Ayamama Deresi taşar bu adam orada.
Tuzla'da varil çıkar yine aynı adam. Hidroeletrik santral
karşıtı eylem var deseler hemen koşar. Taş ocağı doğayı mı mahvediyor, altın
madencileri Kaz Dağları'na mı göz koymuş... Hele bir yerde ağaç
kesiliyor ihbarı duymasın sakın... Anında olay yerinde biter... Kimin nesidir
neyin fesidir diye biraz sordum soruşturdum kimsenin kendisiyle ilgili fazla bir
malumatı yoktu. Tek öğrenebildiğim şey zaten benim de artık keşfettiğim şeydi:
Çevreyle ilgili en ufak bir hareketlilik olsa bu arkadaş herkesten önce oraya
gidiyordu. Bir gün biraz da mesleki kıskançlıkla yanına gidip sordum: "Pardon,
siz kimsiniz? Gazeteciler gelmeden, görevliler ortada yokken siz nasıl oluyor da
tüm bu çevreyle ilgili konuların haberini alıp anında olay mahallinde
oluyorsunuz?
Bu garip görünüşlü sessiz adam önce konuşmaya yanaşmadı. Ama ısrarıma da
dayanamadı. "Ben" dedi "Çevre gönüllüsüyüm. Bu insanlar bilmezler ki bir ağacın
dünya için ne kadar önemli olduğunu. Bilmezler ki yeşil olmadan yaşam olmaz.
Derenin bir işletme olduğunu zanneden zihniyet, bilmez ki o akıp giden su boşa
değildir. İnsanın, doğanın yegane yaşam kaynağıdır. Bu aymazların ellerine
bırakılamaz kadar değerli doğamız. İşte bu yüzden kim bi çevreye zarar veriyorsa
sıkı takipteyim. Boynumda fotoğraf makinem tüm olup bitenleri kaydediyorum.
Notlar alıyorum. Belki bir gün işe yarar diye. Arkadaşlarım, ailem falan önce
garipsedi tabi bu tutkumu ama artık alıştılar. Hatta bana 'Yeşil Hafiye' diye
isim bile taktılar."
Bizim için bulunmaz nimet. Eh isim de hazırmış madem hemen teklifi yaptık.
"Madem sen müfettiş gibi her çevre sorununu takip ediyorsun, Türkiye'yi karış
karış dolayışıyorsun. İşte sana fırsat gördüklerini, notlarını bizim
'radikal.com.tr'ye yazar mısın?" Hiç itiraz etmedi. "Arayıp da bulamadığım
fırsat" dedi. El sıkıştık, anlaştık.
İşte çevre aşığı 'Yeşil Hafiye'nin ilk yazısı:
Rize İkizdere'de, dereler tünel hafriyatlarıyla doluyor. Erzurum Aksu
Vadisi'nde 'Deremiz özgür aksın', Artvin Macahel'de 'Ölürüz de deremizi
vermeyiz' sesleri geliyor. Muğla Yuvarlakçay'da köylüler kendini ağaca
zincirliyor, çoluk çocuk çadırlarda nöbet tutuyor. Ordu'da muhtarlar birleşmiş,
Kastamonu Loç Vadisi'nde çığlıklar yükseliyor. Eskişehir Gürleyik'de köylüler,
kendilerini 'yerli Avatar' diye tanımlıyarak mücadele veriyor. Radikal beni
bulmadan önce hepsini tek tek gezmiştim. Kendi gözlerimle gördüm yaşananları.
Anadolu'da bir HES çığılığı günden güne yükselerek büyüyor.
Türkiye'nin dört bir yanındaki bu direniş, hükümetin 'yenilenebilir, temiz
enerji' olduğunu ileri sürdüğü hidroelektrik sanral (HES) atağına geçmesiyle
başladı. Bölge insanları, HES protestolarının yanı sıra, yargı nezdinde de
mücadeleyi sürdürüyor. Neredeyse tüm dereler için davalar açılmış durumda. İdare
mahkemeleri, şu ana kadar açılan davaların neredeye tamamında HES'i istemeyenler
lehine kararlar çıktı.
