Şevki Vanlı
* Şevki Vanlı'nın Mimarlık ve Eğitim Kurultayı I'de gerçekleştirilen "Mimarlık ve Mimarlık Eğitimine Genel Bakış" başlıklı panelde yaptığı "Acaba Mimar Nasıl Yetişir?" başlıklı konuşma. Ben eğitimci değilim. Bu tebliğ de araştırma ürünü değil. Gözlemlerden doğan biraz dağınık düşünceleri içeriyor. Önce neden buradayım, onu yanıtlamalıyım. Sonra da, konunun koridorlarından yanlış birine saparsam beni affetmenizi peşinen rica ediyorum. Her uzmanlığın olduğu gibi eğitimin de, eğitimcilerin yaşadığı pek çok özellikleri, duyarlıkları olduğu kesindir. Yalnız eğitimciler de çok kez aynı okulu bitirip, aynı ortamda uzun yıllar akademik yaşamlarını sürdürdükleri için iklime uyarak hiçbir şeyden rahatsızlık duymaz olabilirler. Biz uygulama içinde olanlar sürekli, eleştirel ortamda, işin kavgasını yaşıyoruz ve eğitime dışardan bakıyoruz. Farklı bir yerden bakmanın yararı olabilir. Bu olasılığı denemek için, yani bir bakıma, eğitimci olmadığım için karşınızdayım. Aslında pekte yeni birşey söylemeyeceğim. Sonuçta eski "atölye" yöntemini önereceğim. Terkedilmiş bir yöntemin savunulmaya ihtiyacı var diye düşünüyorum. Tarihçi ve eleştirmen dostlarımız, medya ve halk tarafından başarısızlıkla suçlanan projeci takımındanım. Herkes dünyadaki seçilmiş yapıları, mamur çevreleri, büyük söylemleri göstererek, bizi küçük görmektedirler. Hele tarihçi ve eleştirmenlerimizin, kendileri aynı ortamın parçası, bu Ülkenin mimarlarını yetiştiren okulların hocaları değilmişcesine bizi beceriksiz ilan ediyorlar. Eskiden dinlemekle kaldığımız bu düşünceler, artık yazılıyor... Yazılmasında yarar olduğunu düşünürüm. Türkiyede eğitim - ilk öğretimden hayata atılıncaya kadar genç insana bilgi veriliyor, bilgiyi alıp almadığı kontrol ediliyor. Öğrenciye, nasıl öğrenildiği ve bilginin düşünceye nasıl dönüştürüldüğü, yenisinin nasıl üretildiği öğretilmiyor. Yeteneğini ve düşüncesini nasıl kullanacağını, ürüne nasıl dönüşeceğini bilmeden diploma alıyor. Bu eğitim türü, üretici eylemler için yetersiz, hatta terstir. Mimarın işi ülkeye, çevreye, kullanıcıya, yani koşullarımıza göre, mutlu bir yaşam için bilgilerin yanyana konması değildir. Onları bir bütün yapacak olan eylem tasarım olmalıdır. Daha doğrusu tüm bilgiler, ilk öğretimden eyleme kadar biriken çeşitli bilgiler ile eylemin konusuyla gelenler tasarım sürecinde yerlerini alacaklardır; ama sonuca ulaşmak için bu yetmeyecek, süreci tamamlamak için mimarın yeni bir ürün ortaya koyması gerekecektir. Yeni bir düşünce, bir bakıma yeni bir bilgi üretmesi istenmektedir. Böyle olmayacak ise mimarın orada işi nedir? Mimarlık eğitiminin, tüm sistemde uygulanan, birbirinden bağımsız bilgi verilmesi ve ezberciliği destekler türdeki sınav sisteminin dışına çıkarılmalıdır. Diğer sanatlarda olduğu gibi mimarlıkta da eğitim, adayın talip olduğu işin becerisi üzerinde olmalıdır. Felsefe, tarih, statik, tesisat ve belki hukuk, malzeme, gibi bilgilerde bunun içinde verilmelidir. Bu da mimarlıkta "tasarım" olacaktır. Bir çoğumuzun, her mimarın yaşamda proje yapmayacağını düşünmesi olasıdır. Ben, düşünce, proje, yapı üreten ve konuyla ilgili yöneticilik yapan her mimarın tasarımın içinde yaşadığını düşünürüm. Onu anlamadan mimarlıkla ilgili hiçbir eylemin