Bu yıl 7’ncisi düzenlenen Vehbi Koç Vakfı’nın 100 bin
dolarlık ödülüne layık görülen Arkelog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, ödülü öncelikle
Kırklareli kentinde kurdukları araştırma merkezinin ve kısmen gerçekleştirmiş
oldukları kültür sektörü projesinin tamamlanması için kullanılacaklarını
söyledi. Prof. Özdoğan, sorularımızı yanıtladı.
Ödül töreninde yaptığınız konuşmada Türk arkeolojisinin hızla
gelişmekte olduğunu belirttiniz, bu konuyu biraz açabilir misiniz?
- Türk arkeolojisinin 150 yılı aşkın köklü bir geçmişi var. Osmanlı
İmparatorluğu’nda arkeoloji Batılılaşma paketinin bir parçası olarak başladıktan
sonra Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Atatürk’ün kişisel ilgi ve çabalarıyla
gelişerek kurumsallaştı. Bu süreç içinde birçok önemli bilim insanı yetişti, bu
bilim insanları uygarlık tarihine katkı yapan kazı ve araştırmaları
gerçekleştirdi, kendine saygın bir yer edindi.
Ancak son yıllar içinde Türk arkeolojisi hızlı bir atılım yaparak dünyada
kültür tarihi alanında gelişen yeni eğilim ve açılımları hızla benimsedi, içine
kapanık geleneksel yaklaşımını değiştirmeye başladı. Ülkemizde arkeolojik kazı
ve araştırmaların sayısının hızlı bir artış göstermesi yeni yetişen genç
kuşaklara önemli bir kazanım sağladı, geleneksel arkeolojinin eser tanımına
dayalı dar bakış açısının dışına çıkarak arkeolojiyi farklı bir şekilde ele
almaya yönlendirdi.
‘Genç kuşakların bakış açıları değişiyor’
Günümüzde arkeoloji uygarlığın ve bunu oluşturan insanın gelişim sürecini,
içinde bulunduğu doğal çevre ortamıyla birlikte ele alarak bir zaman ölçeğinde
neden, nasıl, ne zaman gibi sorulara somut verilerle yanıt arayan bir bilim dalı
haline geldi. Yeni yetişen genç kuşaklar çağdaş arkeolojinin gereklerine uygun
olarak çok sayıda araştırmaya katılmakta, yönetmekte ve bunu yaparken de bakış
açılarını geliştirerek dünya bilimsel platformunda ön plana çıkmakta.
Türkiye’nin, bilimsel arkeolojinin dünyada en hızlı gelişen ülkelerden biri
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Beni çok onurlandıran bu ödülü de, bilim
dünyasındaki yerini giderek saygın bir konuma taşıyan Türk arkeolojisi ve bunu
gerçekleştiren meslektaşlarım adına almış olduğuma inanıyorum.
- Genellikle toplumumuz arkeolojiyi daha çok müzelerdeki eserler,
turistik gezilerin parçası olan ören yerleri olarak görme alışkanlığında; siz
arkeolojiyi farklı bir şekilde tanımlıyorsunuz...
- Çok haklısınız toplumumuzda arkeoloji, daha çok eser toplayıcılığı, define,
kaçakçılık ya da turizmin bir girdisi olarak görülmekte. Oysaki bilimsel
arkeoloji uygarlığın nasıl geliştiğini, günümüze nasıl geldiğini açıklamaya
çalışan bir düşünce sistemidir. Bizim amacımız eser bulmak değil, insanlığın
nasıl geliştiğini anlamamızı sağlayacak her türlü bilgiyi, veriyi ortaya
çıkarmak ve böylelikle bir yanda geleceğe yönelik bir öngörünün temellerini
sağlarken, diğer yanda düşünce sistemimizi zenginleştirmektir.
Burada önemli olan, geçmişe ne tür sorgulamalarla bakıldığıdır; örneğin
günümüzde iklim değişikliklerinin ilerideki yaşamımızı nasıl etkileyeceği çok
güncel bir soru olarak karşımızdadır. Arkeoloji geçmiş dönemlerden iklim
salınımlarının insan yaşamını ve bulunduğu ortamı nasıl etkilediğini, ne gibi
sonuçlara yol açtığını ortaya koyarak yeni modellerin geliştirilmesine katkıda
bulunmaktadır. Bu bağlamda arkeolojiyi bir zaman laboratuvarı olarak da
düşünebiliriz. Kuşkusuz bunun yanı sıra arkeolojinin antikalar, eski eserler,
turistik potansiyel, siyasi ya da etnik yorumlar gibi çok sayıda yan çıktısı da
var.
‘Arkeolojik dolgular geçmişin belleğidir’
- Toplumda eski eserlerin korunması, sit alanlarının oluşturulması
zaman zaman sıkıntılara neden oluyor...
