imarlar Odası tarafından düzenlenen Mimarlık Haftası Etkinlikleri
kapsamında dün (14 Ekim 2008) Yıldız Dış Karakol Binası’nda “Sedad Hakkı Eldem –
Emin Halid Onat: 100 Yıl’da İki Mimar” isimli bir sempozyum gerçekleştirildi.
Mimarlar Odası’nın Sedad Hakkı ve Emin Halid Onat’ın mimarlık mesleğine
katkılarını kutlamak ve bu iki Türk mimarını anmak amacıyla yıl boyunca
düzenlediği etkinliklerden sonuncusu olan sempozyum, mimarlık mesleğinin
duayenleri sayılabilecek çok sayıda eski kuşak mimarı bir araya getirdi.
Toplantının
açılış konuşmasını yapan
Eyüp Muhcu, Mimarlar Odası’nın Sedad Hakkı Eldem ve Emin Halid Onat’ı anma
etkinliklerindeki hareket noktasının, her iki mimarın mesleki örgütlenme çağında
doğmuş olmaları olduğunu söyledi. Emin Halid Onat’ın Oda’nın 1 no’lu üyesi ve
Anıtkabir’in mimarı, Sedad Hakkı Eldem’in ise Uluslararası Mimarlık Örgütü’ne
(UIA) katılmış ilk Türk mimar olduğunu hatırlatan Muhcu, her iki isim için
düzenlenen etkinliklerin yayına dönüştürüleceğini de müjdeledi.
Sempozyumun
oturum başkanı olarak yerini alan Afife Batur ’un,
Sedad Hakkı Eldem
ve Emin Halid Onat’a dair anılarını paylaşmak üzere çağırdığı 9 mimarın Oda
Sicil Numarası’nı okuması, hoş bir espri olarak değerlendirildi. Konuşmacıların,
bu iki mimarın kişiliklerine, meslek hayatlarına ilişkin somut bilgiler
aktarmasını dilediğini belirten Batur, etkinliğin bir anma olarak
geçiştirilmemesi ve bir tür sözlü tarih çalışması olarak algılanmasının önemini
vurguladı.
Konuşmacılardan ilk
olarak sözü alan Mimarlar Odası 3 no’lu üyesi Maruf Önal
, 5 sene öğrencisi ve devamında
asistanı olduğu Sedad Hakkı Eldem’e dair paylaştığı hatıralarında, Eldem’in
disiplinli yapısı, mükemmeliyetçiliği, titizliği ve inceliğinden detayla söz
etti. Hiçbir öğrenciye ‘sen’ diye hitap ettiğini duymadığını, ya ‘kuzum’ ya da
‘siz’ diye seslenen Eldem’in işverenleri arkasından yürütecek denli etkili bir
kişilik olduğunu aktaran Önal, şu sözleri ekledi: Çizime doymazdı.
Önal’dan sonra
Emin Halid Onat ile ilgili anılarını dinleyicilerle paylaşan Ruhi
Kafesçioğlu ,
meslekteki ilk eskizini birlikte yaptığı hocası Onat’ın, kendisine mimarlığı
sevdiren insan olduğunu belirtti. Emin Halid Onat’ın inşaat şubesi olarak
bilinen Teknik Üniversite’yi bir mimarlık şubesine çeviren kişi olduğunu da
hatırlatan Kafesçioğlu, mühendis olmak üzere üniversiteye girenlerin ilk baştaki
itirazlarına, dönemin politik sorunları ve savaşın tüm kısıntılarına rağmen
Onat’ın verdiği mücadeleyi dile getirdi. Kafesçioğlu, “Mimarlığın teknolojiyle
ilişkisine çok önem veren bir kişiydi” olarak nitelendirdiği Onat hakkında “Çok
iyi bir hoca ve dost” diyerek sözlerini bitirdi.
Ailesi mimarlarla
dolu olan ve babası uzun yıllar Emin Halid Onat ile birlikte çalışmış mimar
Hande Suher ,
Onat’ın ‘Aksaray’ olarak
bilinen Zonguldak İl Özel Dairesi Binası’nı tasarlarken babası ile birlikte
imza attıkları çalışmalara değindi. Sonrasında Yüksek Mühendis Mektebi’ne
(Bugünkü İstanbul teknik Üniversitesi) girmesi ve Emin Halid Onat’ın
öğrencisi olduğu dönemleri dillendiren Suher, ‘şakacı ve sevgi dolu bir insan’
olarak nitelendirdiği Onat’ın daima öğrencilerin yönelimlerini dikkate aldığını
ve asla bir kalemle çizerek tashih verdiğine şahit olmadığını ekledi. Sedad
Hakkı ile ortak çalıştıkları İstanbul Adalet Sarayı Yarışması sürecinden de
bahseden Suher, çok genç yaşta kaybettiğimiz Onat’a İTÜ Mimarlık Fakültesi
Dekanlığı yaptığı dönemde TÜBİTAK Hizmet Ödülü’nü kazandırarak teşekkür etme
şansını yakaladığını söyledi.
Doğan
Kuban ise mimar
ve mimarlık tarihçisi olmasında ön ayak olmuş Emin Halid Onat’a
dair anılarını aktardığı kısa konuşmasında Suher’e cevap verdi. “’Hoca çizmezdi!’
diyorsunuz ama tashihlerde basbayağı çizerdi” diyen Kuban, Sedad Hakkı
Eldem’e de değindi. Eldem’in gelenekçi, Onat’ın ise büsbütün modern olduğunu
öne süren Kuban, bu tespitini Anıtkabir projesi üzerinden örneklendirdi.
