"Kentin Planlanabilmesi İçin Toprak Alınıp Satılamamalı"
78'liler Vakfı'nın Yerel Yönetimler panelinde mimar Yapıcı "Kenti neoliberal saldırılardan korumalı", akademisyen Aslan "Varsıllardan yana dilden kurtulmalı", feminist Akgökçe "İlk kez kadınlar kendi adlarına aday oluyor" dedi. Kürkçü kentin o kentte yaşayanlara sorulmadan yönetilmemesi gerektiğini söyledi.
“Artık yerel yönetimlerde kamudan yana bir dil inşa etmeliyiz” 78’liler Vakfı’nın düzenlediği "Yerel Yönetimlere Nasıl Bakmalı" panelinin konuşmacıları akademisyen Şükrü Aslan “Kentsel ve Toplumsal Hareketler” başlıklı sunumunda böyle dedi. Panelin diğer katılımcıları “Kentsel dönüşüm ve İstanbul” sunumuyla mimar Mücella Yapıcı, “Kentler ve Sınıf Mücadelesi” sunumuyla gazeteci Ertuğrul Kürkçü, “Kadınlar ve yerel siyaset” sunumuyla gazeteci feminist Necla Akgökçe ve Diyarbakır Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komisyonu’ndan Kemal Aktaş’tı. Ortak Platformun desteklediği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Akın Birdal ile Beyoğlu Belediye Başkan adayı bağımsız feminist Ülfet Taylı da katıldı. Aslan: Bedava su, ulaşım projeden sayılmıyor Aslan’a göre ’80 darbesinden sonra hakim dil “proje” kavramı üzerinden gelişti. Proje kavramıysa yoksullara değil yatırım yapmaları için varsıllara yönelik bir dilin ürünüydü. Bu durum öyle bir hal aldı ki kamucu hizmetler projeden sayılmıyor. Aslan, örnek olarak Dikili’deki bedeva su ve ulaşım hizmetlerini gösterdi ve “Yatırım olasılığı olmadığından proje gözüyle bakılmıyor” dedi. "1980’lerden sonra çevre, kadın vs. kimi alanlarda ses yükseldi ancak kentsel harekete dönüşmekte zayıflar. Yeni bir dil inşa etmekse zaman alacak." Feministler ilk kez "özne" Akgökçe kentte kadının görünmezliğinden söz etti. Beyoğlu adayı Taylı’yla feminist harekette bir ilk yaşadıklarını söyleyen Akgökçe “İlk kez feministler bağımsız özne olarak seçimlere katılıyorlar” diye ekledi. Aktaş ise 1999’dan bu yana Kürtlerin yerel iktidarla buluştuğunu, yerel yönetim programlarında beş unsur üzerinden hareket ettiklerini ifade etti: “Demokratik, ekonomik, kadın odaklı, ekolojik ve kentleşme hizmet alanı olarak belediyecilik.” Kürkçü: Köprüye İstanbullu karar vermedi Yapıcı ise 1980’lerden sonra kentin pazarlanabilir bir metaya dönüştüğünü, kentsel dönüşümün neoliberalizmin ürünü olduğunu söyledi. “Neoliberalizm kentlerde sanayileşmeyi; ucuz iş gücü için farklı örgütlenmeyi öngördü. Marka kent gibi kavramlarla sanat, kültür öğeleri de pazarlanıyor.” Kürkçü'yse "Kentin nasıl şekilleneceği konusunda başkan seçmek bir şey ifade etmiyor, çünkü yatırımlar parlamento ve hükümet tarafından yönlendirilen İçişleri Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yönetiliyor” dedi. Kürkçü Kalkınma Ajansları'yla planlamanın kamu denetimi dışına çıktığını ekledi; "Yerel yönetim mücadelesi ulusal ölçekte politik iktidar mücadelesinin parçası olarak görülmeli" dedi. Kürkçü iki sorun aşılmadan kentin planlamayacağını söyledi. * Yerel yönetimlerin gerçekten o kentte yaşayanlarca
yönetilibilir kılınması. İstanbul’un nufüs artışının da planlamayı imkansız hale getirdiğini söyleyen Kürkçü “Ülke nüfusunun tamamı 70 milyon ise yarısı Marmara Bölgesi’nde nasıl yaşayabilir?" diye sordu. |
-
Haberde sözü edilen, aşılması gereken iki mesele; * Yerel yönetimlerin gerçekten o kentte yaşayanlarca yönetilebilir kılınması. * Kent toprağının alınıp satılır olmaktan çıkarılması hususlarına katılıyorum. Aslında bu model üç aşağı beş yukarı Osmanlı Türkiyesi'nde uygulanıyordu. Halkın kendini yönetmesi meselesi ise rahmetli Cansever'in kitaplarında bile sözü edildiğine göre 1930'lu yıllarda mahalle teşkilatı var iken, kadınlar sohbet olarak komşunun evinin badanasını, cephesini konuşurken halk yönetimde idi. Ne zamanki yerel yönetimler kanunu çıktı, mahallenin ve şehrin eski tadı ve demokrasisi kalmadı. Toprak meselesi ise en az bu kadar önemli bir mesele. Yine Osmanlı Türkiyesi'nde ranta açık olan ticari alanlar şahısların elinde olamazdı. Buralar vakıflar ve hayır kuruluşlarının olabiliyordu. Bunlar da buralardan elde ettikleri kârları yine fakir-fukaraya vererek halka dönüşüm oluyordu. Ayrıca şehirlerde 2-3 katlı evler yapılabilmekle birlikte kat mülkiyeti meselesi yok idi. Herkes ancak kendisine tek hanelik ev yapabiliyordu. Ne zamanki Tanzimat'la birlikte kat mülkiyeti hakkı geldi, o zaman inşaatçılık ve müteahhitlik başladı. Kat karşılığının önü açıldı, halkın mutluluğunun önü kapandı. Mesele uzun, ancak geçmiş kültürümüz objektif olarak değerlendirilip, çözümler modernleştirilerek (günümüze icra edilerek) çıkarılabilirse daha doğru çıktılar alabiliriz. Tarih laboratuarı bizi bekliyor. YANITLA