Prof. Ruhi Kafesçioğlu
* Prof. Ruhi Kafesçioğlu'nun Mimarlık ve Eğitim Kurultayı I'de gerçekleştirilen "Mimarlık ve Mimarlık Eğitimine Genel Bakış" başlıklı panelde yaptığı "60 Sene Öncesinden Baktığımızda Eğitim ve Uygulamada Gördüklerimiz ve Bir Model Önerisi" başlıklı konuşma. Mimarlar Odası'nın Kurultay duyurusunda da belirtildiği gibi, meslek eğitimi ve uygulamasının sorunları ivedi çözümler gerektiren boyutlara ulaşmıştır. Son 50-60 sene içinde oluşan değişimler ve teknolojik gelişmeler mimarın düne nazaran daha geniş bilgi ve deneyim kazanmasını ve daha büyük sorumluluklar altına girmesini gerektirmektedir. Yetişme süreci ise ona bu yetenekleri kazandıracak düzeyde gelişemedi. Yeterli bilgi ve deneyimle donatılmadan proje yapma ve uygulama yetkisi kazanan meslektaşlarımızın çoğunluğu meslek içi eğitimi de önemsememektedirler . Bunun göstergesi, Oda ve çeşitli kuruluşlar tarafından düzenlenen konferans, seminer gibi bilgi aktarılan toplantılara, eksikliği hisseden yetişkin mimar meslektaşların yanında çok az sayıda genç meslektaşımızın katılmasıdır. Oysa yapı malzemesi endüstrisi ve yapı teknolojisindeki dinamik ve hızlı gelişme meslek içi eğitimin önemini çok artırmıştır.Yeniyi gerçek nitelikleriyle tanımadan birtakım duyum ve reklamların etkisiyle, çeşitli örnekler arasından bilinçsizce seçen ve nesnelerin acemisi ustalarla uygulama yapan mimarın başarıya ulaşması elbette ki olası değildir. Doğal olarak bu durumda, araştırma ve bilgi edinme gereksinmesi yaratamayan, olanla yetinme alışkanlığı veren eğitim sisteminin payı çok büyüktür. Bugün mimarlık okullarında sağlanabilen formasyonun tasarım ve uygulamada yetersizliğini kanıtlamak için çok şey söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum. Etrafına biraz görerek bakan herkes bu yetersizliğin örneklerini fazlası ile bulur. Her meslekte olduğu gibi mimarlar arasında da gerekli düzeyde yeterli bilgi donatımı ve yüklenmesi gereken sorumlulukların bilincinde olmayan, meslek etiğini benimsemeyen, ama elindeki diplomanın kazandırdığı yetkiyi sorumsuzca kullanan meslek adamlarının ürettiği tasarım ve buna dayanılarak yapılan uygulamalar, olması gerekenin çok uzağında olduğumuzu sergilemektedirler. Belediyelerin yeterli düzeyde etkin denetim yapamadıkları ve getirinin birincil etken faktör olduğu bugünkü ortamda, özel kesim yapılarında meslek kurallarının işletilemediğini kabullenelim ve sorunlarını ayrı bir pakette ele alalım. Ama kamu kesiminin yaptırdığı binalar için ne diyeceğiz? Kamu kesiminin, proje bürolarında tasarlanıp geliştirilen, üst makamlarca onaylanan projeler, müteahhitin sorumlu teknik elemanlarınca uygulanan, uygulama sırasında idarenin teknik kadrosu tarafından kontrol edilen, teknik heyetlerce geçici ve kesin kabulleri yapılan, beş ayrı aşamada yetkili ve sorumlu teknik elemanların katılımıyla meydana getirilen kamu binalarının büyük çoğunluğunun yüklenmesi gereken fonksiyonlara uyumsuzluğu, biçim ve yapı kalitesi yönlerinden yetersizlikleri için ne diyeceğiz? Kamu binalarında kesin kabulü yapılmadan veya kullanılmaya başlamadan plan değişikliklerine ve onarım işlerine girişilmemiş kaç örnek bulunabilir? Sebep ne olursa olsun gerçek şu ki, bugün ülkemizde bina tasarlama ve yapma yetkisine sahip kadronun büyük bir kesimi günümüzün gerekliliklerine, ülkenin koşullarına göre yapı üretme yeteneğine sahip olacak düzde yetiştirilemiyorlar. Hiç de iyi olmayan bu tablonun tek sorumlusu elbette ki bugün çalışmakta olan meslektaşlarımız değildir. Toplumun değişim süreci her alanda olduğu gibi bu konuda da etkisini göstermiş, iyiye, doğruya ve güzele yönelme eğilimi, yerini başka değer hükümlerine bırakmıştır. Toplumdaki kültür yozlaşması her konuda olduğu gibi, yapılarımızda da iyiyi ve güzeli arama isteğini köreltmiştir. Elbette ki çok güzel yapıtlar üreten meslektaşlarımız da var. Ne yazık ki bu güzel yapıtlar öteki çoğunluğun arasında seçilemiyorlar, hakettikleri övgüyü bulamıyorlar, iyi