Bugüne kadar kentsel rantlar üzerinden iktidar mücadelesi vermekte olan bu kesimlerin yeni hedefinin, kentsel mekanın biçimlendirilmesi yoluyla politika yapmak olduğunu anladığınızda ne yaparsınız?" diye bitirdiğimiz yazının bu noktasında, "rant" kavramına dönmekte yarar var.
"Rant" kavramı, sözlüklere göre, "bir malın, mülkün ya da paranın, belli bir süre sonunda, hiç emek verilmeden, sağladığı gelir." (Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Sözlük , YKY, İstanbul.) Bu anlamıyla "rant"ın, 'kira bedeli', 'bir malın, mülkün ya da paranın kullanım (işletilme) değeri' olduğu anlaşılabilir. Ancak konu kentsel gelişme, kentteki hareketlilik olunca, genelde bir hak sayılabilen rantı kolayca 'manipüle' etmenin mümkün olduğu da görülebilir.
Örneğin, geçmişte yeşil alan olarak kamu kullanımına tahsis edilen bir yerin, kullanım tahsisinin kaldırılıp arsaya dönüştürülmesi, kullanıcısı kim olursa olsun, hak edilmeyen yeni rant kaynaklarının yaratılması anlamına gelir. Bunu yapan belediyenin davranışı ise yasalara göre suç kapsamına girer ve "kötüye kullanım" (suistimal) sayılır; konu yargıya götürülebilir.
Masum rant alanları üretme tartışmaları ve spekülatif tavırların geçmişi, Ankara'nın erken Cumhuriyet dönemindeki gelişmesine kadar gider. Dünyada hemen her kent için belli ölçülere kadar yaşanan arsa spekülasyonu, ülkemizde herkesin şikayetçi olmasına karşın, tümüyle denetimsiz koşullarda gerçekleşen bir olgudur.
Ankara Belediyesi'nin Haydar Bey yönetiminde olduğu ikinci dönemindeki tartışmalara kadar uzanan "rant yaratma" tartışmaları, o zamanlar iki ayaklı idi: Belli başlı kökten Ankaralı aileler, ellerindeki arsalar üzerinden Ankara'nın gelişim yönünü ve stratejilerini etkilemek amacıyla kullanıyorlar; deneyimsiz belediye yöneticileri ve İstanbul Şehremaneti'nden getirilen Haydar Bey de bunun etkisi altında kalıyorlardı. Bunu yazar ve dönemin İmar İdare Heyeti başkanlarından Falih Rıfkı (Atay), "Çankaya" eserinde çok net anlatır: "...Ankara'da nüfuz ticaretinin ilk kaynağı, mesela Cebeci'de ucuz bir arsa almak ve Maarif Vekili'ne koservatuvarı orada yapmağa karar verdirerek, arsasını ona satmaktı."
Ortaya çıkan, teknik terimi ile "arsa spekülasyonu", bugün örneğin, borsalarda yapıldığında suç sayılan, hem içeriden, hem dışarıdan çalışanların iş birliğine dayanan, dolayısıyla örgütlü oluşan bir suçtu, suçtur. Öte yandan Haydar Bey, Ankara'daki varlığını görünür kılmak için konut üretimi ve cadde-sokak yapımı başta olmak üzere pek çok alanda etkinlik göstermişti. Bu dönemde, Ankara Belediyesi 2 milyon liranın üzerinde borca girmişti; borçlarını ödeyemeyen belediyeye destek olmak için TBMM özel yasa çıkarmak zorunda kalmıştı. Haydar Bey ayrıca şehrin yeşillendirilmesi ve su getirtilmesi için de yatırım yapmış; getirttiği ve tutmayan ithal ağaçlar nedeniyle Meclis içinde ve dışında sert biçimde eleştirilmiş; sonunda sessiz bir biçimde görevden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Son bölümü dışında, öykünün bugünle büyük benzerlikler taşıdığı, kuşku götürmez. Yerine getirilen Asaf (İlbay) Bey zamanında Ankara Belediyesi ilk kez yıllık ve beş yıllık programlar yapacak, kısa zaman içinde iki kez plan ısmarlayacak ve planlı imarı, planlı gelişmeyi seçecekti. Ama yine şu ilk yazımızdaki "kentin candamarı" meselesine geri dönelim: Kentsel alanda "rant" üretmenin yollarından biri, kent topraklarına imar getirme süreciyle, ya da kentin çevresindeki tarım arazilerinin geleceğini belirlemekle çok yakından ilgili değil midir? Tarım arazisi, önce 'tarıma az elverişli' ya da giderek 'tarıma hiç uygun değil' kararıyla gözden düşürülür; sonra parselasyonu yapılır ve altyapı hizmetlerinden yararlandırılarak imara açılır. Ama bir bölgenin imara açılmasında, tarım toprağı niteliğinden kent toprağı niteliğine geçirilmesinde, yine 'ulaşılabilirlik' önem taşımaktadır.
