Anadolu’nun en “Ege”li kenti
Datça Yarımadası’nın ucundaki Knidos’tan sonra artık sadece
Ege Denizi var... (1-harita) Antik Liman Caddesi’nde tüccarlar ve sanatçılar
birlikteydiler... (2) Kaderlerine terk edilmiş arkeolojik buluntuların
“depolanmış” (!) halleri... (3)
Antik dünyamızda kuşun uçtuğu, ama kervanın kesinlikle geç(e)mediği, masalsı
bir kenttir Knidos... Üç yanı, iç içe girdiği deniz; kalan yanı
ise Anadolu’nun, Anadolu’ya en uzak köşesindeki dağlar, koylar, vadiler...
Gökova Körfezi’nde yatla gezinenler, açık denizin dev
dalgalarına aldırmadan Datça Yarımadası’ndan güneye inmeye cesaret
edebilirlerse, antik Karya’nın, bu bilim, felsefe ve kültür
merkezine uğrama olanağını da bulabiliyorlar.
Kayalık tepeciklerin arkasındaki sakin limanları çevreleyen kalıntılara
hayretle bakanlar ise broşürlerdeki şu bilgilere daha da şaşırıyorlar:
“Astronomi ve matematik bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ünlü ressam
Polygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin
mimarı Sostratos burada yaşadı...”
Knidos İÖ 7. yy’da, şimdiki Datça’nın yanı başındaki Burgaz’da kurulmuş.
Olasılıkla depremlerde yıkılınca, İÖ 4. yy’da da yarımadanın ucundaki Tekir
Burnu’na taşınmış.
O çağdaki 2. büyük tıp merkezinin Knidos’ta olması; Eudoksus’un keşfettiği ve
mevsimleri bile gösteren dünyanın “ilk güneş saati”ne sahip olması;
“şarap”larının tüm Akdeniz’de tanınması; kervan geçemese bile mimarlık ve sanat
tarihi ustalarının bu kent-le buluşmalarında yeterli nedenler değil midir?
Nitekim eğer bu eşsiz zenginlikteki Knidos’la tanışmakta inatçıysanız, Mavi
Yolculuk’ta Bodrum-Göcek arasını yeğleyen gözüpek “denizci”lerden biri olmanız,
elbette ki artık tek seçenek değil...
Marmaris tepelerinin sırtlarından sonra “Balıkaşıran”dan geçen dağ yoluyla
Datça’ya ulaşmalı; yarımadanın ucuna doğru tekrar dağlara tırmanıp yeniden
kıyıya inen dar “yolun sonu”na varmalısınız...
‘ıplak’ Afrodit yok!
Knidos işte böylesi “gözden ırak” konumundan ötürü, antik zenginliklerimize
göz koyan korsanların da öteden beri ilgi odağı... Daha 19. yy’da Akropol’deki
büyük tiyatronun mermer taşlarını gemilere yükleyip götürmüşler.
İki limana hâkim bir tepede bulunan Afrodit Tapınağı’ndaki dillere destan
“Afrodit Heykeli” de yerinde yok! Praksiteles’in yaptığı heykel, özellikle
“ıplak” olmasından ötürü bir “ilk”... Sadece gerdanları ile bir göğüsleri açık
olan diğer tüm tanrıça heykelleri arasında, bu özelliğiyle “efsane”leşmesi,
Knidosluların ne denli “ilerici” olduklarının da kanıtı...
Kentin yoksullaşmaya başladığı dönemde, heykeli satın almak isteyen Bitinya
Kralı’nın ‘büyük para’ önerisini geri çevirmeleri ise ‘ilerici Knidoslular’ın ne
denli “onurlu” olduklarını da gösteriyor...
Tarih hırsızları
İşte böylesi destanlaşan bir uygarlıktan günümüze ulaşabilen mimarlık ve
sanat tarihi belgelerinin özellikle son yıllarda başlarına gelenler de Knidos’un
gündeminden eksik olmuyor...