örnek olma nitelikleri de kayboluyor. Mimarlık gibi severek yapılabilen, büyük özveri isteyen bir mesleğin meşakkatini, ancak onu bilinçli olarak seçenler çekebilir. Bütün zorluklara katlanmanın ödülü, çalışma sonunda elde edilen, mimarın bir parçası haline gelmiş olan yapıttan duyulan hazdır. Mimarlık zor bir meslek, ama bu zorluk toplumun isteklerinin değişmesi, ve teknolojinin gelişmesiyle eskiye nazaran daha çok güçleşmiştir. Bugünün teknolojisinin tüm olanaklarını kullanarak, ülke koşullarını ve kültürel yapıyı göz önünde tutarak, yüzyılın insanının gereksinmeMimarlık gibi severek yapılabilen, büyük özveri isteyen bir mesleğin meşakkatini, ancak onu bilinçli olarak seçenler çekebilir. Bütün zorluklara katlanmanın ödülü, çalışma sonunda elde edilen, mimarın bir parçası haline gelmiş olan yapıttan duyulan hazdır. Mimarlık zor bir meslek, ama bu zorluk toplumun isteklerinin değişmesi, ve teknolojinin gelişmesiyle eskiye nazaran daha çok güçleşmiştir. Bugünün teknolojisinin tüm olanaklarını kullanarak, ülke koşullarını ve kültürel yapıyı göz önünde tutarak, yüzyılın insanının gereksinmelerini karşılayacak düzeyde, doğru ve güzel yapılar yapabilmek elbette düne göre daha çok emek isteyen bir iştir. Bu günün mimarı dünkünden daha çok konuyu doğru uygulayabilecek düzeyde bilmekle yükümlüdür, daha çok sorumluluk altındadır. Daha öncede dediğim gibi, mimarın yetişme süreci bunları sağlayacak düzeyde gelişmemiştir. Burada tartışılmasının yararlı olacağını sandığım diğer bir önemli nokta, lisans eğitim süreci çoğunlukla değişik ve yetersiz ortamlarda gelişen ve tüm mesleki yetkilerle donatılan buna karşı bugün eski dönemden daha çok ve geniş kapsamlı sorumlular yüklenen mimarın, bu sorumlulukları yerine getirebilecek yeteneklere sahip olup olmadığının sınanmasıdır. Kanımca, günümüzde mesleğini kendi adına ve sorumluluk yüklenerek kullanmak isteyen mimarın, yeteneklerini kanıtlaması gereği doğmaktadır. Bu bir süre çalıştıktan sonra, bir çok batı ülkesinde de çok eskilerden beri uygulanan, kuralları önceden belirlenmiş bir sınavla olabilir. Ülkemiz koşulları göz önünde tutularak, bu yetenek kanıtlama prosedürünün yöntemi ve sürecinin ayrıntıları ileride kamu kesimi ilgilileri, meslek odaları ve üniversitelerin yapacakları ortak çalışmalarla belirlenebilir. Eğitim ve uygulama ile ilgili genel değerlendirmelerden sonra, eğitim modelini ele alabilmek için sözünü ettiğim süre içinde nelerin nasıl değiştiğine bakmalıyız. Mesleki eğitim birçok yeni olanağa kavuşmanın yanında son derece önemli olan bazı niteliklerini yitirdi. Sanat dalı olan mimarlık ve sanatkar olan mimar sanki bu sıfatlarından soyutlanmış gibi bir durumla karışı karşıyadır.Bu öylesine benimsenmiş, kabullenilmiş ki, mimarın kendisi sanatkar değilmiş gibi, müzik veya resim alanlarında başarılı yapıtlar veren meslektaşlarımız için, sanatkar mimarlar adına toplantılar düzenlenmektedir. Oysa bir sanatkarın diğer bir sanat alanında da uğraş verip başarı kazanması doğal değil mi? Bir takım politik endişelerle açılan, her türlü donatımdan ve yetenekli eğitim kadrosundan yoksun mimarlık eğitimi veren fakültelere giren öğrencilerin büyük çoğunluğu, gerçek istekleri ve yetenekleri uygun olduğu için değil de, sırf puanları denk geldiği için girebilmektedir. Vakıf Üniversiteleri çok düşük puanla da öğrenci almaktadırlar. Mimarlık fakülte veya bölümleri bu gençlere, yetersiz bir eğitimle diploma vermektedirler. Doğal olarak gerekli formasyonu edinmeden, her türlü yetki ile donatılmış, diplomalı meslek adamı kimliği kazan bu genç meslektaşlar biraz sonra ayrıntılarına değineceğim, mimarın sahip olması gereken sorumlulukları da yerine getiremiyeceklerdir. Hiç kuşkusuz bu gençlerin bir çoğu, iyi bir eğitim olanağı bulsalardı çok iyi birer meslek adamı olarak yetişebilecek yetenek ve kabiliyettedirler. Ama bugünkü eğitim sistemi onları bu duruma mahkum etmektedir. Bu yüzden ülkemizde kamu ve özel kesim çok büyük zararlara