İzmir’in Rantı Kültür...
İzmir’de ve İstanbul’da iki belediye arsası... yani “halkın malı” iki kamu arazisi; üstelik önceki kullanımları da “aynı”... İzmir’in Güzelyalı semtindeki eski troleybüs garajı, kentin en değerli manzarasına, “körfez”e bakıyor.. İstanbul’un Levent’teki eski otobüs garajı da yine kentin en değerli manzarasına, Boğaziçi’ne bakıyor...
İzmir’de ve İstanbul’da iki belediye arsası... yani “halkın malı” iki kamu arazisi; üstelik önceki kullanımları da “aynı”... İzmir’in Güzelyalı semtindeki eski troleybüs garajı, kentin en değerli manzarasına, “körfez”e bakıyor.. İstanbul’un Levent’teki eski otobüs garajı da yine kentin en değerli manzarasına, Boğaziçi’ne bakıyor... İstanbul’dakinin imarı, eşsiz manzarasının olabildiğince çok para kazandırabilmesi için “gökdelende konut”(!) ve ofis dairelerine dönüştürülerek Dubaililere ihale edildi. Bu imar oyununa Mimarlar Odası’nın dava açması üzerine parayı ödemeyen Araplar, “Mahkemeyi bekliyoruz…” diyorlar. İzmir’deki ise Ahmet Piriştina döneminde kentin çağdaş gereksinimi olan “konser salonu ve sanat merkezi”ne ayrıldı; projesi, Mimarlar Odası’nın danışmanlığında “yarışma”yla elde edildi; mimar Tevfik Tozkoporan’ın Macit Ölçer, Emre Ulaş ve Cavit Arıkan’la tasarladığı proje birinci seçilerek uygulandı. 27 Aralık 2008 akşamı da Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun şu sözleriyle kente kazandırıldı: “Rahmetli Piriştina’nın hayalini gerçekleştirmek bize ayrıca onur verdi..” Açılışa katılan Deniz Baykal’ın “Bazı belediyeler bu gibi arsalarını ranta ayırıyorlar, sosyal demokrat anlayış ise kültür ve sanata..” derken kıyasladığı işte buydu. İstanbul’daki, artık halkın değil Arapların.. Üstelik kentin altyapısını tıkayıp siluetini parçalayacak bir “yağma kulesi” için... İzmir’deki ise yine halkın malı olarak kalacak ve kente saygılı bir mimaride “toplumsal aydınlanma”ya hizmet edecek... Peki, İstanbul “halk”ı, belediye arsalarında toplumsal projeler üretmek yerine “emlak komisyonculuğu” yapılmasını yine onaylayacak mı? Topbaş ve partisinin 29 Mart’ta alacakları oylar, İstanbul’da yaşayıp “kenti ve kültürü umursamayanlar”ın da oranını gösterecek... Atatürk’ün bestecisi İzmir Milli Kütüphanesi’nin kurucularından M. Velaleddin Bey’in oğlu Ahmed Adnan Saygun, küçüklükten gelişen yeteneğiyle genç yaşta müzik öğretmeni olunca, 1928’de devlet tarafından Paris’e gönderilir. Besteleriyle ödüller kazanır ve ‘31’de dönünce Atatürk’ün kurduğu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestramızı yönetir. Aynı yıllarda, ülkemizi ziyaret eden İran Şahı onuruna ilk Türk operası “Öz Soy”u da besteleyen Saygun, 1942’de tamamladığı “Yunus Emre Oratoryosu”yla sanatının doruğuna ulaşır. Çocukluğunda, tarihi Kemeraltı Çarşısı’nın Dervişler Caddesi’nde (bugünkü Anafartalar Caddesi) gezinirken Mevlevi dervişlerden duyduğu ezgileri yorumladığı eser, 1958’de Birleşmiş Milletler’in New York’taki kuruluş dönümü konserinde de seslendirilir... Darısı İstanbul’a... 1991’de yitirdiğimiz Saygun’un adını taşıyan sanat merkezi de aynı eseriyle açıldı; önüne de Eklin Erman’ın yaptığı heykeli dikildi. 1150 kişilik konser salonu, 250 kişilik küçük salon, 50 ve 100’er kişilik 4 toplantı salonu ile 1000 m2’lik sergi alanı bulunan tesis sadece İzmir’in değil, Türkiye’nin yüz akı bir kültür yuvası... Fazıl Say’ın deyişiyle “dünya çapında” bir “belediye projesi”... Muhteşem sahnedeki 14 adet 1. keman, 13 adet 2. keman, 12 viyola, 12 viyolonsel, 8 kontrbas, 2 flüt, 2 obua, 3 klarnet, 2 fagot, 4 korno, 3 trompet, 3 trombon, 3 vurmalı çalgı, tuba, korangle, arp ve çelesta sanatçısı ile 29 soprano, 20 tenor, 22 alto, 20 bas-bariton’dan oluşan 176 kişilik dev Ahmed Adnan Saygun Onursal Senfoni Orkestra ve Korosu’nu yöneten devlet sanatçısı Rengim Gökmen, durmak bilmeyen alkışlar arasında dedi ki, “Öğrencisi olmaktan gurur duyduğum hocam, köklerini Anadolu topraklarından besleyen, ama meyvelerini evrenselliğe uzatan onur kaynağımızdı...” Gökmen’in bu duygularını paylaşanlara en anlamlı armağanı da Muammer Sun’un düzenlemesiyle “İzmir Marşı” oldu. Sahnedeki yüzü aşkın sanatçı “varlık” güvenceleri olan Atatürk için söylediler: “İzmir’in dağlarında çiçekler açar / Altın güneş orda sırmalar saçar / Bozulmuş düşman yel gibi kaçar /Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa / Adın yazılacak mücevher taşa...” Evet... İzmir’in eski troleybüs garajında artık bunlar yaşanıyor... Ne diyelim? Darısı İstanbul’un otobüs garajının başına... |