br />
Restorasyonu yapılan birçok yapının eski görüntüsünü yitirdiğine işaret eden
Özgönül, “Yaşanmışlığa dair bir örnek yok. Osmanlı evleri, Selçuklu evleri ve
buna benzer isimlerle bu tür yapıların inşa edildiği lüks villalar yapılıyor. Bu
tür yeni yapılarla restorasyon yapılanların farkı yok. İkisi de aynı” dedi.
“Tarihi bir yapıyı korursanız o zaten kendi kendine ranta dönüşüyor”
değerlendirmesini yapan Özgönül, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Belediyelerin görevi tarihi yanıltmak değil, var olanı korumaya yönelik
çalışmalar olmalı. Gelen turistin beğeni ve beklentisinin, yapıların tarihi
belge değerinden ön planda tutulduğu ‘dekor nitelikli koruma’ çalışmaları,
‘tarihi’ korumayı hedefleyen temel ilkeyi ortadan kaldırmaktadır. Gerçek
onarımın maliyeti yüksek olduğu için bu yöntem tercih edilmiyor. İnce ve hassas
tekniklerle onarım süreci uzar. Dolayısıyla maliyetler de artıyor. Bu yapılar,
temiz yüzlü ve içinde yaşanır birer taklittir. Yıktıktan itibaren eseri yok
edersiniz. Onun üstündeki eskiliği, tarihi ve yaşanmışlığı göremezsiniz.”
‘Onarım pırıl pırıl’ olmaz’
Bu tür çalışmaların yoğun olarak Altındağ bölgesinde yapıldığını söyleyen
Özgönül, “Bir nevi kentin yüzüne makyaj yapmaktır bunun adı” diyerek, şöyle
devam etti:
“Onarım, pırıl pırıl yapmak değildir. Eskimişliğin yok olmaması gerekir. O
yapıların her noktası fiziksel olarak yıpranıp yok olmuş değildir. Sağlam olan
birçok yeri vardır. Tahrip etmeyen yöntemlerle bu yapıların yıkılmadan da ayakta
durabileceği görüşündeyiz. Bu yapıların bazıları yıkılmak durumunda kalınabilir.
Ama hepsinin yıkılması ve yeniden benzerinin yapılması koruma, onarım ve
restorasyon değildir. Malzemenin eskimişliği ve yaşamın değişmiş olması da
yıkılmaya gerekçe olarak gösterilemez. Yasaya göre, ‘Koruma kamu yararıdır.’
Buradaki önemli nokta da, kamu yararı olması gereken bu uygulamaların salt
yabancılar için yaşayan bir çevre değil, aslında kendi kullanıcısını hedefleyen
ve her zaman yaşayan canlı bir merkez yaratmayı hedeflemesidir. Ön planda
tutulması gereken, yörenin esas sakinlerinin de korunmasıdır. İçinde yaşayanlar
yerlerinden ediliyor. Dokunun yüzde 90’ı yeniden yapılıyorsa buradaki koruma
anlayışında mutlak bir sorun vardır.”
|