smanlı'nın kudretli hükümdarlarına 400 yıl boyunca ev sahipliği yapan, üç kıtaya yayılmış dev imparatorluğun zarferlerine ve yenilgilerine tanık olan Topkapı Sarayı'nın hikayesi, İlber Ortaylı'nın kaleminden “Mekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı” adıyla kitaplaştırıldı. Asya Katılım Bankası'nın (Bank Asya) desteğiyle Kaynak Yayınları tarafından hazırlanan kitap, çıkar çıkmaz büyük ilgi gördü. Saraydaki mekanları ve bu mekanlarda yaşanan tarihi değiştiren olayları kendine has üslubuyla anlatan Ortaylı, bu kitapla en büyük isteklerinden birini gerçekleştirdiğini söylüyor. Kitapta, Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetim merkezi olarak yabancıların büyük ilgisini çeken ve kutsal emenatleri muhafaza eden Topkapı Sarayı'nın dillere destan mekanları tarihi bilgilerle meraklılarına sunuluyor.
“Mekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın sarayın teşkilat hayatını anlattığı çalışması ve Sedat Hakkı Bey'in mimari incelemelerinin ardından hazırlanmış üçüncü Topkapı rehberi.
Bu rehberi karıştırırken gördük ki, sarayın şimdiye kadar ziyaretçilere açılmayan, değil ziyaretçilere açılmak görüntülenmesi bile mümkün olmayan mekanlarının fotoğraflarına da verilmiş. Biz de Orhan Pamuk'a “Benim Adım Kırmızı'yı yazarken ilham kaynağı olan hatta “Orada geçirdiğim rüzgarlı bir akşamüstü için bile bir kitap yazmaya değerdi” dedirten bu sarayla ilgili gizemli bir hikaye yakalarız umuduyla İlber Ortaylı'yı Topkapı Sarayı'ndaki makamında ziyaret ettik. Sarayın ve rehberinin hikayesini en yetkili ağızdan dinledik.
Eşsiz-mütevazi saray
İlber Ortaylı'dan umduğumuz gibi gizemli bir hikaye öğrenemedik. Ünlü tarihçi,“Burası öyle gizemler barındıracak bir İskoçya şatosu değil” dedi merakımızı anlayışla karşılayarak. Ancak daha önce hiçbir rehbere girmemiş mekan fotoğraflarının bu kitapta yer almasının önemli olduğunu söyleyerek, merakımızı mantıklı bir istikamete çevirmeyi de ihmal etmedi.
Biz de çaresiz, Fatih'in ve Yavuz'un cihangirliğinden, Bayezid'in, III. Selim'in şair ruhundan, içoğlarından, cariyelerden, hadım ağalardan başımızı alıp, Topkapı Sarayı Müzesi'nin Müdürü İlber Ortaylı'yı dinlemeye koyulduk. O saate kadar İlber Hoca bizim için “Vakanüvis İlber Efendi”, az önce görüştüğü Ukrayna resmi heyeti de, Kırım Hanlığı'nın elçileriydi zira.
İlber Hoca'nın eserinin en önemli özelliği, daha önce Topkapı Sarayı üzerine eserler yazan tarihçilerin akademik nitelikteki çalışmalarını geniş kitlelerin anlamasına olanak verecek şekilde kullanmış olması. Yani “Mekanlar ve Olaylarıyla Topkapı” tıpkı sarayın kendisi gibi sade bir kitap. Ortaylı'yla sohbete de Topkapı'nın sadeliğinden başladık.
Topkapı, boğazı gören en güzel tepenin üzerinde kurulmuş, tamamen tabiatla iç içe, şatafattan çok, sevimliliği ve tevazuyu benimsemiş bir saray. Bu özelliğiyle ne doğuda ne de batıda eşi benzeri yok.
Okul kitaplarında yazan Osmanlı'nın çöküş gerekçelerini hatırlatacak olduk İlber Hoca'ya. Hani “şatafatlı saraylara harcanan paralar maliyeyi çökertmişti” diye başlayan. “Hayır efendim çok rica ederim” diyerek sözümüzü kesti; “O kitapları yazanlar sarayları görmemişler bile. Başka ülkelerdeki sarayları görmediklerine de eminim. Bunlar 1930'lu yılların Maarif Vekaleti yorumu. Hiç zannetmiyorum dünyayı tanıyıp mukayese ettiklerini.”
Gölde bir bardak su
İlber Hoca'nın yaptığı döküme göre sarayın hazine odası ve kutsal emanetleri dışında varlığı, çini hat süslemeleriyle 12 bin parçalık çini koleksiyonundan ibaret. Tüm bunlar da Avrupa'daki saraylarla kıyas kabul etmez.
Topkapı Sarayı, İstanbul'un fethinden başlayarak, yeni bir uygarlığın inşa merkezi olarak düşünüldüğü için hükümdarlarının itikadına uygun olarak dervişçe bir tevazuyu yansıtmış tüm Konstaniye'ye, adeta saray olmaktan utanarak.
Ancak bu sadelik bile, Topkapı'nın ilmine ermeye yetmemiş yüzyıllar boyu. Ortaylı, şimdiye kadar yapılan çalışmalar, koca bir gölde bir bardak su etmez diyor. Önündeki projelerden biri de Topkapı Sarayı üzerine monografik bir çalışma.
Bu kalabalığı kaldırmaz
İmparatorluğun en ihtişamlı dönemlerine tanıklık ve yataklık eden Topkapı, 19. yüzyılın başlardından itibaren terk edildi. İlber Hoca'ya göre, Saray artık duraklamanın ardından çöküşe geçen Devlet-i Aliye için bir baba ocağından ibaretti. Tarihin bir ironisi olarak yükseliş döneminin sarayı, devlet ihtiyaçlarına cevap vermediği için terk edilerek Dolmabahçe'ye geçilmiş, ancak devletin çöküşü bu sarayda hız kazanmıştı. Topkapı Sarayı'nın esas faciası ise özellikle Rumeli Demiryolu Hattı'nın inşaasıyla başlamıştı.
1924 yılından itibaren müze olarak kullanılan saray, bugün yılda 14 bin ziyaretçiyi ağırlıyor ve bu rakam her geçen gün artıyor. İlbssser Hoca bu sayının tarihe yönelik ilgi bakımından takdire değer olduğunu ancak bilinçsiz ve fuzuli kalabalığın da saraya zarar verdiğini söylüyor. “Topkapı Sarayı bir müze olarak zorlanıyor” diyor Ortaylı, “Çünkü aslında saraydır.” İlber Hoca'ya göre Topkapı geleceğe de bir saray olarak taşınmalı, sergilenecek parçalar başka binalara götürülmeli “Sur-ı Humayun” denen sınırlar içinde saraya ait olmayan bir şey kalmamalı. Buna saray arazisi üzerinde kurulan vakıflar, düzenlenen sergiler, konserler ve yemek organizasyonları da dahil. İlber Hoca'nın en çok şikayet ettiği konu da bu. Bazı seyahat acentaları burada bin kişilik yemek organize etmeye çalışıyorlar diyor İlber Hoca ve ekliyor; “Burada bin kişilik yemek olmaz, bin kişinin toplanması mümkün değil. Sarayı yalan yanlış biliyorlar akıllarına başka yer gelmiyor. Sınırlı bir mekan burası. Topkapı Sarayı'nda bin kişi toplanıyorsa ayaklanma falan var demektir. Avluya doluşurlarmış eskiden.”
|