Türkiye su mevzuatının geçirdiği evreler ve günümüzde durum
Konuyu, Medeni Kanun’un kabul edildiği dönemden başlayarak açıklamakta yarar vardır. Eski Medeni Kanunumuzun Tatbikatına İlişkin Kanunun 43. maddesinde ‘Mecelle Mülgadır’ denildiği halde, su uyuşmazlıklarının çözümünde yeni bir düzenleme de bulunmadığından, Medeni Kanun Başlangıç Hükümleri nedeni ile örf, adet ve teamül kurallarına başvurma zorunluluğu süregelmiştir. İslam hukukunda önemli yeri olan bu husus, maddede ‘bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır’ ve ‘kadim kıdemi terk olunur.’ Bu maddelerden hareketle ‘Kadim su hakkı’ kavramı günümüze kadar tartışmalı da olsa süregelmiştir. Dolayısıyla su uyuşmazlıkları adli yargıda,’Kadim Su Hakkı’ kavramı olarak çözümlenmeye çalışılmıştır. Oysa idari yargı, umuma ait sulara ilişkin ihtilaflarda kamu hukuku kurallarının geçerli olması gerektiğine ağırlık vermiş ve içtihatları da bu doğrultuda gelişmiştir. Türk yargı sisteminde idari eylemlerden doğan zararların tazmini istemi ile açılan davaların idari yargı yerinde görülmesi hakkında, uyuşmazlık mahkemesinin kararları ile “plan ve projeden ya da bunların uygulanmasından dolayı gerçekleşen olaydan meydana gelen zarar ve ziyanlardan dolayı açılan davalara bakma görevinin idari yargının görevi olduğu doğrultusunda ki Yargıtay’ın kararları incelendiğinde (05.07.1989 tarih, 1989 / 17-18 Uyuşmazlık mahkemesi Hukuk Bölüm Kararı ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 24.03.1996 tarihli kararı) umuma ait sularla veya bu suların kullanım amacıyla ilgili uyuşmazlıklarda çözüm yerinin idari yargı olduğu görülmektedir. Ayrıca kamu hizmeti amacıyla yapılan su ile ilgili kamu inşaatları nedeni ile umuma ait suyu kullanırken, suyu kesilen değirmen sahiplerinin açtığı tazminat davasının adli yargı yerine idari yargıda görülmesine yönelik Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.06.1988 gün ve 1988 / 499 karar sayılı ilamında, ‘Davanın konusu idarece Göksun Ovası Sulama ve Taşkın Koruma Projesi nedeni ile yapılan inşaatın doğurduğu zararın tazminine ilişkin olması itibari ile davaya bakmakla idari yargı görevlidir’ denilerek, benzer davalara idari yargının bakması gerektiği konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görüşü benimsenmiştir. Bu doğrultuda idari yargıya intikal eden davalara idari yargının verdiği kararlar, Türkiye’de hangi umumi suyun hangi kamu hizmetine tahsis edilmesi gerekeceği konusunda karar vermeye, tahsise, tahsisi kaldırmaya ya da değiştirmeye DSİ Genel Müdürlüğü’nün yetkili olduğu hususunu açıkça ve keskin bir biçimde artıya koymuş ve böylece 6200 Sayılı Kanun’un birinci ve ikinci maddelerin yorumundan çıkarılan kamuya ait suların planlanması ve tahsisi yetkisinin DSİ Genel Müdürlüğü’ne ait olduğu hususu Yüksek Yargı organlarınca pekiştirilmiştir. Benzeri sayısız Danıştay kararı ile konu içtihat yönünden de yerleşik bir hal almıştır. Bütün bu kararların 6200 sayılı kanunun birinci ve ikinci maddeleri ile birlikte bir bütünlük arz edecek şekilde değerlendirilmesi sonucunda; 1- Kamuya ait suların ıslah edilerek ve önem ve öncelikleri de dikkate alınarak kamu hizmetine tahsisi, tahsis sıralarının değiştirilmesi veya kaldırılması konusunda ülkemizde görevli kuruluşun DSİ Genel Müdürlüğü olduğu, 