uğramaktadır. Artan öğrenci ve eğitim kurumu sayıları öğretim kadrosunda yetersizlikleri de beraberinde getirmiştir. Bir mimari tasarımın başarısı, uygulandığı zaman gösterdiği perfonmansla ölçülebileceğine göre, yeterli uygulama deneyimi olmayan bir proje ve yapı hocasının yaptığı değerlendirmeler ne kadar isabetli olabilir? Çok uygulama yaparak şöhret kazanmış bir mimar, proje hocası olarak (bugünkü sistemle hasbel kader fakülteye girmiş bir gence) mesleği sevdirip benimsetecek pedagojik yaklaşıma sahip midir? Bütün bu söylediklerimizi birkaç sözcükle özetlersek: Çok sayıda fakat yetersiz eleman yetiştirme çabasının yanlışlığını, ülkeye zararını artık görerek, çok yerine az ama iyi yetişmiş eleman prensibi benimsenmelidir. Mimarlık ve benzeri meslek dallarının eğitim kuruluşlarına öğrenci seçimi ve öğretim elemanı yetiştirilmesi için yeni koşullar oluşturulmalıdır. Mimarlık Eğitiminde İlkeler Nasıl Belirlenmeli? Eğitim veren meslek okulllarını birer üretim kuruluşu olarak görebiliriz. Amaç yetkilerini ve edindiği meslekle ilgili bilgileri kullanma yeteneğine sahip, sorumluluklarının bilincinde meslek adamı (mimar) yetiştirmektir. Yaptığımız açıklamaların ışığında öğretim modelini gerektiği nitelikleri içerecek düzede oluşturabilmek için, önce belirleyeceğimiz eğitim süreciyle yetiştireceğimiz mimarı, günümüz koşullarında, doğru tanımlamalıyız. Bu tanımlamayı nekadar iyi ve yeterli düzeyde yapabilirsek belirlediğimiz amaca ulaşmamızı sağlayacak eğitimin modeli ve içeriğini de o derecede iyi programlama olanağını elde edebiliriz. İşaret etmemiz gereken diğer önemli bir nokta, eğitim sürecinden geçirerek, mimar niteliklerini kazandırmayı amaçladığımız lise mezunu gençlerin ülkemizde genel kültür düzeyi bakımından çok karmaşık bir grup oluşturmalarıdır. Oysa mimarlık mesleği ve onun eğitim süreci, diğer birçok mesleğe nazaran, geniş bir kültür birikimine dayanmalıdır. Öğrencilerin çeşitli açılardan kültür farklılığı ve yetersizliği, öğretimin ilk aşamasında giderilmelidir. Eğitim modelini oluşturabilmek için ilk yapmamız gereken iş, mimarı ve onun tasarlayıp uyguladığı yapıyı tanımlamak ve değişik açılardan sahip olması gereken niteliklerini belirlemektir. Söz konusu ettiğimiz çerçevede yapı, bir yönden ülke bütününden parsele kadar gelen tüm planlama çalışmalarının koyduğu son noktadır. Diğer yönden tüm tasarım ve üretim süreçlerinin bileşkesbinin ürünüdür. Bu bakış açısından yapı iki büyük asamblenin ortak kesişme alanıdır. Plancı o son noktayı koyarken, Mimar o noktaya büyüteç tutup tasarımlarına başlarken, her iki alanın verilerinden ve etkilerinden kendilerini soyutlayamazlar. Ürünün istenen gerçek niteliklere sahip olabilmesi için, bu işi yapanların aynı endişeleri duyabilen, ona göre yetişmiş kişiler olmaları gerekir. Şimdi bir sanatkar olan mimarın, diğer sanatkarlardan farklılıklarını belirlemeye çalışalım: - Bir şair, ressam, müzisyen yapıtını meydana getirirken kendi olanakları ile tedarik ettiği araç gereç ve enstrümanları kullanır. Mimar ise, onun meslek etiği ve bilgisine emanet edilen, iş sahibinin maddi olanaklarını ve ülke kaynaklarını kullanır. - Diğer sanatçıların ürünlerini meydana getirmeleri sırasında tükettikleri kaynaklar sınırlı miktarlarda iken bir mimari yapıtta tüketilen kaynaklar çok çeşitlidir ve çok büyük miktarlara ulaşabilir. - Bir sanatçının yapıtı başarılı olur ve beğeni kazanabilirse, toplum o yapıtı benimser ve yapıt toplumun malı olur. Eğer yapıt beğeni kazanamıyorsa bir kenara konulan bir tualdir, kitapdır; kamu alanlarında sergilenecek anıtsal boyutlu heykel veya resim değilse, böyle bir eserin toplumu rahatsız eden bir yönü yoktur. Mimari yapıt ise iyi veya kötü, güzel veya çirkin, yapımına başlandığı andan itibaren çevrenin bir parçası ve toplumun malıdır. Başarılı ve zaman içinde değerini kaybetmeyen bir yapıtsa toplum onu ve sahibini onurlandırır. Ama başarılı bir ürün değilse, üretilirken kendisinden beklenilen fonksiyonları