Vahşi kapitalizmin dayattığı çalışma koşullarının hüküm
sürdüğü Tuzla’da ölümler, çözüm vaatlerini ve duyarlılık gösterilerini her geçen
gün daha fazla anlamsızlaştırarak, 128’e ulaştı. Ölen öldüğüyle kalıyor ve
Tuzla’da güvencesiz, güvenliksiz çalışma koşulları sürüyor. Tersane işçisinin
sabah çalışmak için çıktığı eve, akşama tabut içinde dönmesi artık sıradanlaştı.
Daha fazla kâr elde etmek için harcanan olağanüstü “çabanın” bir gereği, bir
bedeli olarak normalleştiriyorlar bu ölümleri.
Ölen işçi sayısı 128’e ulaştı, buna rağmen ciddi hiçbir önlem yok. Çünkü işçi
meselelerinin siyaseten sahibi yok. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Kayıt
Dışı ve Kaçak İşçilik Raporu’nda “Kayıt dışı istihdamı kayıtlı hale getirmeye
çalışmak, bazı sektörlerde (tekstil ve konfeksiyon gibi) kayıt dışılıkla
sağlanan uluslararası rekabet gücünün azaltılmasına, dolayısıyla ihracatın ve
ekonominin olumsuz yönde etkilenmesine yol açabilecektir” deniyor. Rapor açık
açık Tuzla’yı çalışma kampına çeviren faili belli ediyor. Yasadışı çalışmaya göz
göre göre ışık yakan hükümetin tercihi gün gibi ortada. Onlar için piyasa,
rekabet, kâr gibi kavramlar, insandan, insan hayatından daha kutsal. Piyasanın
meşruiyetine bu kadar inanan bir siyasal partinin kendi inisiyatifi ve
iradesiyle Tuzla’da sahici bazı adımlar atmasını beklemek sadece hayal. AKP’nin
çalışma yaşamının insanileştirilmesi yönünde adım atmaya zorlanması ancak güçlü
ve etkili bir muhalefetle olur. Ne var ki AKP’yi bu alanda sıkıştıracak ne
sosyal ne de siyasal bir muhalefet var.
Bir an için işin sosyal muhalefet boyutunu ihmal ederek, siyaseti boş ve
boşaltılmış alanlar üzerinden tarif etme alışkanlığına kendimizi kaptırarak
iddialı bir cümle kuralım: Bu alanda büyük bir boşluk var. Tuzla, siyasal
arenada doğan boşluğa işaret eden, emek eksenli siyasete, sola duyulan ihtiyacı
ortaya koyan en somut simgelerden biridir. Tuzla’nın ortaya koyduğu,
neoliberalizmin dayattığı politikalar karşısında, emeğin sosyal ve sendikal
haklarını geliştirmeyi, insanca çalışma ve yaşama koşullarını hedefleyen
toplumsal ve sosyal yararı temel alan bir ekonomik politikayı savunan bir
siyasal partidir. Oy desteği ne olursa olsun, eğer etki gücü yüksek, yeri
yerinden oynatmayı başarabilen sol bir parti olsaydı, hükümet Tuzla’da önlem
almak konusunda bu kadar isteksiz davranabilir miydi? Ya da ölümler bu kadar
sıradanlaşabilir miydi? Şüphe yok ki aynı soruları Kürt sorunu, kayıplar, faili
meçhul cinayetler vb. konularda da sormak gerekiyor. Olanaksız gibi duran
şeylerin gerçekleşebilmesi için aklımızın, vicdanımızın, adalet duygumuzun en
çok bu sorulara yanıt araması şart galiba.
Sosyal kimlik siyaseti
Tuzla ölçeğinde bir kez daha görünüyor ki, memleketin sola acil ihtiyacı var.
