Binlerce yıllık tarihiyle birçok medeniyete ev sahipliği
yapmış olan Altındağ, farklı kültürlerin bir arada olduğu ve
aynı zamanda Cumhuriyetin kurulduğu bölge. Roma Hamamı, Roma Antik Tiyatrosu,
Ogüst Mabedi, Ankara Kalesi, Hacı Bayram Camisi, Birinci ve İkinci Büyük Millet
Meclisi, Ankara Palas, Merkez Bankası ve yoğun konut bölgeleri gibi kültür
varlıklarını içerisinde barındıran Altındağ’da bu tarihi mirasa sahip
çıkılmadığı belirtiliyor.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Nimet Özgönül,
Türkiye’deki restorasyon anlayışının var olan yapının yıkılarak yerine yenisinin
yapılması şeklinde olduğunu belirterek, “Bu uygulama geleneksel konutlarda çok
fazla yapılıyor. Koruma kuramı ‘yapının tahrip edilmeden korunmasını’, ‘yeni
yapılan müdahalelerin de kendini belli etmesini’ ve ‘yapının yok olmuş
bölümlerinde bilinmeyen yerler varsa bu yerlerde de spekülasyon yapılmamasını’
söyler” dedi. Özgönül, yapıların çok iyi analiz edilip soruna yönelik çözüm
üretilmesi gerektiğinin altını çizerek, bugünkü anlayışta restorasyonu yapılan
konutların eski yapı olduğunu anlayabilmek için bir ipucu bile olmadığına dikkat
çekti.
Restorasyon çalışmalarını yürütenlerin böyle bir kaygılarının da olmadığını
vurgulayan Özgönül, “Ahşapların sağlamlarını bile değiştiriyorlar. Dönem
yapılarının da tamamen kaldırıldığını görüyoruz. Korumaya yönelik bir
değerlendirme yapılmadığı için varsayımlar üzerinden yürütülen çalışmalar söz
konusu. Ankara’da yapılan uygulamaların birçoğu sadece yıkıp yeniden yapmak
üzerine kurgulanmış. Hemen hemen her yapı, birbirinin aynısı olmaya başlıyor.
Aynı detay ve profilde yapılan restorasyon çalışmaları doğru değildir. Çünkü
aynı gibi görünen bu yapılarda birçok farklılıklar vardır. Tasarım yaklaşımları,
malzeme kullanımı ve oranlar sizi farklı yere götürür. Tıpkı villa yapar gibi
standart restorasyon uygulamaları var. Tek tip onarımlar dokunun özgünlüğünü yok
ediyor ve yapıların farklı bir yanını bırakmıyor. Çoğunlukla yıkılıp yeniden
yapıldığı ve ayrıca özgün değerlerinden saptırılarak farklı bir görünüm
yarattığı için, söz konusu yapılar artık ‘korunacak tarihi değer’ olmaktan da
çıkmaktadır” diye konuştu.
Restorasyonu yapılan birçok yapının eski görüntüsünü yitirdiğine işaret eden
Özgönül, “Yaşanmışlığa dair bir örnek yok. Osmanlı evleri, Selçuklu evleri ve
buna benzer isimlerle bu tür yapıların inşa edildiği lüks villalar yapılıyor. Bu
tür yeni yapılarla restorasyon yapılanların farkı yok. İkisi de aynı” dedi.
“Tarihi bir yapıyı korursanız o zaten kendi kendine ranta dönüşüyor”
değerlendirmesini yapan Özgönül, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Belediyelerin görevi tarihi yanıltmak değil, var olanı korumaya yönelik
çalışmalar olmalı. Gelen turistin beğeni ve beklentisinin, yapıların tarihi
belge değerinden ön planda tutulduğu ‘dekor nitelikli koruma’ çalışmaları,
‘tarihi’ korumayı hedefleyen temel ilkeyi ortadan kaldırmaktadır. Gerçek
onarımın maliyeti yüksek olduğu için bu yöntem tercih edilmiyor. İnce ve hassas
tekniklerle onarım süreci uzar. Dolayısıyla maliyetler de artıyor. Bu yapılar,
temiz yüzlü ve içinde yaşanır birer taklittir. Yıktıktan itibaren eseri yok
edersiniz. Onun üstündeki eskiliği, tarihi ve yaşanmışlığı göremezsiniz.”
‘Onarım pırıl pırıl’ olmaz’
Bu tür çalışmaların yoğun olarak Altındağ bölgesinde yapıldığını söyleyen
Özgönül, “Bir nevi kentin yüzüne makyaj yapmaktır bunun adı” diyerek, şöyle
devam etti:
“Onarım, pırıl pırıl yapmak değildir. Eskimişliğin yok olmaması gerekir. O
yapıların her noktası fiziksel olarak yıpranıp yok olmuş değildir. Sağlam olan
birçok yeri vardır. Tahrip etmeyen yöntemlerle bu yapıların yıkılmadan da ayakta
durabileceği görüşündeyiz. Bu yapıların bazıları yıkılmak durumunda kalınabilir.
Ama hepsinin yıkılması ve yeniden benzerinin yapılması koruma, onarım ve
restorasyon değildir. Malzemenin eskimişliği ve yaşamın değişmiş olması da
yıkılmaya gerekçe olarak gösterilemez. Yasaya göre, ‘Koruma kamu yararıdır.’
Buradaki önemli nokta da, kamu yararı olması gereken bu uygulamaların salt
yabancılar için yaşayan bir çevre değil, aslında kendi kullanıcısını hedefleyen
ve her zaman yaşayan canlı bir merkez yaratmayı hedeflemesidir. Ön planda
tutulması gereken, yörenin esas sakinlerinin de korunmasıdır. İçinde yaşayanlar
yerlerinden ediliyor. Dokunun yüzde 90’ı yeniden yapılıyorsa buradaki koruma
anlayışında mutlak bir sorun vardır.”
|