Kopenhag’daki BM İklim Değişikliği Konferansı’ndan yalnızca birkaç gün önce,
insanlık geçmişte yaptıklarının olumsuz sonuçlarıyla karşılaşmaya devam ediyor.
Bilimsel kanıtların da ortaya koyduğu gibi antropojenik (insan kaynaklı) sera
gazı salımları küresel ısınmayı büyük ölçüde artırıyor. Durum oldukça ciddi
görünüyor: artan sıcaklıklar tüm bölgelerde mahsullerin büyük miktarda
azalmasına ve su kaynaklarında da büyük değişikliklere neden olacak.
Aynı zamanda, bazı bölgeler büyük su kıtlığı yaşarken, yükselen deniz
seviyeleri dünyanın bazı büyük şehirleri için ciddi bir tehlike oluşturacak ve
hatta bu durum toprak kaybına ve sınır ihtilaflarına da neden olabilecek.
Buzullardan, yağmur ormanlarına kadar bütün ekosistemler çökebilir ve birçok
tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Fırtınalar, kuraklıklar,
orman yangınları ve seller geri dönüşü olmayan çevresel bozulmalara ve
çölleşmeye sebep olacak, bu durum milyonlarca insanın gıda güvenliğini olumsuz
etkileyecek ve kitlesel göçler yaşanacaktır.
İklim değişikliğinin en kötü etkileri kıt doğal kaynaklara sahip ve iklim
değişikliğinin getirdiği bu zorluklara adapte olma olanakları sınırlı olan
ülkelerde görülecektir. Küçük ve gelişmekte olan ada devletleri özellikle en
hassas durumda olanlardır. Bu devletler yükselen deniz seviyeleri nedeniyle
deniz altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Önleyici
adaptasyon önlemleri maliyetli olduğu için, gelişmekte olan ada devletlerinin
hiçbiri bu önlemleri kendi başlarına uygulayabilecek durumda değildirler. Bu
açıdan, onlara finansal ve teknolojik destek sağlanması gerekmektedir.
Ayrıca, iklim değişikliği dünyanın bazı en istikrarsız bölgelerindeki siyasi
sorunları daha da kötüleştirip, kıt kaynaklar üzerinde jeopolitik açıdan yeni
rekabet ortamları yaratabilir. İklim değişikliğinin kötü etkileri eğer
hafifletilemezse, muhtemel riskler çok büyük olacaktır. Bu nedenle, Kopenhag’da
ortak ama farklılaşmış sorumluluklar, ayrı kaynaklar ve ulusal şartlar ilkesini
göz önünde bulundurarak, küresel ısınmayı 2?C ile sınırlandıracak küresel
salımlar hedeflenerek başarılı bir anlaşmaya varılması büyük bir önem
taşımaktadır.
Bu bağlamda Kopenhag’ın ötesine de bakmamız gerekir. İklim değişikliğiyle
mücadele küresel yönetişim açısından da bir zorluk teşkil etmektedir. Konuyla
ilgili uluslararası kuruluşlardan oluşan mevcut ağ, zaten bu konunun
karmaşıklığı, siyasi ve sosyal istikrar, ekonomik büyüme, kalkınma ve çevresel
sürdürülebilirlik üzerindeki etkileri nedeniyle stres altındadır. İklim
değişikliğinin çatışmaları kötüleştirme etkisi olabilir ama aynı zamanda değişen
çevre ve bununla ilgili güvenlik tehditleri ile uğraşma konusunda ülkelerin
küresel açıdan gittikçe daha çok birbirlerine bağımlı hale geldikleri
düşünülürse, iklim değişikliği ülkeler arasındaki işbirliğini artırmaya katkıda
da bulunabilir. İklim değişikliği ile mücadele daha işbirlikçi bir dünya
yaratmak için bir temel teşkil edebilir. Bu açıdan, özellikle kadınlar olmak
üzere, tüm ilgili paydaşların aktif katılımı gereklidir. Ülkelerin gittikçe
birbirlerine daha çok bağımlı bir hale gelmeleri dışında, iklim değişikliği
ayrıca dış ve iç politika arasındaki ayrımın keskinliğini de azaltmaktadır.
Farklı bölgeleri temsil eden küçük ülkelerin altı dışişleri bakanı toplu olarak,
çevre ve sürdürülebilir kalkınma hedefiyle hareket edecekleri yönünde taahhütte
bulunmuşlardır. Bizim ulusal politikalarımız iklim değişikliğiyle mücadeleyi
içeren önlemleri içermekte ve bu açıdan ortak bir uluslararası çaba ihtiyacını
yansıtmaktadır. Her devlet kendi bölgesinde küçük bir yeşil referans noktası
olarak değerlendirilirse, tüm noktalar birleştirildiğinde etkili bir küresel ağ
kurulabilir. Biz, özellikle enerji ve su konusunda bir siyasi denge sağlamak
için çaba gösteriyoruz.
|