Merhaba Rumeli!
Türkiye; Kafkasya ve Kuzey Irak açılımının bir benzerini Balkanlar'da uygulamaya soktu. Dengeler gözetilerek atılan adımlar, Anadolu-Rumeli bağlarını yeniden canlandırdı. Açılımın ilk meyvesi de Balkanlar'daki eserlerin sayısını 30 bine çıkaran 'Osmanlı Eserleri Envanteri Projesi' olacak.
Türkiye; Kafkasya ve Kuzey Irak açılımının bir benzerini Balkanlar'da uygulamaya soktu. Dengeler gözetilerek atılan adımlar, Anadolu-Rumeli bağlarını yeniden canlandırdı. Açılımın ilk meyvesi de Balkanlar'daki eserlerin sayısını 30 bine çıkaran 'Osmanlı Eserleri Envanteri Projesi' olacak. Oturum başkanının verdiği 20 dakikalık süre, sunumuna yetmemişti. İkinci ikazın ardından 10 dakika geçmişti ki konuyu toparlaması istendi. Daha fazla uzatmadan bitirdi konuşmasını. Kürsüye yaydığı tebliğini toparlarken, yüreğinden seslendi konferans salonuna; resmî görevine, salondaki Sırp temsilcilere bakmaksızın: "Ben bugün Balkanlar'da yaşayan Fatihan torunlarından biriyim. Ailem, Osmanlı yedi cihana hâkim olsun diye Anadolu'yu bırakıp göçmüş o diyarlara. Hadi Osmanlı'nın bize sahip çıkamamasını anladık da siz neden uzak durdunuz yıllarca? Bizi neden öksüz, yetim bıraktınız?" Sadece onun değil, katılımcıların da gözleri dolmuştu. Uzun süre ayakta alkışlandı. Akademisyenin bu küçük sitemi, belki bazıları için alışılagelmişti; ama onun için belki de yaşadığı ülkede işinden edecek kadar tehlikeliydi... Tahminin üzerinde bir katılım olunca salon yetersiz kalmış, genci yaşlısı koridorlara taşmıştı. Balkanlar'daki Osmanlı mirası ve soydaşların zorunlu göçlerine dair konuşmaların ardından heyecanla beklenen gösterim için ışıklar söndü. Ekranda beliren, 1923'te Lozan'la Romanya'ya bağlanan Tuna Nehri üzerindeki Adakale'nin belgeseliydi. 1960'larda bin kadar Türk'ün yaşadığı adanın tarihî görüntüleri, salondan yükselen hıçkırık sesleriyle örtüştü. Sanki yıllar önce Adakale'yi, yurtlarını boşaltan Fatihan evlatlarının gözyaşlarıydı bunlar. 60'lı yaşlarını aşan ak saçlı kadın doğruldu, ağlıyordu: "Bizi adadan kopardıkları gün, ben daha küçücüktüm. Annemle babam, evimizin duvarlarını, dört bir köşesini, ağaçlarını öpüyordu. Ben, anlam verememiştim o gün. Evimizin kapılarını da ardına kadar açık bırakarak bindik kayıklara, sanki geri dönecekmiş gibi çıkmıştık. Şimdi diyorum ki: Keşke evime gidebilsem de öpsem duvarlarını. Sarılsam ağaçlarımıza..." Yönetmenliğini ve senaryosunu İsmet Arasan'ın üstlendiği 'Kayıp Yurdun Ağrısı: Adakale' belgeseli, 1967'de Romanya ve Yugoslavya'nın Tuna Nehri'nde ortaklaşa inşa ettiği barajın suları altında kalan Osmanlı kalesi Adakale'yi ve oralı Türklerin hikâyesini anlatıyordu... Cevahir Otel'in büyük konferans salonu, Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk, Makedonya ve diğer Balkan ülkelerinin bayraklarıyla donatılmıştı. Yerli yabancı akademisyenler, Balkanlar'ın geleceğini masaya yatırıyordu. Akademisyenlerin yanı sıra bir ilk olarak 9 Balkan ülkesinin müftüsü de iki günlük sempozyumun katılımcılarındandı. İşte, bu müftülerden birinin şu sözleri, salonu dolduran bini aşkın dinleyici tarafından ayakta alkışlanmıştı: "Fitne çıkarıp aramızı bozmak isteyenler var. Türkiye bizim anamızdır. Ana, evlatlarından hiç vazgeçer mi? Türkiye bizden vazgeçmez, biz de ondan