Suyun metalaşması, suya erişim hakkı ve sosyal adalet
/P> Sosyal adalet anlayışı Suyun fiyatlandırılması ve özelleştirilmesi konusundaki politika ve uygulama düzeyindeki gelişmeler daha adil ve eşitlikçi bir dağılım mı sağlamaktadır? Küresel düzeyde su yönetimi politikalarının belirleyicisi olan uluslararası kuruluşlar ve çok-uluslu şirketler ile bu politikaların uygulayıcısı durumda olan ulusal hükümetlerin sosyal adalete ilişkin kaygıları ikinci plandadır. Sosyal adalet felsefesi, herhangi bir politikanın toplumun bütünü üzerindeki etkileri üzerinde durur. Fakat su politikalarının suyun metalaşması ilkesine göre yönlendirilmesi, toplumun bütün üyelerinin değil belli grupların refahını artırmaktadır. Su politikalarının adalet boyutunun çağın en önemli adalet kuramcısı olan John Ralws’un adalet anlayışı çerçevesinde incelenmesinin nedeni Rawls’un adalet teorisini eşitlik ve sosyal adalet fikrine dayandırmasıdır. Ayrıca Rawls teorisini liberal pazar ekonomisinin hakim olduğu bir toplumu temel alarak geliştirmiştir. Rawls “Bir Adalet Teorisi” başlıklı eserinde (13), liberal bir toplumdaki herhangi bir yeniden düzenlemenin adil olup olmadığını belirleyecek bir standart geliştirmeye çalışmaktadır. Rawls’un standardına göre, adaletin tesisi için, kaynakların dağılımı, hiçbir bireyin çıkarını yansıtmayacak şeklinde gerçekleşmelidir. Rawls rasyonel bireylerin belli koşullar altında toplumda hakim olması gereken adalet anlayışının prensiplerini seçebileceğini söyler. Bunu kanıtlamak için ‘ilk durum’ (original position) dediği hipotetik bir durum tasarlar. İlk durumda toplumun içinden herhangi bir bireyi ‘bilinmezlik perdesi’ (veil of ignorance) arkasına yerleştirir. Bilinmezlik perdesi bireyin adaletin ilkelerini belirlerken, toplumda nasıl bir konumu olduğunu bilmemesi demektir. Yani birey kendi istekleri, çıkarları, becerileri, sınıfsal konumu, cinsiyeti, etnik aidiyeti gibi özelliklerinden soyutlanmaktadır ki belirleyeceği ilkeler kişinin kendi durumundan etkilenmesin. İlk durumdaki bireyler toplumda varolan ekonomik ve sosyal ayrımların ve eşitsizliklerin bilgisine sahiptirler fakat kendilerinin hangi gruba dahil olduklarını bilmezler. Böylece birey kendisinin örneğin zengin ya da yoksul, kadın ya da erkek olarak toplumda yer alacağını bilmeden kendisine sunulan seçenekte en dezavantajlı sonucu seçecektir. Bu koşullarda Rawls rasyonel bir bireyin şu iki adalet ilkesini seçeceğini iddia eder: (a) toplumda herkes toplumun zenginliklerine eşit derecede erişebilir olmalıdır; (b) toplumdaki sosyal ve ekonomik eşitsizlikler en dezavantajlı durumda olanların durumunu iyileştirecek şekilde düzenlenmelidir. Şimdi suya erişim hakkını ve suyun metalaşmasını Rawls’un
bu iki adalet ilkesi açısından değerlendirelim: Pazar ekonomisinin hakim olduğu
bir toplumdan herhangi bir rasyonel bireyi bilinmezlik perdesi arkasına
yerleştirip (ki kişi Afrika’da yaşan bir köylü mü yoksa Suez’in bir hissedarı mı
olduğunu bilmeden karar versin), su politikasının ilkelerini belirlemesini
istediğimizde bu bireyin standartları şöyle olacaktır: (a) herkesin suya eşit
erişimi sağlanmalıdır; (b) eğer su politikası düzenlenecekse, yeni düzenleme en
dezavantajlı durumda olanların durumunu iyileştirmelidir. Birinci ilke açıkça
suya erişim hakkını ima etmektedir. İkinci ilkeye göre, suyun metalaşmasına
ancak en kötü durumda olanların refahı artacaksa onay verilecektir. Yani
fiyatlandırma ve özelleştirmeyi içeren bir su politikası, suya erişimi fiziksel
ya da ekonomik nedenlerle kısıtlanan bireylerin durumunda iyileşme sağlıyorsa
adildir. Bu bildirinin önceki bölümlerinde tartışıldığı üzere, bugün suya erişim
konusunda en dezavantajlı olan kesimler yoksullardır ve suyun özelleştirilmesi,
su fiyatlarının artması demektir. Bu durumda hiçbir fiyatlandırma ya da
özelleştirme politikası dünyanın ve ulus-devletlerin yoksul kesimleri açısından
adil olarak nitelendirilemez. |