gereken düzeyde yerine getiremiyorsa, hem birçok açıdan önemli zararlara , kaynak kaybına sebep olacak hem de toplumu devamlı rahatsız eden bir öğe olarak ortada duracaktır. Bu farklılık nedeniyle mimar yapıtını meydana getirirken, öncelikle onun çevreye uyumunu göz önüne almalı, biçim ve yapı teknolojisi açılarından doğruları bulmalı, ve güzeli bunlar arasından seçmelidir.Bir mimari yapıt proje halindeyken ne kadar güzel olursa olsun, uygulandığı ete kemiğe dönüştüğü zaman o değerleri taşıyamıyorsa ya da uygulandıktan hemen sonra bir dizi değişiklik veya onarım gerektiriyorsa, onun güzelliği geçici ve aldatıcıdır. Bir mimari yapıtın sahip olduğu değerler devamlı ve kalıcı olabilmelidir. - Her sanatçı tasarladığı bir konuda yapıtını meydana getirirken kendi sanat dalına özgü teknikleri kullanır. Mimar yapıtını meydana getirirken birbirinden çok farklı uzmanlık alanlarının tekniklerinden yararlanmak, onların teknisyenleri ile konuyu görüşüp olgunlaştırmak, seçeneklerin ayırdına varmak, bunların hepsinin birbirleri ile uyumlu ve yapı bütünlüğünü zedelemeden uygulanmasını sağlamak zorundadır. Bütün bu enstrümanları yönlendirmek ve yönetmek görevini yüklenecek olan mimar diğer sanatçılardan farklı yeteneklere sahip olmalıdır. Sıraladığımız farklılıklar mimarın diğer sanatkarlardan farkını oluştururken ve uygulama aşamasına geçerken, diğer sanatçılar için söz konusu olmayan bir dizi kurala uymak zorundadır. Bunların bazıları denetime tabi, yaptırımları olan, bazıları ise yaptırımı olmayan kurallardır. Mimar yaptırımı olan ya da olmayan tüm kurallara meslek etiği çerçevesinde uymalıdır. Kamunun bu denetim hakkı, mimarın yapıtını meydana getirirken, onun mesleki bilgi ve etiğine emanet edilen, kişi veya kamuya ait, ülke kaynaklarını kullanmasından doğar. Mimar yapıtında bu kaynakların, doğru seçilmiş türlerini, doğru miktarlarda, doğru yerlerde, doğru biçimlerde doğru bir teknoloji ile uygulamalıdır. Sözü edilen sorumluluk çerçevesi mimarın ülkeye, çevreye ve iş sahibine karşı sorumluluklarını da doğal olarak içerir. - Mimarlık hizmetlerinin yeterli düzeyde ve doğru yapılabilmesi için, bir çok meslek dalında olduğu gibi,ara kesim meslek adamına da gereksinme duyulmaktadır. Bunlar mimar ile uygulayıcı işçi arasında, bir takım rutin işleri yapacak, alt kesime aktaracak, işin gidişini denetleyecek, büro ve şantiye hizmetlerinde mimara yardımcı olacak meslekte önemli bir yeri olan elemanlardır. Bu tür ara elemanlar bulunmadığı zaman bu tür işler ya yeterince yapılamamakta ya da mimar daha basit işlere çok zaman ve emek harcamak zorunda kalmakta, böylece bir potansiyel kaybı söz konusu olmaktadır. Mimarlık meslek eğitimi planlanırken, hem mimarın daha verimli çalışmasını hem de mesleğin daha iyi uygulanmasını sağlamak amacıyla ara eleman yetiştirilmesi de göz önünde tutulmalıdır. Böyle bir meslek grubunun yetiştirilmesinin diğer önemli bir faydası da çeşitli nedenlerle bütün bir fakülte eğitimini sürdürme olanağı bulamayanlara ve mesleğin bir alt kademesinden başlamak ve yetenekleri ancak o tür işleri görmeye uygun olan gençlere de bir iş olanağı sağlamasıdır.Bu elemanlar arasından isteyenlere, olanakları elverdiği zaman belirli gereklilikleri yerine getirmek koşuluyla, eğitimlerini tamamlamak olanağı kazandırılmalıdır. Doğaldır ki mimara sahip olması gereken bütün bilgi ve yetenekleri, temel eğitim olan, lisans eğitimi sırasında kazandırmak mümkün değildir. Bir takım bilgi ve yetenekler uygulama çalışmalarında, şantiyelerde, ve üst lisans öğrenimi sırasında edinilebilecektir. Günümüzde mimarlık mesleği, çok geniş bir çalışma alanının alt tabanını oluşturacak bir nitelik kazanmaya yönelmektedir. Mimarlar artık sadece proje veya bina yapan kişi olmanın dışında değişik iş kollarında başarılı olmaktadırlar. Kanımca iyi bir mimarın sorunun analizini yapma ve çözüme götürücü sentezler yaratabilme yeteneği, onun mesleğin ana temasının dışındaki alanlarda da başarıyla çalışabilmesini