vazgeçmeyiz." Yukarıdaki anekdotlar, bu yıl içinde farklı tarih ve mekânlarda düzenlenen üç Balkan sempozyumundan. Toplantılar farklı başlıklar altında olsa da aslında çıkış noktaları birdi: Balkanlar'dan gelen çağrılara kulak vermek, uzun bir aradan sonra yeniden Fatihan evlatlarının yanında olmak. Osmanlı'nın asırlar süren hâkimiyeti, 1912'de patlak veren Balkan Savaşları'nın ardından 1913'te bölgeden çekilmesiyle sona erdi. 1924 ve 1955 mübadeleleriyle yurtlarından edilen, 1990'ların ardından başlayan mikro milliyetçiliğe dayalı iç savaşlarda soykırıma uğrayan Balkan Müslümanları ile soydaşlarımızın sızısı ise hâlâ dinmedi. Fakat yaklaşık bir asırdır hamisiz kalan Balkanlar'a yine Osmanlı torunları sahip çıktı. Komünist blokun çöküşüyle çözülen demir kapıları ilk aralayan merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal oldu. Bölgeye ardı ardına düzenlediği ziyaretlerle hem tarihî bağları canlandırdı hem de soydaşların Türkiye'ye güvenini kazandırdı. Ardından Anadolu'nun bağrından kopan Türk girişimcilerin açtığı okullar, tüm Balkanlar'ı sardı. Türk öğretmenlerin yetiştirdiği Fatihan torunlarının yüksek tahsillerini Türkiye'de yapabilmesi sağlandı. Devletin, bölgedeki dengeleri gözeterek attığı adımlar, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinde de makes buldu. Önce 1992'deki Bosna Savaşı'nda mağdur olan soydaşlara yardım ulaştırıldı. Ardından her yıl kurban kesimlerine, burs dağıtımına ve Osmanlı mirası eserlerin restorasyonuna başlandı; bu onarım faaliyetlerine bugün birçok kurum/kuruluş destek sağlıyor. Yeniden sahiplenme inisiyatifinin son perdesi, ekranlara da yansıdı. 'Elveda Rumeli' dizisi bunun güzel örneklerinden. Dizinin, bazı kısımları tarihçiler tarafından eleştirilse de, Rumeli'yi yeni nesle anlatması açısından önemli misyon üstlendiği bir gerçek. Diğer taraftan yazılı basında da Balkanlar'a yönelik araştırma ve hatırata dayalı eserlerin basımında yaşanan patlama ise dikkatlerden kaçmıyor. Geçmişteki gibi bugün de dünya jeopolitiğinde önemli bir yer tutan, Afro-Avrasya ekseninde, Asya'dan Avrupa'ya geçiş noktasındaki Balkanlar'ın kapısı bugün Türkiye'ye ardına kadar açık. Başta devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları, iş adamları ve eğitimciler akın akın bu bölgeye gidip, hiçbir sebebe bağlanamayan ayrılığa son veriyor. Balkanlar'la Anadolu'yu yeniden etkileşime geçirmeye çalışıyor. Bu çabaların meyveleri de görülüyor. Kosova'nın bağımsızlığına kavuşmasında Türkiye'nin önemli rolünü bilen Kosova'nın ilk diplomatik misyonunu Ankara'ya ataması oldukça manidar. Diğer taraftan İnsani Yardım Vakfı (İHH) tarafından düzenlenen, Başbakanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın desteklediği 'Balkan Sempozyumu'nda 9 Balkan ülkesi müftüsünün İstanbul'da bir araya gelmesi de önemli bir gelişme. Ankara'nın 2003'ten bu yana giriştiği pro-aktif ve çok eksenli siyaset kanalıyla Orta Asya, Ortadoğu ve Kafkasya'daki açılımın benzerini şuuraltı bağların bulunduğu Balkanlar'da da uygulamaya koyduğu gözle görülür bir gerçek. İşte, Ankara'nın bu yöndeki adımlarından biri olarak değerlendirilebilecek 'Osmanlı Eserleri Envanteri Projesi'ni masaya yatırdık. Balkan aşaması bitmek üzere olan envanter projesi, yeni ufuklara gebe.
|