bilinçli olabileceğine inanmıyorum. Sunduğum bildiride her şey bu inançla düşünülmüştür. Belki tartışılabilinecek bir nokta bu olmalıdır. Mimarlık eğitimi tasarım ve proje üretmek hazırlığı değilmidir ? Mimarlık, genelde uygulanan bilgilendirme amaçlı eğitime terstir. Edinilen bilgilerin çok büyük bölümünün bana yaşamımda bir yararı olmadığını gördüm. İnşaat ortamında yer almış bir taşın niteliklerini bilmek için mineroloji okumanın yararını anlamak gücüne sahip değilim. Örneklerim çok eskidir. Hoşgörünüze sığınırım. Mimardan ne istenmektedir ? Ondan sosyal, ekonomik, politik, bilimsel sorumluluk ve daha pekçok ilgi ve hobi beklenmektedir. Ben de diyorumki mimar her iş sahibi gibi önce asıl, öz işini iyi yapsa, diğer beklentileri de uzmanlarının sorumluluğunda oluşacak ortama bıraksa, kendisi ancak bir aydın vatandaş düzeyinde bilgilenmiş olsa. Toplumsal sorunlar, zaten diğer uzmanların işidir ve yapılabilen yapılmaktadır. Her yatırımın bir yürütücüsü, sahibi, bir kullanıcısı vardır ve onlar gerekeni yaptıklarına inanmışlardır. Mimar onların yerine geçemez, onları memnun etmek projeyi kabul ettirmek ve bedelini almak zorundadır. Yani bir ortam vardır ki mimar onun yerini alamaz! Mimarı birçok sorumluluklarla donatmanın öz işini yapmasına engel olacağını veya şimdiki gibi bunların rafta kalacağını düşünürüm. Bir hocamız yıllar önce, "...mimarlık eylemi, çeşitli mimari ögelerin matematik esaslarla saptanabilecek ilişkiler sonucu gerçekleşmektedir. Doğru bir tasarım, bu ögelerin doğru - analiz ve değerlendirmeleriyle, bilimsel bir davranışın ürünüdür. Mimari ögelerin tek tek doğru değerlendirilmeleri ve bu ögeler arası ilişkilerin doğru-objektif bir biçimde saptanmasıyla mimari yaratma eylemi bir bütün olmaktadır.... eğitimin, rasyonel, subjektif yargılardan uzak mimari ürünlerin oluşmasına ön ayak olacağı açıktır..." diyordu. Ben işimi seçmeden önce böyle birşey okusaydım, korkar mimar olmaktan vazgeçerdim. Ben tam aksini düşünüyor, iyi gelişmiş bir içgüdüye inanıyorum. Yine çok yakın dostum bir hocamız tasarımın sistemleştirilmesi üzerine çok kafa yormuştu. Tasarımı bilgi haline getirmek istiyordu. Ben ise tasarımın öğretilemeyeceğini, objektif ögeler, bilimsel analizler ile bu sürecin yaşanamayacağını düşünüyorum. Güzeli, çirkini, doğruyu, yanlışı ayırmak için bilimsel analiz yapmayı deneyen mimarın tasarım yapabileceğini hiç sanmıyorum. Gördüğünüz gibi yetenek ve beceri sözü yok! Böyle düşünen dostlar veya ben de bir terslik yoksa eğitim yanlış zemine oturmaktadır. Bu çıkmaz sokakta tasarıma rastlayamazsınız. Yani mantık yanlış bir yönde yürütülüyor. Tepkim yeni birşey değil. 1959'da yazdığım küçük kitabın adı "İnsana Dönüş" idi. Yani kırk yıl önce de mimarinin bilimsel değerlerle değil insancıl değerlerle tasarlanacağına inanıyorum. Mimarın yükselmesini istiyorsanız, yanlış eğitim ve gereksiz beklentileri üzerinden alacaksınız. Onun düşleme ve düşünme yeteneklerini geliştirmek için olası geniş bir özgürlük tanıyacaksınız. Nedir o yıllarca matematik, statik ve betonarme dersleri, sınavları? Onun çok köklü bir statik mantığına ihtiyacı var. Nedir o, fizik, kimya, mineroloji dersleri? Bütün bu sorunları piyasa çözmüş. Tesisatın mimariyle uyumunu kontrol edecek kadar