sağlamaktadır. Bu açıklamalar ışığında üç kademeli bir mimarlık eğitimi modelinin ana hatlarını oluşturabiliriz sanırım. Birinci Kademe: ÖNLİSANS - Mesleğe hazırlık, bilgisayarın mesleki uygulamalarda kullanım olanakları ve pratiğinin kazanılması, temel kültür, lisan ve mesleğin rutin işlerinin öğrenildiği bölümdür. Dört yarı yıllık bu öğretim sürecinin sonunda öğrenciler 6-8 haftalık, uygulaması ciddi kurallara bağlanmış belli bir iş bölümünü içeren büro ve şantiye stajı yaparlar. Meslek hakkında beceri ve bilgi kazanmış olan bu gençlerin, yararlanılabilir kişiler olarak, staj yeri ve iş bulabileceklerini sanıyorum. Staj dönemini başarı ile bitiren ve dönem dersleriyle ilişkisini kesen öğrenciler ön lisans sertifikası alırlar ve iki olanaktan birini seçerler. 1. Mesleğe bu düzeyde devam etmek veya çeşitli nedenlenle eğitimlerine bir süre ara vermek isteyenler, kazandıkları ön lisans sertifikasıyla yapı teknisyeni olarak iş hayatına atılırlar. Bunlar istedikleri zaman belirlenen koşulları yerine getirerek, ikinci kademeye devam ederler, ve lisans eğitimini tamamlarlar. 2. İkinci kademeye devam edip mimarlık diploması alarak çalışmalarını sürdürmek isteyenler, yetenek belirlemeyi de içeren bir sınava girerler, başaranlar dört yarı yıllık ikinci kademeye devam ederek öğrenimlerini tamamlarlar. Sınavda başarısız olanlar yapı teknisyeni olarak çalışabilecekleri gibi, belirlenen koşullara göre sınavı tekrarlarlar. Burada tartışılmasını arzu ettiğim bir noktayı dikkatinize sunmak istiyorum. Biraz önce değindiğim gibi, mimarlık artık bina projesi yapan ve onu uygulayan meslek sınırlarını çok genişleterek bir çok çalışma alanını kapsayan iş kollarının temel eğitimini, tabanını oluşturmaya başladı. Bu gelişmeleri tesadüflere bırakmadan, gelişigüzellikten kurtarmak ve bazen de asıl olarak mimarın yapması gereken işleri başka meslek alanlarına bırakmamak için ikinci kademe ve yüksek lisans eğitimi bu yelpazelenmeyi içerecek şekilde düzenlenemezmi? Amacımız,geleceğin yetişkin meslek adamına, kendi eğilimleri doğrultusunda benimseyip iş hayatında geliştirececeği çalışma alanlarını en sağlıklı yoldan kazandırmak değil mi? Bu modelde yeni olan, dört yıllık eğitimi ikiye bölerek, diplomaya gidenleri daha geniş bir tabandan seçmek, beceri ve yeteneklerini geliştirebilecekleri bir ortamda eğitimlerini tamamlamalarını sağlamaktır. Bir çok fakültede, birbirinden bağımsız olarak, kol yada bölüm adı altında uygulanmakta olan modeli, gereksinmeler doğrultusunda, fakülteler arasında ve üstlisansla birbirini tamamlayacak şekilde düzenlenmesidir. Önemli yasal güçlükler çıkacağını sanmıyorum. Sistem aynı zamanda, gerekliliği bilinen, meslek için yararlı olacağına inandığım ara düzeyde bir meslek grubunu da yaratmaktadır. İkinci Kademe: LİSANS - Dört yarı yıllık dönem sonunda diploma ve mimarlık mesleğini yapmaya hak kazandıran dönemdir. Dört senelik eğitimin kademelendirilmesi ile öğrenciye daha nitelikli eğitim vermek mümkün olacaktır. Böylelikle yasal olarak mesleği uygulama yetkisine sahip olan meslektaşlarımız yeterli bilgi ve beceri yeteneğine sahip, sorumluluklararını yerine getirecek bireyler olabilecektir. Olaya bu açıdan yaklaştığımızda ikinci kademe eğitimi için, biraz önce değindiğimiz ve tartışılmasını arzuladığımız, iki seçenek söz konusu olabilir. 1. Meslekteki dallanmayı ikinci kademe sürecinde yapmak.Öğrenciye mimarlığın temel bilgi ve becerileri kazandırılırken, ileride çalışmayı planladığı meslek alanlarına yönelik teorik ve uygulamalı bilgiler de verilebilir, eğitim birbirine paralel kollar halinde yürütülebilir. Böyle bir yapılanma, Mimarlık ana dalı yanında, bugün meslekten kopuk ve ayrı bir meslek dalı gibi yürütülen ve sakıncaları görülen uygulamaları da olumlu yönde etkileyebilir. İkinci kademede yan kol olarak, iç mimarlık, fiziki planlama, yapı teknolojileri, yapı fiziği ve çevre koruması, restorasyon gibi çalışma alanları önerilebilir. Bu çalışma alanları aynı kökten üreyecekleri için, meslek mensupları konuya farklı yönlerden yalaşmayacaklar, çözümü mimarlık penceresinden bakarak bir bütünlük içinde arayacaklardır. Mesleğimizin büyük ustaları konuyu bir bütün olarak ele alıyorlar ve ayrılıkları mimarlık temel kavramı çerçevesinde çözüyorlar. 