir yandan da bireysel olup referans
vermeli. Şaşırmalı ve anlayamamalıyız ki, ‘tamam’ deyip bir kenara koymayalım,
üzerine gidip anlamaya çalışalım.
|