İzmir’de Kentsel Dönüşüm ve Seçim
İzmir’de, ‘kentsel dönüşümün’ ve dönüşümün en gözde özneleri olan ‘gecekonduların’, her seçimde olduğu gibi bu kez de ateşli bir pazarlığın konusu olacağını tahmin etmek zor değil. Ben de, İstanbul ve Ankara’daki dönüşüm projelerine daha aşina olsak da, gözden kaçan İzmir’deki ‘gecekondu dönüşüm’ projelerine dikkat çekmek istiyorum.
İzmir’de, ‘kentsel dönüşümün’ ve dönüşümün en gözde özneleri olan ‘gecekonduların’, her seçimde olduğu gibi bu kez de ateşli bir pazarlığın konusu olacağını tahmin etmek zor değil. Ben de, İstanbul ve Ankara’daki dönüşüm projelerine daha aşina olsak da, gözden kaçan İzmir’deki ‘gecekondu dönüşüm’ projelerine dikkat çekmek istiyorum. İzmir’de de ‘kentsel dönüşüm’, İstanbul ve Ankara’da olduğu gibi ağırlıklı olarak, gecekondu mahallerinin dönüştürülmesini hedef alıyor. Bu noktada, resmi söylemin, İzmir’in farklı mahalleleri için dönüşümün yasal zeminini çeşitli şekillerde açıklamaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bunların arasında en göze çarpanlar da heyelan bölgesini boşaltma (Kadifekale), enformel konutlarda yaşayanlara formellik ve şehirlilik bağışlama (Kadifekale, Kuruçeşme, Güzeltepe, Narlıdere, Ege ve Yalı Mahallesi), uluslararası fuarlar için vitrin bölge yaratma (İnciraltı) olarak sunuluyor. Olan bitene kuşbakışı da olsa şöyle bir gözatılması, mevcut dönüşüm pratiklerinin, ‘konut hakkı, yaşam biçimine saygı, şehrin vatandaşına daha sağlıklı kamusal alan sağlanması’ gibi temel dönüşüm ilkelerinin ne kadar dikkate alındığını anlamak için gereklidir. Resmi söylemin bahaneleri arasında en akla yatkın ve desteklenmesi gereken, Kadifekale bölgesine has yapılan açıklama gibi görünse de, bunu iki açıdan eleştirmek mümkün görünüyor. Birinci noktadan başlayalım. Kadifekale’nin dönüştürülme projesinin dayanağı, Bakanlar Kurulu’nun bölgeyi ‘afete maruz bölge’ ilan etmesi. Yani buradaki ‘kentsel dönüşüm’ün amacı, sağlıksız ve tehlikeli heyelan alanı içinde yer alan tapulu gecekondular için yıkımın başlatılması ve boşaltılan alanların yerine rekreasyon alanları yaratılarak kentin yeşil alanının artırılmasıdır. Mike Davis, Gecekondu Gezegeni adlı kitabında tehlikeli bölgelere kurulmuş yerleşim alanlarının, jeolojik ya da meteorolojik risklerinin ‘güçlü mühendislik’ sayesinde azaltılabileceğini söyler. Peki neden heyelan bölgesinin sağlıklılaştırılması ya da bir başka deyişle sağlamlaştırılması tercih edilmedi? Çünkü, 3. dünya ülkelerinin kentli yoksulları için bu kadar yatırım yapmak akıllıca değildir. İzmir Büyükşehir Belediyesi de muhtemelen bu sebeple böyle bir çözüme yönelmedi. Ama yine de bu, mevcut dönüşüm projesinin, yerinde dönüşüm şeklinde uygulanabileceğine ya da yapılanın bir alternatifinin olduğuna dikkat çekmesi bakımından önemlidir. Belediye’nin kentin göbeğinde, manzarasıyla, tarihi dokusuyla tam da bir rant alanı olan bölgeyi yıkımların ardından kamusal alan yerine, ‘güçlü mühendislik tekniklerini’ devreye sokup özel girişimcilere sunmayacağının bir garantisi de yok gibi. Kime midye satacaklar? Gelelim ikinci eleştiri noktasına. Büyükşehir Belediyesi’nin TOKİ ile elele yürüttüğü bu ‘dönüşüm’ projesinde, hak sahiplerinin yıkımın ardından Uzundere toplu