amarlarımda sonbahar coşkusu. Camdan keyifle dışarıdaki yağmuru seyrederken mutat güz depresyonu içindeki Sevil bana nefretle bakıyordu. İşlerimin selameti açısından bu sefil insana biraz açıklama yapma gereği duydum. "Sanat sezonu başlıyor Sevilcim, açılışlar, galalar, kokteyller ve her nevi gıybetle marine edilmiş sohbetler, dedikodular... Seni de heyecanlandırmıyor mu bu durum?" dedim. "Konserler bitti ama... Geçen geceki Sezen konserine de gitmedik; açılışlar sizin olsun, ben biten yaza yas tutucağım..." diye homurdandı ve bilgisayarında msn'i açtı. Asla bir entelektüel olamayacak sekreterime acıyarak baktım.
Birkaç gün sonra Serkan Özkaya'nın yumurtalarını görmeye giderken içimde yine bu coşku vardı. Galerist'teki açılış her zamanki gibi pek ambianslıydı. Genç ve iddialı sanatçı çevresi oradaydı. Hatta lacivert blazer ceket altına kot pantolonlu genç işadamlarıyla manken misali sevgilileri bile vardı. Bu ziyaretçileri galeri yöneticisi kadar sanatçı da iyi tanıyordu; muhtemelen 'kolejden arkadaşları' olmalı... Neyse sergi beklediğim gibi keyifliydi, bence görün. Çıkışta Yapı Kredi camekânlarının ardında koyu renk takımların ve kırçıl saçların ağırlıkta olduğu bir başka kalabalık vardı, kapıdaki güvenliğe takılırım diye korktum, girmedim.
Ama bir iki saat sonra Platform'daki açılışa uğramadan etmedim. Yine enternasyonal bir topluluk, sokağa taşmış dünya sanatını ve az önce izledikleri performansı tartışıyordu, Vasıf Kortun'un sergiden duyduğu mutluluk da yüzünden okunuyordu (yavaş yavaş üslupta da cemiyet haberlerini yakalıyorum, değil mi?).
Ama en çok Milli Reasürans'ta açılan mimarlık sergisi '...nazaran'dan faydalandım. Mimarların en meşhurlarından Emre Arolat'ın tasarımlarına hayran hayran bakarak kendime'camiadan' havası vermeyi ve küçük bilgiler toplamayı başardım. "Belki Truva Müzesi binasını da Emre yapar" sesinin geldiği öbeğe daldım ve öğrendim ki Kalebodur grubu işe el atmış. Aslında biraz vazife alınmamış verilmiş durumu var.
Kültür Bakanı Koç, İbrahim Bodur ve kızı Zeynep Bodur'a 'Bu müzeyi yaptırsanız yaptırsanız siz yaptırırsınız' demiş. Eh, son dönemde Dünya Mimarlık Kongresi, Tasarım Kongresi, Santral İstanbul gibi kültürel, sanatsal, mimari faaliyetlere desteğini esirgemeyen Kale Grubu bu öneriye hayır dememiş. Hem memleket toprağı sadece fayans yapmak için değil ya, bazen üzerine bir müze kurmak da gerekir. Grup, Çanakkale'deki bu müze için 20 milyon dolar ayırmış. Müze binası için dünyanın ve memleketin en meşhur mimarlarının çağrılacağı bir yarışma düzenlenecek. Hemen orada küçük bir yarışma toto yaptık. Çoğunluğun oyu Zaha Hadid'den yanaydı.
Var bir sebebi; 'Kemal dediydi' dersiniz. Dünya starı mimarların Türkiye'de bina yapma yarışında, ya da dünya starı mimarlara Türkiye'de bina yaptırma yarışında ipi tüm avantajlarına rağmen Zaha Hadid değil Frank Gehry göğüsleyecek. Çünkü projesi hazır bile. Tepebaşı'ndaki o kâbus TRT binasının yerine Kıraçların yaptıracağı kültür merkezinin mimarı Gehry olacak. Hatta proje maketi bile hazırmış; Başbakan ve İstanbul Belediye Başkanı'na da sunulmuş. İş TRT'ye bir genel müdür atanmasını bekliyor...
Duyduğuma göre Gehry'nin projesi Bilboa'daki Guggenheim gibi 'dan' diye kendini belli eden sansasyonel bir projeymiş. Son büyük projesi olacağı için Gehry de çok heyecanlıymış. Bir an önce işin kesinleşmesini bekliyor ve sık sık İstanbul'a gelip Tepebaşı'nın oralarda geziniyormuş.
Kadir Topbaş, illa da oradaki yanan eski dram tiyatrosunu isterim diye tutturunca, 'tamam' demişler. Gehry, kültür merkezinin yanına bir tiyatro da tasarlamış. Dışı Gehry imzalı postmodern, içi ise yanan dram tiyatrosunun aynısı 'nostaljik' olacakmış.
Yazı uzadı, atmasınlar diye burada kesiyorum. Zaten siz bu satırları okurken ben açılışlara arkamı dönüp Antalya'ya varmış olacağım. Haftaya biraz edebiyat ama çokça sinema konuşacağız...
|