Bölgeye imar planı yaptırdınız, Belediye Meclisi kararı onadı, ama oraya ulaşılamıyor; böyle bir durum yaratmanın hiçbir anlamı yoktur. Genellikle bu tür durumlara izin verilmez, çünkü örgütlü çalışılır (!). İmar getirme peşindeki kişi ya da kurum, kendisine yeni paydaşlar bularak, umulan, beklenen kârı bugünden satın alarak ve üleşerek, durumu yaratır. Dolayısıyla kentsel rantın üretiminde ortaya çıkan suç ortaklığı, tıpkı rüşvetin kurumsallaşmasındaki gibi, suçun deşifre edilmesini, görülebilir kılınmasını, suç kanıtlarının ulaşılabilir olmasını zorlaştırır. Böylece 'çark'ın dışında kalan bütün kentliler-hemşeriler konudan ancak 'o yerin imar görmesinin' son aşamasında haberdar olurlar. Ama işte, işin püf noktası, bu 'önceden haberdar olmak'ta yatar.
Özet olarak, bir kent parçasıyla ona ulaşım getirerek ya da ona ulaşımı keserek oynamak, onu değerli kılmak ya da onu işlevsizleştirerek değersizleştirmek olanaklıdır. Daha henüz geçen hafta, Başbakan, İstanbul Kapalıçarşı kuyumcu esnafına şöyle seslenmiyor muydu: "Ya bizim inşa ettirdiğimiz yere gidersiniz, ya da suyunuzu+elektriğinizi keseriz." İyi ama, başka bir atalar sözü ve devlet deyişine göre, "Adalet mülkün temelidir." Yoksa değil midir? Adil kalkınmadan yana olan bir partinin, insanların elindeki mülklere el koyma olarak anlaşılabilecek durumlara yol açması adil midir? Yeni bölgeleri seçerken, yeni sanayi yapılarını inşa ederken, insanlara sordunuz mu? Onlardan taahhütname mi aldınız? Yer seçiminde, açıklık politikanız, sadece onları değil, diğer kentli yurttaşları, hemşerileri ikna ediyor mu? 'Katılım' diye bir kavram ve süreçten haberiniz var mı?
Bu türden spekülatif hareketleri kesmek için, gelişmiş ülkelerde insanların sözüne güvenmek, onların vicdanına, yeminine ya da dindarlığına inanmak, teslim olmak yerine, başka bir yöntem kullanılır: Kamu yönetimindeki saydamlık ve şeffaflık uyarınca, planlama çalışmasının söz konusu olduğu yere ilişkin son beş yıl içindeki mülkiyet durumu ve bunun değişimi kamuoyuna açıklanır. Bizde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün, bu tür kamu vicdanını ilgilendiren konularda, özellikle de "Kentsel Dönüşüm Alanları" ve "Kıyı Gelişimi Alanları" kararları alınmadan önce, planlama kararını hemen önceleyen beş yıla ilişkin mülkiyet değişimi bilgilendirmesini otomatik olarak yapması, pek çok tartışmayı önleyecek, dahası 'suistimal'in önüne geçecektir. Sosyal adalet ve hukuk devleti vurgusu yapanlar, "Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı"na böyle bir madde eklemeyi hemen hızla gerçekleştirebilirler(!)
Diyeceğimiz o ki, bugün Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin yok etmeyi hedeflediği, ya da daha hafif deyimle "gözden çıkardığı" Ankara, yukarıda anlattığımız planlı ve modern gelişmeyi hedeflemiş, o kanala girmiş, modern gelişimin Ankarası'dır. Kuşkusuz Ankara belde yönetimleri, kentsel yatırımlarda nasıl "artık değer" ve "artı değer" üretileceğini Özal dönemindeki öncel(selef)lerinden öğrendikleri ile pekiştirdiler. O zamanlar kaldırım taşı ve kaldırım kaplama taşı üreten bir iki firma, başkent Ankara başta olmak üzere bütün kentlerdeki kaldırımları "yenileyerek", belediyeciliğe "metreküp üretim" kavramını getirmişti: Özal'ın prenslerinin getirdiği bu katkı, "kentliye hizmet götürmenin değil, kenti gereksiz ve şişirilen yatırım alanlarının zemini ve fırsatı olarak görme" anlayışının doğuşunu müjdelemekteydi. Bu prensler sonradan holding sahipleri oldular, basın tröstleri oluşturdular, başka işlere el attılar. Konumları itibariyle de 'teşvik edici' ve 'imrenilesi' örnekler oluşturdular.
Bugün belde yönetimlerine "metreküp üretim"in masum ölçekleri artık yetmiyor: "Metreküp üretimi"nde hesaba temel olan hafriyat miktarını artırmanın önemini zaten onlara Özal'ın prensleri göstermişti. Ama onlar, hafriyat+zemin üstü yol/köprü/yaya geçidi/geçit asansörü/refüj çiçeği, benzeri icatlarla kalemleri şişiriyor ve ikinci kuşu, yani kentlinin gelecek seçimdeki oyunu da avlamayı seçiyorlar. Dahası onlar, "Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten!" diyen şair Ülkü Tamer'e taş çıkartırcasına, 'hem kentin rantını yiyiyorlar, hem de kendileri dışındaki bütün kentlilerden cüretli ve küstahlar'; çünkü ellerinde denetim yollarını kapatan bir '12 Eylül Anayasası' var.
|