Emin Halid Onat’ın bazı yapılarını düşündüğümüzde o değerde Eldem
yapısı göremeyeceğimizi belirten Kuban, sözlerine şöyle devam etti: “ Sedad
Hakkı korumacı değildi. İstediği zaman istediği yere yapıyı dikebilirdi. Ama ben
korumacıydım. 17 sene Anıtlar Yüksek Kurulu’nda yan yana çalıştık ve
tartıştık.”
Kuban’dan sonra söz
alan Radi Birol
ise, Sedad Hakkı’yı
anlattığı konuşmasında 1945’te girdiği Akademi’de (bugünkü Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi) ilk farkedilenin Sedad Hakkı’nın büyüklüğü olduğunu
kaydetti. Birol, tashihleriyle yepyeni ufuklar açtığını, çizim tekniğine hayran
olduklarını ve ‘Milli Seminerler’ine değindiği Sedad Hakkı’lı günlerin,
Akademi’nin en güzel günleri olduğunu belirtmekten çekinmedi. Kendisinden
aldıkları projenin konusu olarak Galatasaray Lisesi’nin bulunduğu yere bir
kültür merkezi önermesinin cesur kararlarına örnek oluşturduğunu da ekleyen
Birol’un bu sözleri, çeşitli tepkilere neden oldu.
Sedad
Hakkı’ya ilişkin anılarını izleyicilerle paylaşan bir diğer meslek adamı da
Esad Suher
oldu. Esas tanışıklıklarının proje atölyelerinde olduğunu
belirten Soher, Eldem’i “disiplinli, acımasız ve sert” olarak betimledi.
Öğrenciler için ondan bir proje almanın cesaret gerektirdiğini de sözlerine
ekleyen Suher, Eldem’in egoist ve ben-merkezci bir kişi olduğunun da
konuşulabilmesi gerektiğini söyledi. Öte yandan 1957-60 döneminde birlikte çok
sayıda proje ürettikleri ancak 1960 ihtilali ile ortak bürolarını dağıttıkları
Eldem’in karizmatik kişiliği ile herkesi etkilediğini ve pek çok asistanın
kendisini taklit ettiğini de belirtmekten çekinmeyen Suher, Eldem’i Türk
mimarlığının “Grande Saviour”u ilan etti.
Sedad Eldem’in asistanlığını yapmış olan bir başka isim,
Gündüz Gökçe
,
Eldem’in daima klasikten ve rasyonel mimariden yana olduğunu ve projelerine
‘modern bir hava’ getirmeye çalışanlar olunca kıyamet koptuğunu anlattı. Esprili
sunumu sırasında Gökçe, Eldem’in “mimar mı yetişsin sanatçı mı” tartışmalarında
da ilginç bir duruşu olduğunu ekleyerek Sedad Hakkı’nın kişiliğini ön plana
çıkaran bir sunum yaptı. Gökçe, ‘Aldo Rossi’den nefret eden, asla detayı
zorlamayan ve modayı takip etmeyen’ Eldem’e dair hatıralarını da izleyicilerle
paylaştı.
Gökçe’den
sonra sözü alan Doğan Hasol
ise, öncelikle sempozyumun başlığını
eleştirdi. “100 yılda yalnızca iki mimar mı yetiştirdik” şeklinde yanlış
anlaşılmalara neden olabileceği endişesiyle yayınlarda başlığın değiştirilmesini
teklif eden Hasol, diğer konuşmacılardan farklı olarak Emin Onat’ın son
dönemlerine değindi. Kendisinin İTÜ’ye girdiği dönemde artık ‘efsaneleşmiş’
Onat’ın milletvekilliği serüveni, sonrasında ihtilalle birlikte gelen meslekten
uzaklaştırılma sürecine dair detayları aktaran Hasol, ömrü yetmediği için İTÜ’ye
geri dönemeyen Onat’ın düş kırıklığının da onu erken kaybetmemizde etkisi
olabileceğini ekledi. Hasol, öğrencilik yıllarında hazırladıkları “Mimarlık ve
Sanat Dergisi”nden alıntılar aracılığıyla Sedad Hakkı’nın cümleleriyle Onat’ı
anlattığı konuşmasını, Onat ile Eldem’in mesleki ve karakteristik
paralelliklerini ortaya koyarak sonlandırdı.
“100 Yıl’da İki Mimar”
sempozyumunun son konuşmacısı ise Sedad Hakkı’nın bürosunda yıllarca çalışmış
olan Nevzat İlhan
’dı. Eldem’e dair birbirinden
esprili ve hoş anektodu aktaran İlhan, ofisi su basmasından Zeyrek SSK
projesine, proje tashihlerindeki kısa direktiflerinden detay tutkusuna uzanan
bir Eldem retrospektifi sundu. Yaşamını büro pratiği, meslektaşlık ve hocalık
ile özel paylaşımları olmak üzere üç bölümde dillendirdiği Eldem’e bazen inceden
inceye dokunduran, ortak tarihlerini de çoğunlukla da tüm gerçekliği ile aktaran
İlhan’ın sunumu, dinleyicilere keyifli anlar yaşattı.
Sempozyum, katılımcılara mikrofon
uzatılmasının ardından gerçekleşen kokteyl ile son buldu.
|