- Her şeyden önce arkeolojik dolguların geçmişin belleği, tüm insanlığı
ilgilendiren bilgi arşivleri olduğu unutulmamalı. Geçmişten günümüze gelen bu
dolgular bir bilim insanı tarafından ele alındığında, höyükler, tümülüsler gibi
ölü arşivlerde saklanan bilgiler etkin, kullanılabilir bilgiye dönüşmekte, bu da
bizim insanlığın gelişim sürecini anlamamızı sağlamaktadır. Bu şekilde bir bilim
insanı tarafından ele alınmadan yok edilen her arkeolojik dolgu, bir arşivin,
bir kitaplığın kaydedilmeden yok edilmesi gibi insanlığın ortak belleğinin
ortadan kaldırılmasıyla aynı anlamdadır.
Bu nedenle çağdaş anlayış, bilgilerin saklı olduğu bu dolguların bilim
insanlarının müdahalesi olmadan hiçbir şekilde yok edilmemesi esasına
dayanmaktadır. Ancak bunun yanı sıra çağdaş yaşam da tüm gerekleriyle
sürdürülmeli. Akılcı bir planlamayla, geçmişin öğrenilmesi ve bunun kanıtlarının
gelecek kuşaklara aktarılması günümüzü rahatsız etmeden sağlanabilir.
- Şu anda yürüttüğünüz projelere de kısaca değinebilir
misiniz?
- Benim esas ilgi alanım insanlığın tarım ve hayvancılığa dayalı yerleşik
yaşama, köy yaşantısına nasıl, nerede, niçin ve ne zaman geçtiği sorularına
odaklanmıştır. Bizim Neolitik Devrim adını verdiğimiz, ders kitaplarında hâlâ
“Cilalı Taş Devri” olarak adlandırılan bu dönen günümüz uygarlığının
temellerinin atıldığı sosyal ve ekonomik dengelerin farklı bir şekilde
biçimlendiği dönemdir.
Uzun yıllar Güneydoğu Anadolu’da Ergani yakınlarındaki Çayönü, Urfa-Birecik
yakınlarındaki Mezraa-Teleilat gibi kazı yerlerinde, yukarıda değindiğim
sorulara yönelik olarak çalışmalar yaptıktan sonra, son yıllarda bu yeni yaşam
biçiminin Anadolu’dan Avrupa’ya aktarımı üzerinde çalışmaya başladım. 1993
yılından bu yana da çalışmalarımı Trakya’da Kırklareli bölgesinde
sürdürmekteyim.
Burada elde ettiğimiz sonuçlar yalnızca Trakya ve Kırklareli bölgesinin
kültür tarihinin öğrenilmesi açısından değil, Avrupa uygarlığının temellerinin
ortaya çıkartılması açısından da büyük bir önem taşıyor. Kırklareli’nde bir
yandan kazı ve araştırmalarımızı sürdürürken, öte yandan da elde ettiğimiz
bulguları Kırklareli kentinin sosyal ve ekonomik zenginliğine katkıda bulunacak
şekle dönüştürme çabası içindeyiz.
‘Eserlerden çok bilgi önemlidir’
Tarihöncesi kültürlerin topluma aktarılması oldukça güçtür; daha geç
dönemlerde olduğu gibi anıtsal yapılar, kalıntılar yoktur. Eserlerden çok bilgi
önemlidir. Bu nedenle bu bilgiyi Kırklareli’ne kazandırabilmek için açık hava
müzeleri, köy canlandırması gibi farklı projeler gerçekleştirmekteyiz. Gene bu
çalışmaları sürdürebilmek için de Kırklareli’nde kapsamlı bir araştırma merkezi
kurduk. Aldığım bu ödül her şeyden önce Kırklareli kentinde kurmuş olduğumuz bu
merkezin ve kısmen gerçekleştirmiş olduğumuz kültür sektörü projesinin
tamamlanması için kullanılacak.
- Arkeolojiye destek nasıl?
- Bürokrasimizin yeni araştırmaları teşvik etmek yerine sınırlama getirme
çabasını, Türkiye’de arkeoloji biliminin gelişmesi açısından ciddi bir tehdit
olarak görmekteyiz. Bunun yanı sıra çağdaş yatırımların arttığı, çok hızlı bir
yapılaşma süreci içinde bulunan ülkemizde kurtarma kazılarının sayısının da aynı
oranda artması gerekmekte. Oysaki bürokrasimiz bu alanda da, bir sınırlama
getirmeyi tercih ediyor. Ancak hiçbir şey, bir grayderin ya da baraj sularının
yapacağı tahribat sonucunda yok olacak olan bilgi deposunun öğrenilmeden ortadan
kaldırılmasının gerekçesi olamaz. Bu yalnızca ülkemizin kültür varlıklarının
tahribi değil, geçmiş, tüm insanlığın ortak bilincinin bir parçası olduğundan,
insanlığa karşı da yapılmış bir suç anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, ülkemizin
de imzaladığı Malta-Valetta Sözleşmesi’nde olduğu gibi kurtarma kazılarının
hiçbir engelleme olmadan yapılabilmesi gerekir.
|