Bunca sene gezdim gördüm, bence Türkiye'nin son yıllarda en büyük çevre
sorunu HES'ler. Sürecin başlangıcını da Çevre ve Orman Bakanlığı'nın 1 Temmuz
2006'da yürürlüğe koyduğu 'Su Kullanım Anlaşması Yönetmeliği' oluşturuyor. Başta
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, bir çok AKP'li bakan ve bürokrat,
artık 'su akar Türk bakar' zihniyetinin geride kaldığını belirterek, ülkenin tüm
su potansiyelinden yararlanılması gerektiğini söyledi. Anlaşması kapsamında da
Türkiye'de enerji üretilebilecek irili ufaklı tüm akarsular özel şirketlere
verildi. Sanki dere değil, fabrika bunlar.
Evet, dünya genelinde enerji sıkıntısı olduğu bir gerçek. Türkiye de, enerji
konusunda dışa bağımlı ancak unutulmaması gereken bir konu var ki, o da
'insanların enerjiye ihtiyaçları olduğu kadar yaşadıkları doğaya da ihtiyaçları
olduğu' gerçeği.
HES'lere tepki gösterenlerin büyük bir bölümü gözü kapalı 'HES'lere karşı
değil. Bana söyledikleri, HES'lerin çevreye zarar vermeden, ekosistemi bozmadan,
bütüncül bir plan çerçevesinde yapılması. HES'lerin bir rant aracı olarak
görülmesini istemiyorlar. Ancak ne yazık ki tüm istenmeyen durumlar şu anda HES
projelerinde görmek mümkün.
Türkiye genelinde Su Kullanım Anlaşması çerçevesinde 1700 civarından HES
projesi anlaşma imzaladı (Mikro HES'ler hariç). Bu projelerin de çoğu, yağış
potansiyeli ve debisinden dolayı Karadeniz derelerinde yer alıyor. HES yapılacak
her dere için kendi adıyla bir dernek veya platform kurulmuş durumda.
Yeşilseverler mahkeme salonlarında yoğun bir maraton içinde. Şu ana kadar açılan
davaların neredeyse tamamı için 'yürütmeyi durdurma', 'ÇED kararlarının iptali',
'ÇED gerekli değildir kararlarının iptali' gibi HES karşıtları adına olumlu
kararlar çıktı.
Can suyu tartışması
HES'lerle ilgili sorunları birkaç başlık altında incelemek gerekir. Bunlardan
ilki, bölge insanların da en çok karşı oldukları 'can suyu' meselesi. Özellikle
Karadeniz'de yaygın olan HES projelerinde, derenin suyu dağların içene, bir
aracın sığabileceği büyüklükte açılan, kimi yerde yüzlerce kilometreyi bulan
tünellere alınıyor. Belli eyimlerde düşürülen su, tünellerdeki türbinlerden
geçirilerek enerji elde ediliyor. Bir kısım su da dere yatağına bırakıyor. Çünkü
derenin ve can verdiği çevrenin ekosisteminin devam etmesi yani 'can suyu'
bırakılması gerekiyor. İşte tüm mesele de burada başlıyor. Can suyu ne kadar
olmalı?
Dava dilekçelerinde en çok vurgu yapılan konu da can suyu. Çünkü can suyu
hesabının yapılması noktasında tüm dünyanın aksine bizde herhangi bir bilimsel
metot bulunmuyor(du). 2009'da bakanlık dünyada yaygın olarak kullanılan
'Tennant' metodu kabul edildi. Bu da, 'son 10 yıllık ortalama debinin yüzde 10'u
kadar suyun 'can suyu' olarak dereye bırakılması' anlamına geliyor. Fakat
Tennant kirterine göre, yüzde 10 oranı, 'yaşamın devam edemeyeceği sınır' olarak
kabul ediliyor. İdeal bir ekosistem için can suyu oranının yüzde 40-60 olması
gerekiyor. Bilirkişi raporlarında 'can suyu değerlerinin yetersiz olduğu'
yönünde raporlar hazırladıkça da, mahkemeler HES'leri bir biri durduruyor, ya da
gerekli düzenlemeleri yapmasını istiyor.