pratik yapmak yeterlidir. Önemli olan mimarlık tarihi ve felsefe, yani mimarlığı düşünmeyi öğrenmek, tasarım denemeleri yapa yapa onu yaşamayı keşfetmek ise, emeklerin çoğu boşa gitmektedir. Ayrıca, mimarın karşısına geçip, ilkeler, tarih bilinci, toplum sorumluluğu, kimlik, aidiyet konuları, bilimsellik, kültürel süreklilik gibi büyük sözlerle adama kaldıramayacağı baskılar kurmak ne işe yarıyor? İyi bir tasarımcı olsun yeter! Sıralanan diğer sorumluluklar toplumda varsa var, yoksa birkaç kişi bu ilkelerin öncülüğünü yapmaya çalışıyor. Diğerleri düzgün bir proje yapıp ailesini geçindirsin. Zaten her proje vatanı kurtarmanın bir parçası olamaz! Sanki projeler mimarlığın öz sorunlarını çözmüş, bazı ilkeler eksik kalmış. Sakın benim bu ilkelere inanmadığım sanılmasın. İnanıyorum ve elimden geldiği kadar çaba gösteriyorum. Ama bunlar dayatma haline geldiğinde mimar duvarlar arasına sıkışmış, düşlemeyi yitirmiş, kopyacı yani ezberci oluyor. İşte bugünkü ezberci eğitimin yetiştirdiği mimarın sonu kopyacılıktır. Tasarımı, bu bilimsellik, sorumluluk duvarları arasına sıkıştırmak yerine bilgiler ve tasarımın gelişeceği özgür iklimin içinde olmalıdır. Eğitimde herşey tasarım çalışmalarıyla birlikte yaşanmalıdır, tıpkı ilerde mimarın yaşamında olacağı gibi. Başka deyimle mimarlık süreci eğitimle birlikte başlamalıdır. Öğrenci bir mimarın hayatını yaşayarak, mimariyi keşfetmelidir. Mimara bilimsel, toplumsal sorumluluklar yüklemek, onu yöreselliğe itmek, bir tür yetenekten uzaklaştırmak gibidir. Nitekim Türkiye'de Güzel Sanatlar Akademisi'nden sonra ilk mimarlık okulu mühendislik şemsiyesi altında açılmıştır. Başka ülkelerde de teknik eğitim yapan üniversitelerin yapısına sokulmuştur. Bir bakıma yeteneği yenmek istemişlerdir. Halbuki tüm güzel sanat okullarında öğrenciye beceri kazandırmak ve yeteneği geliştirmek hedef alınmıştır. Bugünkü okullarda eğitimin ağırlığının nerede olduğu kuşkuludur. Ayrılan az zaman, deneme yoluyla kavranan tasarım için yetmemekte, öğrenci çok kez asıl işini anlayamadan diploma almaktadır. Düşünceye değil bilgiye güvenen bir toplum isek, yaptığımız işin, bilinen, başarısı kanıtlanmış örneklere benzemesini bir güvence sayarız. Bilinenin dışına çıkmak için gereken köklü ve geniş çalışmaları göze alamıyor, bu nedenle hayal gücümüzü kullanamıyoruz. Bu tembellik biraz bütün dünyada olabilir. Bilinenden uzaklaşmamak, taklidi, kopyayı, yerinde saymayı getirir ki bu sanatın sonu demektir. İnsanın yaratıcı yanına gereksinme kalmıyor. Yapımız saygın ülkelerdeki son yapılanlara nekadar çok benzerse, veya gelenekseli nekadar yinelerse okadar başarılı sayılıyor. Buna müzikte "çalıntı" da diyorlar. Yeni bir vizyon için önce mimarinin nasıl bir süreç olduğunda anlaşmamız gerek. Bilimsel veya düşünsel arasında bir seçim yapmalıyız. Yani sanat olup olmadığına karar vermek gerek. Bizce duygunun ve düşüncenin olduğu yerde objektif, bilimsel yapı olmaz. Eğer mimari bilimsel bir süreç ise, tebliğim tümüyle geçersizdir. Öğrencinin Seçimi ve Elenmesi- Merkezi sınavda test yöntemiyle olsa olsa bir öğrencinin çalışkanlık derecesi saptanır. Birzamanlar GSA'da uygulanan resimden çok, kompozisyon sınavının daha anlamlı olduğunu düşünürüm. Ama bunun da yeterli olduğuna