1953 yılından
günümüze kadar orman ürünleri endüstrisi, turizm, deniz nakliyat, gıda sektörü
ve müteahhitlik gibi birçok alanda faaliyetlerini sürdüren Turanlar Şirketler
Grubu, Uluslararası Yapı 2008 İstanbul Fuarı'na Pelit
Arslan ve Pelit
Kalıp markalarıyla katıldı. Temel ve kalıp aşamalarından, dışarıda cephe
giydirmesi ve içeride de her türlü dekorasyon ürünlerine kadar geniş bir ürün
yelpazesi sunan grup, özellikle dış cephe kompakt laminat ve laminat parke
ürünleriyle dikkat çekti. Turanlar Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi
Zeynep Çiğdem Turan www.yapi.com.tr'nin sorularını
yanıtladı.
Yapı Fuarlarına ne kadar
zamandır katılıyorsunuz?
1995’ten beri İstanbul Fuarı’na katılıyoruz.
Zaman zaman da Ankara Fuarı’nda yer aldık. Biz üretici bir firmayız. Bu nedenle
her sene grubumuzdaki yeni ürünleri burada sergileme imkanı buluyoruz. Özellikle
yeni ürünleri sergilemeye çalışıyoruz ki, gelen ziyaretçiler farklı ürünlerle
karşılaşsın.
Bu yıl hangi
ürünlerinizi öne çıkarıyorsunuz?
Ürün yelpazemizdeki bütün
çeşitleri gösterirsek algılaması zor olur diye düşündük. Burada özellikle iki
ürün üzerinde durduk, onları ön plana çıkarttık. Bunların ilki, Türkiye’nin ilk
ve tek sertifikalı dış cephe kompakt laminatı. Diğeri ise laminat parke. O
da yeni bir ürün. Özellikle Yapı
Fuarı’nda dış cephe kaplamaları çok ön plana çıkan bir ürün. Bu nedenle
karıştırmak istemedik. Fuara gelen ziyaretçilerin bir çoğu mimar ve inşaat
mühendisi. Dolayısıyla herkesin bir dış cephe derdi oluyor. Ya değiştirmek
istiyorlar ya da yeni projeler için giydirme cephe yapmak istiyorlar. Dış cephe
kompakt laminatı da diğer muadil ürünlere göre yeni sayılabilecek, aynı zamanda
ahşabın görüntüsünü veren sıcak bir ürün. Ama ahşabın dezavantajlarını
yaşamıyorsunuz. Ziyaretçinin çok çok ilgisini çekiyor. Zaten her geçen gün de
uygulamaları artan bir ürün.
Genel olarak
Türkiye’deki cephe uygulamalarını nasıl buluyorsunuz? Sizce başarılılar
mı?
Tabii ki beğenmiyorum. Bir kere,
mimari açıdan son derece bilinçsiz uygulamalar var. Bu bilinçsizlik dış
cephelere de yansıyor. Görsel anlamda, yüzün ahengini bozan çok yanlış
uygulamalar var. Ama bunu bir süreç olarak görüyorum. Çünkü biz gelişmekte olan
bir ülkeyiz. İnsanlar bir ihtiyaçla binaları yapıyorlar. Belki 10-20 yıl önce
Türk insanın ihtiyaçları farklıydı. Bugün daha estetik kaygılar taşıyorlar,
çünkü refah seviyemiz arttı. Herhangi bir boyayla geçiştireyim diye yaklaşmıyor,
ne giydirebileceğini düşünüyor. Tabii bunda Yapı-Endüstri Merkezi’nin ve Yapı
Fuarlarının çok büyük katkısı var. Çünkü insanlar aynı salonda veya birkaç
salonda çok farklı ürünlerle karşılaşabiliyorlar. Bunu, başka hiçbir iletişim
ortamı sunmaz diye düşünüyorum. Burada insanlar zevkle dolaşıp, numunelerini
topluyorlar. Sonrasında da bunu uygulamalarında
kullanıyorlar.
Cephe, bir yapının
kamusala açılan yüzü. Bu ‘yüz’ için tasarım ne kadar
önemli?