Bütüncül bakış açısı şart
Bir diğer önemli konu ise 'havza planlaması'. Derelere fazla HES projesi
yapılıyor. Örneğin, Rize İkizdere'de 20'den fazla HES projesi halen inşaat
aşamasında. Her projenin ayrı bir ÇED raporu bulunuyor. Projelere göre, dere bir
tünelden çıkıyor diğerine giriyor. HES'ler bittiğinde, derenin suyu denize
ulaşana kadar neredeyse vadide can suyundan başka su akmayacak. Her bir projenin
ayrı ayrı çevre etkileri inceleniyor. Halbu ki bütüncül bir bakış açısıyla ele
alınması, Tüm HES'lerin vadiye, ekosisteme etkisi ele alınmıyor. Havza
bazında planlar yapılmıyor. 'Stratejik Çevre Etki Değerlendirmesi' adı altında
yeni bir yönetmeliğin çıkması bekleniyor. Ancak 2006'da atı alanlar (Su Kullanım
Hakkı Anlaşması imzalayanlar) Üsküdar'ı çoktan geçti.
Gerçekten yenilenebilir ve temiz mi?
HES'ler bugüne kadar 'yenilenebilir, temiz enerji' olarak lanse edildi. Ben
Avrupa'da da gezmedik yer bırakmadım. Avrupa'da durum farklı. Örneğin,
Almanya'da 5 megavata kadar olan santrallar 'yenilenebilir' sınıfında.
İngiltere'de ise 10 megavat kadar olanlar. Türkiye'de ise 50 megavata kadar
olanlar 'yenilenebilir' sınıfına giriyor. Belki de kömür santralları kadar
çevreye zarar vermiyor. Ancak ağaçların köklerinden söküldüğünü, ceviz
ağaçlarının hafriyat altında kaldığını, hafriyatların başka alanlar yerine dere
yataklarına döküldüğünü, dev kamyonların yolları, vadileri mahvettiğini, doğayı
tozu dumana kattığını Rize'de, Artvin'de, Muğla'da, Erzurum'da kendi gözlerimle
gördüm.
Başbakan Erdoğan da, HES'lere el attı. Çevre eylemlerine ve mahkeme
maratonlarına neden olan HES'lerle ilgili Enerji Bakanlığı'na ve Devlet Su
İşlerine'ne talimat verdiği, tüm lisansların tekrar elden geçirilmesini istediği
öğrenildi. Başbakan Erdoğan'ın bu müdahalesi, seçim öncesi, 'HES ayarı' olarak
yorumlandı. HES yatırımlarının bir an önce devreye girmesi için Çevre ve Orman
Bakanlığı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 'çevreyi tahrip etmeyecek yönde
düzenlemeler' yapacağı da dillendiriliyor.
Türkiye'nin her yerinde verilen mücadele kartopu gibi büyüyerek devam ediyor.
Mücadele eden sivil toplum örgütleri ortak hareket etme kararı alarak Türkiye Su
Meclisi adı altında bir yapılanmaya da gitti. Meclisin mail grubunda HES
tartışmaları her gün devam ediyor. Doğu Karadeniz'de mücadele veren örgütlerden
biri olan Derelerin Kardeşliği Platformu'nun bir açıklamasından dokunmadan
aktarıyorum:
"Bizlerin, vadilerimizdeki derelerimiz etrafındaki doğal yaşam alanlarında
yaşam mücadelesini sürdüren, bu mücadele içerisinde deyim yerindeyse cephede,
alanlarda, meydanlarda olduğumuzun da unutulmaması gerekir..."
|