Peki nasıl bir sol sorusunun yanıtını da yine Tuzla’da bulmak mümkün: Çünkü
Tuzla’da yaşananlar, emek meselelerinin solun ilgi alanının dışına çıkmış
olmasının da bir sonucudur. Uzunca bir süredir sol için emek eskisi kadar
üzerinde durulması gerekmeyen, gözden düşmüş bir kategori haline geldi. Artık
emek meselesi üzerine ideolojik ve örgütsel enerji harcanmıyor. Emekten ve
emeğin meselelerinden uzaklaşan sol, zımnen kapitalizmin meşruiyetini ve
mevcudiyetini kabullenen bir noktaya evriliyor. Kapitalizmi aşma perspektifini
taşımayan, kapitalizmi kapitalizm olmaktan çıkarmayı hedeflemeyen sol da sol
olmaktan çıkıyor. Dolaylı olarak Tuzla’da yaşananların siyaseten paydaşı haline
geliyor. Solun bir süredir sözünü çoğaltmayı başaramaması da büyük ölçüde bu
yüzden. Emek eksenli siyasetten uzaklaşan sol, aynılaşmış siyasal arenada bir
fark yaratamıyor. Yeni insanlarla buluşarak örgütsel gücünü, oy desteğini
artıramıyor. Oysa solun sözünü çoğaltmasının yolu sosyal kimliğe ve o kimlik
nedeniyle yaşanan sorunlara seslenmekten geçiyor. Türkiye gibi sağın ve
muhafazakârlığın kuşattığı bir toplumda insanların siyasal tutumlarını
değiştirmeleri ancak böyle mümkün olabilir. Dün Muğla’nın Ula ilçesinin
Portakallık köyünde bir hafız olan İbrahim Mersin’i sosyalist yapan, dindar bir
işçiyi TKP Merkez Komite Üyeliği’ne taşıyan, lümpen bir pazarcıyı komünist
militanlığına götüren, onların tutumlarında angajmanlarında değişikliğe yol
açan, solun emek eksenli siyaset yapmasıdır. Sol, kapitalizmin sınıfsal ve
siyasal işlevini teşhir ederek, kapitalizmin mağdurlarını, yaşattığı hayatı
değiştirme vaadiyle mücadeleye kazandırıyordu. 1970’li yıllarda CHP’nin, 1980’li
yıllarda SHP‘nin yükselmesinde de sosyal kimliklere seslenme siyasetinin çok
büyük payı vardır. Bazıları için çok geleneksel gelebilir ama sol siyasette sözü
çoğaltmanın geçerli yolu hâlâ budur. Sol sağcılar gibi dini kullanarak,
liberaller gibi piyasaya methiyeler düzerek büyüyemez, ancak onların kötü bir
taklidi olur. Aslı varken de kimse taklidine rağbet etmez.
Bazı yanlış anlaşılmalara yol açmamak için hemen belirteyim: Solun kimlik
meseleleri etrafında pozisyon tutmasına, kimlik sorunlarına dair fikir
söylemesine, önerme yapmasına, bir mücadele alanı olarak bunlarla uğraşmasına
kimsenin bir diyeceği olamaz. Elbette kimlik siyaseti, emek eksenli siyasetin
boyutunun küçültülmesinin aracı yapılmadığı sürece.
Sol ne yapmalı sorusuna hakiki ve hakikatli yanıt aranıyorsa burada yapılması
gereken solun fikri müktesebatına, tarihsel deneyimlerine başvurmak olmalı. Sol
kendini başkalarına benzetmeye çalışarak, liberalizmin elden ve gözden düşmüş
önerilerine itibar ederek güç ve etkinlik kazanmadı. Tamamen kendine özgü yol ve
yöntemlerle büyüdü. Bugün de aynı şeye yeniden başvurmaktan başka bir yol yok.
Tuzla’nın da Türkiye’nin de ihtiyacı, emek meselesini küçümseyen liberalizme
özgü yaklaşımlara prim vermeden dün yaşadığı deneyimleri günün gerçekleri
karşısında gözden geçirip yenileyerek emek eksenli bir siyasal hatta yürümektir.
Gerisi siyasal rolünü başkalarının söylediği türküye alkış tutmaktan ibaret
görmek istemeyen solcuların yaratıcılığına, örgütsel yeteneğine, inanç ve
kararlılığına kalmış...
|