Her geçen gün, sattığınız her
üründe estetik kaygıyı daha fazla yaşıyorsunuz. Çünkü bir farklılık yaratmanız
gerekiyor. Genel itibariyle ürünlerin birbirinden ayrılması için ürün bir
özellik taşımalı. Bizde de var tabii bu estetik kaygılar. Zaten bu kadar çeşitli
ürünlere girmemizin sebebi de dışarıdaki uygulamaları beğenmememizden, ‘biz daha
iyisini yaparız’ dememizden yani estetik kaygılardan kaynaklanıyor. Bundan sonra
estetik kaygıların daha da çok gelişeceğini, tasarımın çok daha ön plana
çıkacağını düşünüyorum. Çıkıyor da zaten. Ürünlerimiz arasında ithal ettiğimiz
sadece bir kalem var. Teknoloji olarak olmasa bile görsellik konusunda bizden
ileri olduklarını gözlemliyorum. Estetik kaygıları daha fazla olan insanlar.
Ürünlerinde özel sanatçıların tasarımları olduğunu görüyorum. Biz de o tarafa
doğru gideceğiz. Biz de farklı tasarımlar sunmaya başlayacağız ki öne
geçelim.
Talepte sürdürülebilir, çevre dostu malzemelere doğru bir eğilim
var mı? Bu yönde bir beklenti görüyor musunuz?
Bu kaygılar Avrupa’da zaten var. Avrupa’da
olan kaygıların hepsi bir şekilde Türkiye’ye yansıyor. Yurtdışına bir ürün
satıyorsanız, belgelerinin de tamam olması gerekiyor. Uluslararası şirketlerle
çalışmak, çevre bilincini arttırıyor. Örneğin biz Mercedes firmasıyla
çalışıyoruz. Mercedes firması sadece ürünün kalitesiyle değil, hangi şartlarda,
hangi çevre içerisinde üretildiğiyle de ilgileniyor.
Özellikle AB ile uyum
çalışmaları ile birlikte standartlar da yeniden tanımlanıyor. Bu anlamda ahşap
sektöründe durum nedir?
Çok açık söyleyeyim,
bundan 10 sene önce TSE’nin bize verdiği belge dışında bir belgemiz yoktu. Gerek
de duymuyorduk, çünkü müşteri Türk’tü. Son zamanlarda TSE de kendini AB
normlarına akredite etti. Aldığımız belgeler, Avrupa’da de geçerli olan
belgeler.
Sektörün yılın ilk
yarısında gösterdiği performansı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Biz proje bazlı çalışıyoruz. Daha önceden üretici firma, bayi ve daha
sonra bu ürünü kullanan firmalarla gidiyordu. Şimdi son senelerde tabii kar
marjının düşmesinden dolayı, projelerin büyümesinden dolayı ama yine bayii
sistemiyle ancak daha ziyade proje bazlı çalışmalar başladı. Seri üreteyim,
stoğa koyayım, depomda dursun oradan da isteyen istediği ürünü alsın gibi bir
mantalite ne stok maliyetleri açısından ne sizin üretim maliyetleriniz açısından
artık çok rantable değil. Daha ziyade proje yakalayıp, o projenin üzerinde
elinden geleni yapıp ona kanalize olmak uygun gözüküyor. Yurtdışı pazarlar daha
ziyade Doğu pazarları, bizden daha az gelişmiş, bizim ürüne ihtiyaç duyan ve
jeopolitik olarak yakın bulduğumuz ülkelerle iletişim açısından henüz daha çok
hızlı bir etkilenme görmedik. Orada belki bizden daha sonra bir reaksiyon
görülecek bilmiyorum. Çünkü biz daha hızlı daha dinamik bir ekonomiyiz onlara
göre. Biz daha hızlı etki görüyoruz onlar biraz daha yavaş görür. Biraz daha
süreç geçer diye düşünüyorum ama şu ana kadar çok ciddi bir düşüş veya sıkıntı
yaşamadık. Ben çok büyük bir
durgunluk olacağını düşünmüyorum. Çünkü biraz
ok yaydan çıkmış gibi geliyor bana. Projeler belli safhalarda tamamlanması
gerekiyor. İnsanlar yeni ve güzel şeylere alıştı. Sahip olmak istiyorlar. Çok
büyük bir durgunluk olacağını düşünmüyorum.
|