konut dairelerine taşınması; gecekondularına biçilen kamulaştırma bedeli ile toplu konut fiyatları arasındaki farkı da konut kredisiyle denkleştirmeleri bekleniyor. Kazandığı mevsime, hatta güne göre değişen gecekonduların enformel emekçilerinden ya da olsa olsa asgari ücretli çalışanından kredi taksidi, apartman aidatı ödemesini beklemek pek de akla yatkın bir tutum değil. Diyelim, kredi taksitlerini de apartman aidatlarını da ödeyebilenler var gecekondu sakinleri aralarında. Bu kez de Uzundere’nin lokasyonu işi zora sokuyor. Çoğunluğun midye satarak geçimini sağladığı Belediye Başkanı’nca da onaylanan Kadifekale sakinlerinin, Uzundere’den kalkıp midye satmaya nereye gidecekleri, yol paralarının yaratacağı külfeti neyle ikame edecekleri, gözardı edilen sorunlar arasında. Uzundere’de kurulması planlanan midye atölyeleri bir çözüm gibi sunulsa da bu, gecekondu sakinlerinin pek de aklına yatmıyor. Dahası çoluk çocuğun okul ulaşımı, civarda bütçeye uygun çarşı pazar yokluğu gibi sorunlar da bir başka uzlaşamama noktası olarak karşımıza çıkıyor. Yukarıda bahsettiklerim, gecekondu sakinlerinin ekonomik kısıtlarını gözardı eden dönüşüm projesini açık ederken, asıl dert sosyal-kültürel dinamiklerin hiçe sayılmasıdır. Yani yerinde dönüşümün ya da sağlıklı dönüşümün hedeflenmediği ‘kentsel dönüşüm’ projelerinde, temel alınan rant ve bir çeşit tuhaf/yapay şehirleştirme olunca, dikkatler ister istemez gecekondu sakinlerinin kim olduğuna, nasıl yaşadıklarına ve nasıl yaşayamayacaklarına yöneliyor. Bu sakinler genellikle, şehirdeki iş olanakları sebebiyle yerini yurdunu terk etmiş, enformel sektörün güvensiz alanına mecbur bırakılmış, şehre ve şehirliye mesafesi, hem fiziksel yaşam alanıyla hem de kimliğine yapılan vurguyla belirlenmiş göçmenlerdir. Yani, onlar, bekar odalarında değilse, akrabalarının yanında kalan, şanslıysa tapulu ya da tapusuz da olsa kendine bir gecekondu edinendir. Gecekondular ve özellikle İzmir özelinde gecekondu sakinlerinin göçmen kimliği, ‘kentsel dönüşüm’ün öznelerini de açık ediyor. İzmir söz konusu olduğunda, ‘kentsel dönüşüm’e maruz kalanların daha çok Kürt göçmenler olması ilgi çekicidir. Bu gecekondu sakinleri, daha çok da Kürtler, hane başına düşen altı-yedi kişilik nüfuslarıyla, bahçeli evlerde, gerektiğinde bahçelerine sebze meyvelerini ekerek, komşuluk ilişkilerini sürdürerek, aslında Anadolu’ya ya da köye has yaşam biçimlerini devam ettirmeye çalışıyor. Bu insanları yaşam kültürlerini ve değerlerini hiçe sayarak iki ya da üç odalı toplu konut dairelerine yerleştirmek ya da müteahhitlerce yapılacak çok katlı lüks dairelerde köşeye sıkıştırıp şehirlileşmelerini beklemek, asimilasyon çabasının ‘kentsel dönüşüm’ adı altında bir kez daha karşımıza çıkması gibi görünüyor. Yerel seçimler yaklaşırken, tüm bunların yeni pazarlık konuları olarak gündeme geleceği aşikâr. Bu noktada, pazarlığa taraf olabilme payesini, verecekleri oylar sayesinde kazanan gecekondu sakinlerinin, bireysel çıkarlarını bir tarafa bırakıp hareket etmeleri ne kadar gerekliyse, başkan adaylarının da, gerçekten ‘herkes’ için sağlıklı bir kent yaşamı amacıyla politika üretmeleri, tüm İzmirlilerin lehine olacaktır. D. BURCU EĞİLMEZ: İzmir Ekonomi Üni. |