2. Mimarlık temel eğitimi, olabildiğince köklü bir bütünlük disiplini içinde tamamlanır. Meslek içi bütün yönelme ve dallanmalar bu temel eğitime oturtulur. Bu model, bizden çok önceleri eğitimini kurumsallaştırmış olan Tıp eğitiminde uygulanmaktadır. Herkes önce mesleğin kök elemanıdır sonra bir dalın uzmanıdır.Bizde onların doktora sürecini aynen aktarmaya elbetteki gerek yok. Ama herkes önce MİMAR olur sonra üst lisansta eğilimlerine göre belli bir alana yönelebilir. Üçüncü Kademe: ÜST LİSANS eğitimi ise mimarlıkta uzmanlaşma alanları çerçevesinde düzenlenebilir. Bu kapsamda bir çok başka meslek mensuplarına mimarlık üst lisansı verilebilir, örneğin gemi inşa mühendisliği, bina konstrüksiyonu hesaplayan inşaat mühendisliği, elektrik mühendisliği gibi mimarlarda başka alanlardan eğitim alabilirler. Halen sınırlı olan uygulama daha geniş kapsamlı ve düzenli yapılabilir. Burada amaç, doğada bütün olan ve bizim birtakım gruplara kategorize ettiğimiz dallar arasında bağlantı ve diyalog kurabilecek meslek adamları ve uzmanlar yetiştirmektir. Üst lisans eğitimi lisans ile aynı kanal doğrultusunda sürdürülünce, farklı dallarda yetişenlerin diğer kanallarla diyalog kurmaları zorlaşıyor. Kanallar arasındaki problemler sahipsiz kalıyor. Halbuki bir lisans öğrencisi üst lisans çalışmasını ilgili diğer bir kanalda yaparsa , iki grubun da derdinden anlayan iki grupla da işbirliği yapabilen, poblemlere daha gerçekci bir anlayışla yaklaşabilen uzman olarak yetişebilirler. Doğal olarak üst lisans eğitiminin nitelikleri ikinci kademe eğitimine verilecek düzenlemeye göre belirlenecektir. Eğitim modeli ile ilgili düşüncelerimizi burada noktalıyoruz. Eğitimin içeriğini , tartışmalar sonunda modelin alacağı şekle göre ve uygulamada görülen aksaklıklar ve eksiklikleri göz önünde tutarak düzenleyebiliriz sanırım. Bu düşünceler ışığında, 60 sene öncesinden bu günlere baktığımızda uygulamada gördüklerimiz, bu kurultayın düzenlenmesi gerekçelerinden de biri olan, geneldeki çok yönlü yetersizliklerdir. Günümüz mimarı dünden farklı olarak neleri bilmek zorunda? Meslektaşlarımızın konularına dünkü ve bugünkü yaklaşım farklılıklarını nedenleriyle belirlemeye çalışalım. Uygulamadaki farklılıklar üzerinde durmadan önce mimari üretim ortamına kısaca bakalım. 40'lı yılların ilk yarısı, bizim neslin hayata atılıp mesleğe başladığımız ikinci dünya savaşı yılları, her şeyin kıt olduğu ama her şeyin yerli yerine oturduğu bir ortam. Doğal olarak mimarlar için iş alanı çok sınırlı. TMMOB kurulmamış. Meslek kuruluşu olarak Mimarlar Birliği ve Mühendisler Birliği var. Önemli işveren Devlet. Bütün yokluk ve zorluklara karşın, toplumun gereksinmesi olan ve toplumu ileriye taşıyacak yatırımlar devam ediyor. Belli başlıları demiryolları, onların yan tesisleri, Toprak Mahsulleri Ofisi yapıları ve en önemlisi her biri konkurla yapılan ülke yüzeyine akılcı bir modelle yerleştirilen köy enstitüleri yapıları. Diğer yandan ilköğretim seferberliği ilan edilmiş köylerde ve her tarafa ilkokul yapılıyor. Hatırladığım kadarıyla bütün bu yapılar Prof. Paul Bonatz'ın başında bulunduğu ve birçok değerli arkadaşın çalıştığı Maarif Vekaleti (bu günkü Milli Eğitim Bakanlığı) proje bürosu tarafından yürütülmektedir. Yine o dönemde Ankara ve bazı büyük şehirlerimizde bir iki katlı binalar beş altı katlı binalara dönüşmeye başladı. Kanımca hazırlıksız girilen bu dönüşümün günümüze kadar süregelen etkilerini biraz sonra ayrıntlarıyla açıklamaya çalışacağım. Geleneksel yapı teknolojimiz, yapı bünyesinin ve kullanıcılarının tüm sorunlarını kendi bünyesi içinde yeterli düzeyde çözen niteliklere sahipti. Günümüzde de hayranlıkla seyrettiğimiz anıtsal