İstanbul'daki İETT arsasına Türkiye'nin en yüksek gökdelenleri yapılabilir mi?" Mimarlık ve şehircilik dünyasının "hayır" dedikleri bu soruya, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mimar Kadir Topbaş ile belediye meclisi "evet" dedikleri için açılan dava sürüyor... Aynı arsaya herhangi bir yapı yapmak için değil, "Türkiye'nin en yüksek gökdelenini dikebilmek için" 1 milyar 152 milyon dolar veren "Dubaili el Maktum" da mahkeme nedeniyle parayı ödemiyor...
Mimarlar Odası'nın "tüm Türk mimarları" adına açtığı dava, aslında Dr. Mimar Kadir Topbaş'ın da "mesleki ilkeleri"ni gözetiyor. Çünkü, "İdari Yargılama Hukuku"na göre, Mimarlar Odası'nın bu gibi konularda "davacı" ehliyetinin olabilmesi, anayasadaki "mesleğin, meslektaşların ve toplumun çıkarlarına uygun kamu yararına mimarlık hedefleri"ni koruma hakkına dayanıyor. İETT arsasında Türkiye'nin en yüksek gökdelenini yapmak, "mimarlık" adına kente karşı suç niteliği taşıyor...
Dr. Mimar Topbaş da "odanın üyesi" olduğundan, Mimarlar Odası'na "mesleki sorumlulukları"nı gözettiği için teşekkür etmesi gerekirken, bakın neler söylüyor: "Hizmet götürdüğümüz alan 3.5 kat genişledi. Bütün köyler bizden hizmet bekliyor. Bu kaynağa ihtiyacımız var. Rakam büyük, keş para. Bir terslik olsa bile yeniden satacağız..." (Hürriyet-29 Mayıs 2007)
Demek ki İstanbul'un "kent"sel değerleri, şimdi de "köy"leri uğruna pazarlanıyor!.. Böylesi "köylü" söylemdeki "keş (nakit) para" vurgulaması da kentin "mimar"lık yerine "emlakçi"lik kültürüyle yönetildiğinden yakınanları haklı çıkartıyor... Dahası, mahkemenin bu "imar kıyağı"nı durdurma olasılığına bile "terslik" diyerek "hukuk" kültürünü gizlemezken "yeniden satacağız" sözü de "yasadışı mimarlık"ta ısrar edeceğini gösteriyor...
Mimarlar Odası'nın, İETT arsasındaki "imar koşulu değişikliği"ne karşı "ihaleden çok önce" açtığı dava özetle şu gerekçelere dayanıyor:
1- Altyapının zaten yetersiz olduğu bir yerde rekor düzeyde inşaat hakkı sağlanması, kente karşı suçtur ve bilime, hukuka aykırıdır.
2- Geri görünümdeki "sınırsız" yükseklik hakkı, Boğaziçi'nin yasal korumadaki peyzajını "ayrıcalıklı" imar izniyle parçalayacaktır.
3- En yüksek gökdelenle kentsel ihtiyaçlar değil, en fazla sayıda Boğaziçi manzaralı daire pazarlaması hedeflendiğinden, kamu yararı yerine sadece yatırımcı çıkarını kollayan bir imar kararı alınamaz.
Peki, bütün bu savlara rağmen, arsanın "mahkemelik koşullar"la satışa çıkarılması acaba ne anlama geliyordu?
Sorunun yanıtını, ihalenin ertesi günü şöyle yazmışız:
"Belediyeyi yönetenler, 'Hukuk ne derse desin, biz bu satışı yaparız' tutumlarıyla 'anayasal suç' işliyorlar... Araziyi alanlar da mahkeme sürecini 'önemsemeyerek' bir hukuk devleti olan Türkiye'de, siyasetin yargıyı 'etkisiz' bırakacağına yönelik 'krallık' anlayışıyla hareket ediyorlar..." (Cumhuriyet-22 Mart 2007)
Nitekim El Maktum , ihalede söz verdiği parayı ödemek için "mahkemeye rağmen inşaat izni" güvencesini isteyerek "hukukun üstünlüğü"nden habersiz olduğunu da kanıtlıyor.
Oysa, yine aynı yazımızda şu "uyarı"lara da yer vermişiz: "Boğaziçi sırtlarına 'Dubai Kuleleri' dikmek isteyen Şeyh Maktum, buna ait inşaat haklarını kullanabilecek mi? İmar hukukundaki 'kamu yararı' önceliği ile yargının 'bilimsellik' karşısındaki hassasiyetini bilen herkes, bu soruya 'hayır' diyor..."
Çünkü Mimarlar Odası'nın dava dayanağını oluşturan "Türkiye Cumhuriyeti yasaları" , Kadir Topbaş'ın ve belediye meclisinin imar yetkilerini "keyfi" değil, kente saygılı, mimarlığa yakışır ve şehircilik kurallarına uygun kullanmalarını öngörüyor...
Öyle görünüyor ki İETT arsası davası, sadece İstanbul'a "Dubai kuleleri dayatması"nın yazgısını belirlemeyecek... "Ulaşım projelerine para lazım" diyerek kentin ulaşımını daha da kördüğüm kılacak "imar ulufeleri" dağıtanların "mimar"lık anlayışlarını da sergilemiş olacak...
|