inanmıyorum. Bir gencin düşünme ve hayal etme gücü ancak tasarım denemelerinde ve yavaş yavaş ortaya çıkacaktır. Bu nedenle mimarlık okuluna yanlış girmiş olanların birkaç yıl içinde başka bir uzmanlık dalına geçmeleri, okul değiştirmeleri herkes için hayırlıdır. Mesleğinde başarısız olmak, bir, iki yıl kaybetmekten daha kötüdür. Vasatın altında öğrencilerin egemen olduğu sınıflarda ders yapılması eğitim kadrosunun verimini de etkileyecek, tüm eğitimin düzeyi düşecektir. Bu durumda okula çok sayıda öğrenci alıp, ilk yıllarda değerlendirip, eleme uygulanması gerekir. Sanıyorum en sağlıklı eğitim ortamı ancak böyle oluşabilir. İlk yıllar öğretim üyelerinin sabrı, sonraki mutluluğu için gereklidir. Kuşkusuz okul değiştiren öğrenciler için kolaylık sağlanmasıda gereklidir. Programındaki değişikliklerin eğitim kadrolarına etkisi olması doğaldır. Programın, tasarım denemeleri içinde yaşanması zaten studio / proje hocaları olanların uyum sağlaması belki çok zor olmayacaktır. Öğrenci ile çok yakın bir ilişki ve izleme, yeni bir örgütlenme gerektirecektir. Ama statik mantığı ve tesisatlar için bilginin, yoğun danışmanlık şeklinde verilmesi, bilgi azaltmak değil, onları tasarımın içine almak gibi birşey olabileceğini düşünüyorum. Hayalimdeki eğitimde sanat tarihi ve felsefeyi, tasarım yanındaki iki temel ders sayıyorum. Bu derslere öğrencinin mimari açıdan yorumları, düşünceleri ile katılmaları, sürekli seminerler yapılan ve öğrencinin tasarım çalışmalarıyla ilgili düşünce üreten bir ortam olmalıdır. Çok sadeleştirilmiş şekliyle; Temel dersler - tasarım, tarih, felsefe. Yoğun danışmanlık - Statik ve tesisatlar. Genel bilgi - Diğer sanatlar, inşaat malzemeleri olabilir. Hocaların, dünyadan kopmamış, yazan, proje yapan, sorumluluk yüklenen kişiler olması yeğlenmelidir. Yıl sonunda imtihan olmamalı, hocalar yıl içinde edindikleri görüşlerle yeterlik değerlendirmesi yapmalıdır. Bunun için tüm öğrencilerin başarılarının tartışıldığı yıl sonu forumu yapılmalı ve "biz ne yapıyoruz?" diye de sorulmalıdır. Eğitim başarı amaçlı olmalıdır. Eğitimde her gence eşit fırsatlar sağlamak bir toplumun boynunun borcudur. Fakat eğitimin az çalışan, az yetenekli, isteksiz öğrenciye göre düzenlenmesi başarılı gençlerin gelişmesini engeller diye korkarım. Yükseköğretimin, eğitimin sonu gibi düşünüldüğü anlaşılıyor. Ben kişinin, üretici yaşamının başlangıcı gibi görmek istiyorum. O zaman, bir kemancı gibi, solist veya orkestra elemanı olacak ise, nasıl her aktör baş oyuncu olamıyorsa mimarlarda farklı başarılara ulaşacaktır. Tüm sanatçıların, yeteneklerinin öğrenimin son yıllarında anlaşıldığını ve özel ilgi gösterilmesinin çok yararlı olacağını düşünürüm. Okulda başlayacak bu farklılaşmanın ilerde mimarlık ortamında da bir yere kadar gitmesi veya yitirilmesi söz konusu olacaktır. Mimarlık okulunda hocaların herkese açık şekilde başarılı çalışmalar üzerinde açaçağı tartışmaların daha üst düzeyde, öğretici ve düşündürücü olacağı bellidir. Yani bir tasarım stüdyosunun görevinin her öğrencinin projesini düzeltmek değil bir ölçüde bilgi vermek ve daha çok öğrencileri düşünmeye kışkırtmak belki düşünmeyi öğretmek . Bunun için de tartışma seçilmiş çalışmalar üzerinde yapılmalıdır, derim. Türkiyede ilgi