yapıları yapanlar ve onların çevrelerindeki ustaların, özel kişiler için yaptıkları evler ve konaklar da hem kendi bünyeleri tutarlı ve sağlıklı hem de içinde yaşayan insanların sağlıklarını koruyan, olumsuz yönde etkilemeyen bir teknolojinin ürünü idiler. Sözünü ettiğim dönemde, bir yapı söz konusu olduğunda, verilecek ilk önemli karar, çevrenin ve günün koşulları , göz önünde tutularak, sınırlı bir kaç türü olan yapı sistemlerinden birini belirlemekti. Bu sistemlerin her biri, bütün yapısal ve teknik problemleri kendi bünyesi içinde çözen nitelikte idiler. Sistemin bütün ayrıntıları hem onu tasarlayan mimar, hem de kalfası, ustasıyla tüm uygulamayı yapacak olanlar tarafından bilinirdi. Mimar, seçilen sistemin belirli verilerine göre, toplumsal eğilimleri, gelenek ve görenekleri göz önünde tutarak, kendi birikimleri ve eğilimlerine göre, yapılacak binanın fonksiyonları ile ona vereceği biçim arasındaki ilişkiyi en iyi şekilde kurmaya özen göstererek projesini tamamlardı. Mimar bütün becerisini, seçilen sistemi zorlayıp zedelemeden, fonksiyon -biçim ilişkini en iyi düzeyde kurmakla gösterirdi. Uygulamayı yapanlar da o işin gerçek ustaları idiler ve özenle çalışırlardı. Toplumsal değişimler sonucu büyük hacimli çok katlı yapılara yönelim başladığında, değişikliğin gereklilikleri özümsenmeden biçimsel olanla yetinilerek, çok katlı betonarme karkas yapım sistemine geçildi. Konumuz dışında kaldığı için, batıdan adetlerimize uymadığı halde aynen aldığımız plan tipleri ile ilgili sapmalara değinmeden, yapı bünyesi ile ilgili olanları belirlemeye çalışalım. Betonarme karkas yapı sistemi yurdumuzda kısa sürede geniş bir uygulama alanı buldu, batıya özenmenin de etkisiyle, gerekli gereksiz her türlü yapıya uygulanan tek yapı sistemi haline geldi. Geleneksel yapı teknolojimizin bütün birkimlerini ve yöresel olanaklarımızı bir kenara atarak, sağladığı yararları unutarak, içeriğini, hazırlama ve uygulama tekniğini öğrenmeden, sadece biçimi ve görüntüsünü alıp bu yeni sistemi uygulamaya koyulduk. Oysa ki ödediğimiz büyük ve acılı faturalara rağmen, betonarme yapıyı en yaygın olarak kullananlarca bile, hala öğrenilmeyen, muhakkak uyulması gereken kuralları vardır. Kalitesiz beton üretiminin zararları, son zamanda hazır beton kullanımının yaygınlaşmasıyla, bir derece azaltılabilmişse de, sektörün önemli sorunlarından biri olmayı sürdürmektedir. Betonarme karkas yapıda, incelip sadece dış ortamla içi ayıran bir perde haline gelen duvar, geleneksel yapıda yüklendiği fiziksel fonksiyonların hiç birini yerine getiremez oldu. Yapının kendi bünyesi özürlü hale geldi. Yapı ile kullanıcı arasındaki sağlıklı ilişki olumsuz yönde etkilendi, biyoklimatik konfor dengesi bozuldu ve ısınma giderleri çok arttı. Bu olumsuzlukları gidermek ve yapı bünyesinde kaybolan değerleri tekrar yerine getirme zorunluluğu kendini gösterdi. Bu değişiklik mimara yeni yükümlülükler getirdi. Geleneksel yapı düzeninde belirli bir yapı için fonksiyon- biçim ilişkisini kurmaya çalışan mimara, yapısının yeri, konumu, kullanıcı gereksinmeleri, yakıt giderleri vb. bir dizi faktörü değerlendirerek yapısının bünyesini, tüm fonksiyonları karşılayacak şekilde, oluşturmak sorumluluğunu yüklendi. Bu yükümlülük mimara, evvelce söz konusu olmayan, yeni bilgiler edinmesi yeni malzeme kompozisyonları üretmesi ve bunların doğru uygulanmasını sağlamak ve proje çalışmasını fonksiyon - biçim - yapı bünyesi üçgenine oturtması zorunluluğunu getirdi. Geleneksel yapıda duvar tuğlası taşı, harcı ve sıvasıyla homojen bir bünye oluştururken, yeni yapıda, gerekli fiziksel değerleri yerine getirmek için, bünyeleri birbirinden çok farklı malzeme türlerinin oluşturacağı bir kompozisyon söz konusudur. Bir bütünlük içinde ısı, nem ve sesle ilgili problemleri çözmesi istenen bu kompozisyonu doğru oluşturabilmek için gereken değerleri saglayacak malzeme türleri seçilir ve katmanlardaki yerleri belirlenir, kalınlıkları hesaplanarak kompozisyon