1991’de, ören yerinde turist gibi kalan bir gazetecinin, kazı görevlilerinin
eski eser hırsızlarına göz yumduklarını bildirmesi yıllarca tartışılmıştı.
Dahası, 99’da da tam 500 kg, yani “yarım ton”luk bir sunak, adeta yok
olmuştu!
Ancak vinçlerle kaldırılıp bir kamyona belki konabilecek ya da açıkta
demirleyen büyük bir tekneye henüz bilinmeyen bir teknoloji ile belki
taşınabilecek böylesi büyük bir eserin nasıl da “kimsenin haberi olmadan” (!)
alınıp götürüldüğü; karadan taşınsa bile koca parçanın o dar yollardan ve yine
“kimse görmeden” (!) nasıl geçirildiği hâlâ tam bir “muamma”...
Müzenin saptadıkları
Aynı ölçekte olmasa bile benzer muammaların son yıllarda da yaşandığını
gözleyen Marmaris Müze Müdürlüğü, arkeolojik kazı alanlarında olmaması gereken
bazı “garip”likler saptayınca, konuyu 2002’den itibaren bakanlığa rapor etmeye
başladı.
2007’deki müfettiş “soruşturma”sı üzerine Knidos’taki arkeolojik kazılar
2008’de durdurularak 20 yıllık kazı başkanı “yeniden” görevden uzaklaştırıldı;
çünkü aynı hoca için önceki yıllarda da benzer karar alınmış, ancak “tartışmalı
durum”ların bir daha yaşanmaması koşulu ile tekrar görevlendirme yapılmıştı.
Bu durumların ne olduğu ise müze raporlarında özetle şöyle yer alıyor:
- Helenistik Stoa’nın, proje onaylanmadan ve Koruma Kurulu kararı da olmadan
2004’te gerçekleştirilen restorasyonla “ayağa kaldırılan” antik sütunları, 2 ay
sonra devrilerek “parçalanmış”... 2006’daki ikinci restorasyonda ise çökme ve
yıkılmalar nedeniyle tüm mimari elemanlar unufak olmuş...
- “Kazı deposu”nda 2007’de yapılan tespitlerde, aslında müzeye teslim
edilmeleri zorunlu olan nitelikli parçalar bulunmuş; metal olanların
çürüdükleri, diğerlerinin de bakımsızlıktan bozuldukları görülmüş. Kazı başkanı
bunlarla ilgilenmediği gibi, Knidos gibi zengin bir kazı alanından müzeye teslim
edilenlerin sayısı ise yılda ortalama 4’ü geçmiyor!
- 2006’daki antik tiyatro çalışmalarında, yasaya aykırı “iş makinesi” ile
kazı yapılarak tiyatronun “taht”ı ile sıraları tahrip edilmiş...
- Kazı alanı sahipsiz ve denetimsiz bırakıldığından, mimari parçalar,
ziyaretçiler tarafından alınıp götürülmekte… Geçen yıl bir otomobilde bagaj
dolusu eserin yakalanması, kazı işçilerinin rastlantı sonucu görmeleri üzerine
gerçekleşmiş.
- Her türlü tekne antik limana demirle(yebil)mekte; Yazı Köyü’ne ait kıyıdaki
“ruhsatsız” lokanta, “tarihe ilgilerinin kültürel amaçlı olmadığı izlenimini
verenler” için bile gece boyunca açık tutulmakta...
Marmaris Müzesi Müdürü Neşe Kırdemir, bu başıboşluğun
giderilmesi için önceki yıllarda alınan Koruma Kurulu kararlarının
uygulanmadığından yakınarak diyor ki: “Bütün bunların sorumlusu olduğu için
görevden alınan kazı başkanı Prof. Dr. Ramazan Özgan, bakanlık
adına kayıtlı demirbaşları bile teslim etmediği gibi, hâlâ aynı göreve dönmek
için de çok ısrarlı; acaba neden?..”
|