bilgiye dönüktür. Okumanın erdem olduğu söylenir. Halbuki okuyan çok azdır. Sanıyorum okumak ve düşünmek birbirinden ayrılmaz, belki de tek süreçtir. Düşünmeye alışmamış insanın okumaktan pek zevk duymayacağını, kendisinin birşeyler katmadığı bir eyleme sahip çıkamayacağı söylenebilir. Genç insan düşünmek için okuması gerektiğini anlayacaktır. Düşünmeyle birlikte gelecek düşlemenin doyumsuzluğu belki de okumanın ve mimarlığın kapılarını ona açacaktır. Hiç kuşkusuz düşünce duygudan uzak kalmayacaktır. Bilimsellik uğruna objektif, analitik, sayısal, yani nicelik üzerine kurulmuş akılcılık bazı yararlar sağlıyor görünebilirse de, çok şeyde kaybettirdiğine inanırım. Çünkü, duygu zekanın varmakta güçlük çektiği yerlere ulaşabilir. Kendine özel bir frekansla iletişim sağlar. Duyguyu dışlayan bir sanat eğitimi olamaz. Bunda anlaşıyorsak, musadenizle duygu ile birlikte subjektif değerler de dünyamıza gidecektir. Duygu dışlandığında güzeli diğerinden ayırmak olası değildir. Çünkü güzeli haz verme niteliğinden ayrı düşünemeyiz. Tasarım sürecinin özü güzeli aramak, seçmek, bulmak olmalıdır. İşin "doğrusu" budur derim. Akılcıların söylediği, güzel doğrunun içinde yaklaşımının tersi, güzel doğrudur inancındayım. Bu inançla, öğrenciye "ne bildiğini anladık, ne düşündüğünü söyle" diyen bir öğretimden yanayım. Artan mimar sayısı, Türk mimarlığı için yararsızdır. Yükseköğretimde tüm öğrencilerin diploma alması iyi bir haber olamaz. Hele yeteneğin temel nitelik olduğu konularda, bu özelliğin bir koşul sayılmadığını düşündürür. Aralarında çok yetişme ve yetenek farkı olan, aynı yetkiyi taşıyan diplomalılardan düzgün bir ortam oluşamaz. Sayının artışı, düzeyin düşmesi anlamına gelebilir. Okulların istenen özenle çalışmaması, eşit haklarla, ihtiyaçtan fazla sayıda mimar olursa, düşük düzeyde bir rekabet ortamı gelişecektir. Sonuç, Özet ve Program Önerisi Ülkemizde mimarlardan, sosyal, ekonomik, kültürel, yerel, bilimsel, objektif gibi konu ve niteliklerle hesap sorulmak isteniyor. Nasıl bir yanıt alındığı ortada. Yalnızca "mimar sorumluluğu" beklense belki gerçeğe biraz daha yakın olacağız. Mimar bir tanrı değildir, bu kadar geniş bir sorumluluk yüklenmek istenirse tümünden kaçacaktır. Eğitimi de, mimarın esas işine yönelse, çeşitli bilgi ve teknik konularla öğrenci esir alınmasa. Bireysel eğilimleri geliştiren, öğrenmeyi ve düşünmeyi destekleyen bir eğitim olsa. Eğitimin, amacı - tasarıma hazırlık hedefi - özgür içgüdü oluşturmak pratiği - proje üretmek sorumluluğu - yetenek ve istek kontrolü. ilkesi - teknik konuları proje uygulaması ile sınırlandırmak, tüm sanatlara, - tarih, felsefe, düşünce temelli bilgilere açık olmak. Diğer bilgiler için, - okul dışı kültürel ilgiler oluşturmak. Program İlk iki yıl- tek program altında geliştirilmiş - Tasarıma hazırlık, sanatlara dönük, tarih ve felsefe. İki yıl sonunda, yetenek ve istekliliğine göre, tamam veya devam seçimi yapmak. Tamam Olanlar, "proje yardımcılığı" diplomasıyla ayrılabilirler. İkinci iki yıl- Tek program altında geliştirilmiş, tasarıma hazırlık, statik mantığı, ve tesisat donanım pratik bilgisi. Burada statik mantığının tasarımın başlıca dayanaklarından olmasının ağırlığı ile. 5. yıl- tasarım denemelerinin tartışılması.
|