Suyun metalaşması, suya erişim hakkı ve sosyal adalet
Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden Dr. Filiz Kartal, “Suyun Metalaşması, Suya Erişim Hakkı ve Sosyal Adalet” başlıklı çalışmasında küresel düzeyde etkilerini hissettiren su krizinin, bir insan hakkı olarak “suya erişim hakkı” kavramıyla çeliştiğinin altını çizdi. Kartal, çalışmasını şu ifadelerle özetliyor: “Birleşmiş Milletler (BM) ve Dünya Bankası (DB)’na göre su insanlar için bir ‘ihtiyaç’tır. Buna göre, su diğer ticarî mallar gibi değerlendirilmelidir, yani kâr esasına göre sunulmalıdır. Sonuçta sadece bedelini ödeyebilenler suya erişirken, gelişmiş ülkelerdeki yoksulların ve Üçüncü Dünya ülkeleri vatandaşlarının suya erişim hakkı ellerinden alınmaktadır. Ancak liberal bir ekonomik düzeni benimsemiş bir toplumda bile adalet anlayışı suya erişimde eşitliğin sağlanmasını ve su politikalarında yapılacak herhangi bir düzenlemenin mevcut durumda en dezavantajlı olanların refahını arttıracak şekilde yapılmasını gerektirmektedir.” Filiz Kartal’ın bildirisi şöyle; "Dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar km3 olup, bu suyun %97,5’i tuzlu su,
geriye kalan %2,5’i tatlı su kaynaklarından oluşmaktadır. Tatlı suların da ancak
%0,3’ü göllerde, akarsularda, barajlarda ve göletlerde bulunmaktadır. Dünya üzerinde 1.2 milyar insan güvenilir içme suyundan yoksun yaşarken, 2.4 milyar insan da sağlık koşullarına uygun suya erişememektedir (1). Her gün çoğunluğu çocuk ve yaşlılardan oluşan yaklaşık 14 ila 30 bin kişi suyla ilgili önlenebilir bir hastalıktan dolayı yaşamını yitirmektedir (2). Dünyanın belli bölgelerinde (Afrika’nın büyük bölümü, Orta Doğu, Çin’in kuzeyi, Meksika ve Kaliforniya) su rezervleri tükenmek üzeredir. Ayrıca artan nüfus, kentleşme ve kişi başına tüketilen suyun artması nedeniyle suya olan talep arzı geçerken mevcut su kaynakları da sürekli kirlenmektedir. Büyüyen su krizi suyun kıt bir kaynak olması ya da teknolojik ve mali kaynakların yetersizliği ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Daha önemli bir faktör olan hükümetlerin ve uluslararası camianın herkese su temin edilmesi konusundaki sorumlulukları dikkate alınmamaktadır. Suya erişimde kuzey ve güney arasında bir eşitsizlik vardır. Dünyada kullanılan suyun %85’ini nüfusun %12’si tüketmektedir. Bu %12’nin de Üçüncü Dünya’da yaşamadığını belirtmeye gerek yoktur ve onlar büyüyen su krizinin sorumlularıdır (3). Aynı bölgede yaşayan farklı toplulukların suya erişimlerinde de adaletsizlikler vardır. Marjinal ve savunmasız grupların, özellikle de illegal yerleşim alanlarında yaşayan gruplar ya da azınlık topluluklarının suya erişimleri bilinçli bir şekilde engellenmektedir (örneğin Avrupa’daki Roma cemaatleri; İsrail’de tanımsız yerleşim alanlarında yaşayan Bedevî’ler) (4). Suyun kıt olduğu alanlardan biri de Orta Doğu’dur ve bu bölgede su ihtiyacı yer altı sularından karşılanmaktadır. Yeraltı suları özellikle Arap Yarımadası’nda ve İsrail’de aşırı sömürülmektedir. Batı Şeria’da İsrailli yerleşimcilerin aynı bölgedeki Araplara oranla suyu dört misli fazla tükettikleri tahmin edilmektedir. İsrail hükümeti Arapların açabilecekleri kuyu sayısını, içme ve sulama suyu miktarını sınırlandırmaktadır (5). Suyla ilgili altyapı ve kamu yatırımları konusunda farklı
sınıflar arasında da eşitlikten söz edilemez: daha çok orta ve üst gelir
gruplarının lehine ve alt gelir gruplarının aleyhine bir dağılım söz konusudur.
Yoksullar hem gelişmiş ülkelerde hem de Üçüncü Dünya ülkelerinde kuraklıktan, su
kirliliğinden, ya da aşırı tüketiminden doğan olumsuz sonuçlara en çok maruz
kalanlardır. |