oluşturulur. O yapı bünyesi için nitelik ve nicelikleriyle belirlenen tüm fonksiyonları, oluşturulan kompozisyonun tam karşılaması gerekir. Bu karşılıklı dengede her hangi bir yetersizlik ileride doğacak yapı hasarının veya fonksiyon aksamasının nedenini oluşturur, sisteme gereğinden fazla konulacak her birim ise, ileride zarar da doğurabilecek bir israftır. İlk bakışta karmaşık görülen bu süreç, günümüzün olanaklarıyla kolaylıkla öğrenilip kullanılabilir. Öneminin benimsenip yetkinlikle uygulanmaması, bir çok yapı hasarının başlıca nedenlerinden biridir. Bu çerçevede ısısal problemlerin yeterli düzeyde ve doğru çözülmemesi, kullanıcı sağlığını olumsuz etkiler ve yakıt giderlerinin artmasına sebep olur. Yapı sektöründe çalışan bizlere düşen önemli bir görevde, enerji tüketiminde en büyük paylardan biri olan, bugün olması gerekenin çok üstündeki ısınma için tüketilen enerji mıktarını, genel enerji tüketim planında öngörülen düzeye indirecek yapım sistemleri gerçekleştirerek, enerji dışalımının azalmasına yardımcı olmaktır. Yapı sahibine ve ülkeye çok büyük ölçüde kaynak kaybına sebep olan bu yetersizliklerin yanında, uygulamada gördüğümüz belli başlı aksaklıkları şu gruplarda toplayabiliriz: - Yapıların çevreye uyumsuzluklarının yarattığı bozukluk ve çirkinlikler: Etrafmızda örnekleri bolca görülen ve sebepleri herkesce bilinen bu konuda fazla bir şey söylemeyi gerekli görmüyorum. - Yapılarımızda bitiminden hemen sonra başlanılan degişiklikler: Fonksiyon - biçim ilişkisi yeterli düzeyde çözüme ulaştırılmadan yapılan uygulamaların yapı bütünlüğünü bozmalarının yanısıra çoğu kez yarattıkları çirkinlikler ve bunların yapılması için sarf edilen malzeme ve iş gücü kayıpları önemli boyutlara ulaşmaktadır.. - Yapı bünyesinin doğru, gerekli kompozisyonu yeterli düzeyde oluşturulmadığı için, meydana gelen aksaklık ve bozuklukların bir diğer kaynağı, uygulamada yetersiz bilgidir. o Teknolojideki hızlı gelişme, endüstririnin kullanıma sunduğu çok çeşitli malzeme, doğru seçimi zorlaştırmaktadır. Yeni malzeme türleri, kullanımda kolaylık ve iyilikler sağlarken, kendilerine özgü uygulama tekniklerini de birlikte getirmektedirler. Bütün yenilikleri, çeşitli nedenlerle, yeterince izlemeden kullananların yapıtlarında bazı aksaklık ve olumsuzlukların görülmesi doğaldır. Boyayı sadece renk olarak gören, yada boya türünü renk ıskalasından seçen, yeterli bilgiye sahip olmadığı için, işçinin, nedenini bilmeden, falan yerde uyguladım kötü veya iyi sonuç aldım önerisini, benimseyerek malzeme seçen mimar yanlışlık yapmaya mahkumdur. - Aksaklıklardaki diğer önemli bir neden, mimarın tüm nitelikleri ile tanımadan uygulama olanak ve koşullarını incelemeden seçtigi malzemeyi, yine bu konuda yeterli deneyimi olmadan, kullandığı malzemenin gerektirdiği teknolojiyi bilmeden uygulamanın sebep olduğu işçilik hatalarıdır. Ne yazıkki bugün eski dönemdeki gibi, neyi nasıl yapması gerektiğini iyi bilen ve o becerisini içtenlikle, özenle uygulamaya aktaran işçi kadrosundan da yoksunuz. Tüm bu sorunların çözümü kuşkusuz topyekün eğitim seferberliğidir. Başa dönersek, modeli önerilen egitim düzeninin içeriği,her kademe için,belitmeye çalıştığımız sorunlara yanıt oluşturacak,pratik ve teorik bilgilerin, ögrencinin benimseyip kullanabileceği modeller geliştirirek aktarılmasıdır. Kanımca uygulmalı bir meslek olan mimarmlık eğitimi uygulama ile birlikte yürütülmelidir. Biraz önce değindiğimiz uygulamalı bir meslek olan tıp eğitiminin bu konuda da örnek alabiliriz. Eğitim ve araştırma hastanesiyle öğrenci ve öğretim üyelerinin sağlıklı ve fonksiyonel bağlantısı olmayan bir tıp fakültesi örneği gösterebilir misiniz? Fakültelere giren öğrencileri ne kadar mesleği isteyen gençler arasından alabilirsek ve eğitim sistemimizi uygulama ile nekadar çok ilgilendirebilirsek, iyi yetişmiş ve yeteneğini kanıtlamış, meslektaşlarımızın üretecekleri, iyi ve güzel binaların da ülkemizde o kadar çok artacağına inanıyorum.
|