2- Suların kamu hizmeti tahsisinden dolayı bireysel zarar taleplerinin ve kadim su hakkı iddialarının geçersiz olduğu, 3- 6200 ve 167 sayılı kanunların DSİ Genel Müdürlüğü’ne verdiği görevleri yerine getirirken, planlama aşamasında yapılması zorunlu etüd ve değerlendirmelerde, fizibilite çalışmalarında “kadim su hakkı” faktörünün tespit ve hesaplamalarda dikkate alınmaması gerektiği sonuçlarına ulaşılmaktadır. Yukarıda sözü edilen 6200, 167, 1053 sayılı yasalar dışında su ile direkt ya da dolaylı ilişkisi bulunan sair yasaları, 2560 sayılı İSKİ kanunu, 831 sayılı Sular Hakkında Kanun, 178 Sayılı Askeri Garnizonların İçme ve Kullanma Sularının Temini Hakkında Kanun halen yürürlükte bulunmaktadır. Sularla ilgili olarak verilen yukarıdaki yasal düzenleme kronolojisi sonucu gözümüzde ulaşılan durum yeterli ve tatmin edici olmaktan uzaktır. Öte yandan su ve çevre konularındaki AB mevzuatına uyum çalışmaları ve bu doğrultudaki yeni düzenlemeler yapılması hususları AB’ye sunulan ulusal paket içerisinde yer aldığı gibi 7., 8.ve 9. Beş Yıllık Kalkınma Planları içerisinde de yer almıştır. Bu doğrultuda DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan bir komisyon marifeti ile yapılan çalışmalardan emsal anlamında yararlanılabileceği düşüncesi ile İspanya, İngiltere, Almanya, Danimarka, Fransa, Brezilya, İsrail, Güney Afrika ve Meksika su mevzuatı ile AB su politikalarına ilişkin mevzuatı Türkçe’ye kazandırarak bir bilgi birikim sağlanmıştır. Bu birikim içerisinde yasaların Türkiye’nin genel yapısı, jeolojik durumu, Anayasası, diğer mevzuatı, geleneksel yapısı, toprak mülkiyeti ve benzeri başka kriterler dikkate alınarak taranmıştır. İncelenen bütün bu mevzuatın ortak faydalarını özetlemek ve sıralamak gerekirse; *Hemen her ülkede kamuya ait suların devletin hüküm ve tasarrufunda olduğu görülmektedir. *Nehir havzası bazında, yönetime kullanıcıların katıldığı bazı ülkeler dışında (ki bunlarda da denetim yine devletin yetkisindedir) su yönetiminin devlet tarafından yürütüldüğü anlaşılmaktadır. *İncelenen yabanı mevzuatın hemen hepsinde, su kaynaklarının kamu yararına en uygun düzeyde optimal kullanımının ve faydalanılmasının esas olduğu, bireylerin kullanılabilir kalitede ve kantitede su haklarının bulunduğu, su kalitesini koruma ve sürdürme koşulu ile aşağıdaki önceliğe önceliğe göre kullanılması gerektiği konusunda yaklaşım birliği olduğu gözlemlenmiştir. Bu öncelik sırası şöyle sıralanmaktadır: - İçme ve kullanma suyu ihtiyacı, *Hemen her ülke yasasına su kaynaklarını kullanım bedelini
koymuştur *Hemen her ülke su kaynaklarının korunmasında ‘kirleten öder’ ilkesinin yasalarına koymuştur. *Hemen her ülke su hakları sicilini oluşturmuş ve tahsislerin sicilini tutmaktadır. DSİ Genel Müdürlüğü’nde yukarıdaki prensipler ve AB Su Direktifleri’nin
detayları da dikkate alınarak hazırlanan “Çerçeve Su Yasası”nın son düzeltmeleri
yapılmakta ve yakında taslak Bakanlar Kurulu’na sunulacak hale gelecektir. Aynı
düşünce ve yaklaşım ile ele alınan 6200, 167 ve 1053 sayılı yasalarında
birleştirilecek ve AB Su Çerçeve Direktiflerini de kapsar biçimde tek yasa
haline getirilmesi çalışmaları da tamamlanmak üzeredir. Her iki tasarının en
kısa sürede yasalaşması halinde ülkemiz AB yolunda çok önemli bir mesafeyi kat
edecektir.”
|