Geçtiğimiz yaz boyunca "susuz yaz"
filmini anımsatan çöl sıcakları, kum fırtınaları, son günlerde ise aşırı yağmur,
sel, fırtına. Bu sözleri televizyon ekranlarından ne kadar çok sık duyar olduk,
bir gün yanıyoruz diğer gün donuyoruz hatta sabah yanıp akşam donduğumuz günler
bile oluyor, yağmur eskisi gibi değil deli gibi yağıyor sonra birden kesiyor ve
güneş açıveriyor. Birileri sürekli sera etkisinden, küresel ısınmadan, iklim
değişikliğinden bahsediyor, sonumuz geldi diyenler bile var, sahi öyle mi? “Bize
bir şey olmaz canım”diyenleri duyar gibiyim.
Önce değişen nedir, ısınan nedir biraz ona değinelim isterseniz.
İklim değişikliği ya da küresel ısınma
zannedilenin aksine günümüze has bir durum değil aslında, tıpkı yerkabuğunun
sürekli hareket etmesi değişmesi gibi dünyamızın iklimi de binlerce yıldır çok
yavaş bir şekilde de olsa değişiyor. Örneğin her 23 bin yılda bir dünyamız eksen
eğikliğini 2, 4° dikleştirip sonra da yataylaştırıyor (Milankovitch Teorisi) ya
da hafif dış merkezli bir elips olan dünya yörüngesi her 100 bin yılda bir
dairesel bir hale geliyor. Bu da hiç şüphe yok ki dünya iklimini değiştiriyor,
zaman zaman ısınan dünya zaman zaman da soğuyarak buzul çağına giriyor ancak
hemen belirtelim ki bu çok yavaş ve uzun süren bir döngü, örneğin son buzullanma
en şiddetli devresine tam 180. 000 yıl önce ulaştı. 10. 000 yıl sonra da
gezegenimize sıcak ve nemli bir iklim yerleşti. Buraya kadar olan her şey
normal, anormal olan ise insanoğlunun son dönemde doğanın bu düzenine ve
dengesine yaptığı müdahale ile verdiği neredeyse onarılamaz zarar.
Filmi 18. yy.’a ve Sanayi Devrimi’ne kadar geriye sarmak
mümkün. Buharlı makinenin icadı ve fabrikasyon üretime geçilmesiyle beraber sera
etkisi gösteren gazlar (karbon dioksit, metan, nitroz oksit vb) atmosfere
inanılmaz oranda bırakılmaya başlandı, örneğin Karbondioksit salımı (CO2
emisyonu) sanayi devriminden önceki 18. yy. ’a kıyasla %36 artmış durumda ve bu
durum son 50 yılda artık doruk seviyesine ulaştı. Artık her yıl atmosfere
yaklaşık 16 bin kilometreküp CO2 salıyoruz. Kendi düzeni içerisinde soğuyup
ısınan dünya artık sürekli ısınmaya başladı. İşte küresel ısınma denen şey de bu
aslında. İnsanoğlu dünyanın soğumasını engelleyen sera etkisi gösteren gazları
havaya saldıkça dünya ısınıyor, ısınan hava daha fazla nem tutuyor ve daha fazla
nem de daha fazla yağışı, potansiyel fırtınayı ve daha fazla buharlaşmayı
beraberinde getiriyor. Yağışlı alanlar daha yağışlı kurak alanlar ise daha kurak
hale geliyor, işte buna da iklim değişikliği diyoruz.
Dünyadaki temiz su rezervlerinin %90’ını oluşturan buzulların %90’ına sahip
olan Antarktika da hızla eriyor. Kutup ayıları artık üzerine çıkacak buz
bulamadıkları için boğularak ölmeye başladılar, aç kalan kutup ayıları artık
daha önce hiç yapmadıkları şekilde penguenlere saldırıyorlar. ABD, Kanada,
Danimarka ve Rusya Kuzey Kutup bölgesindeki yaklaşık 90 milyar varillik yeni
petrol rezervlerini paylaşadursun bir şeyler yapmanın zamanı geldi de geçiyor
bile. Dünyanın deyim yerindeyse iki buz deposu olan Grönland ve Antarktika
buzulları tamamen eridiği takdirde deniz seviyesindeki artış yaklaşık 6 metre
olacak. Akla ilk gelen şey CO2 ve diğer sera etkisi gösteren gazların salımını
azaltmayla ilgili bir antlaşma olan Kyoto Protokolü. Ancak bu antlaşma deyim
yerindeyse devede kulak kalıyor. Öngördüğü projeksiyon-Kyoto Protokolüne göre
ülkeler 2008 ile 2012 yılları arasında salımlarını 1990 yılına göre %5. 2
düşürmekle yükümlüdürler-yetersiz düzeyde ama dünya kamuoyundaki algısı sanki
küresel ısınmayı durduracak antlaşma gibi. Buna rağmen dünyanın CO2 salım
fabrikası olan ABD antlaşmayı imzalamamakta direniyor. Ortalama bir Amerikan
ailesinin yıllık CO2 salımı(yaklaşık 23 bin kilo) Avrupa’dakilerin 2,
Hindistan’dakilerin 19 katı daha fazla. Bu duruma ABD hükümetinin bulduğu çözüm
ise tam bir "şark kurnazlığı":CO2 salım kotalarını dolduramayan ya da muaf olan
az gelişmiş Afrika ülkelerinden bu salım haklarını parayla satın almak!Büyüyen
dev Çin' i soracak olursanız, atmosfere her yıl bir önceki yıla oranla %11 daha
fazla CO2 salımı yapıyor.
Türkiye özelinde düşünecek olursak, son yapılan araştırmalara göre 2007-2008
kışında Trakya'daki arı kolonilerinin %62'si, Muğla'dakilerin ise %50'si
yitirildi. Ülkemiz genelinde ise son iki kışta sahip olduğumuz tüm arı
kolonilerinin ise yarısından fazlası aşırı sıcaklardan ve kuraklıktan dolayı yok
oldu.
Merak etmeyin dikkat çekmek için sürekli felaket senaryoları üretecek
değilim. Durumun ciddiyeti bir tarafa, hiçbir şey için geç değil henüz ama artık
yaşam tarzımızı değiştirmenin vakti geldi. Neler yapabiliriz ya da yapmalıyız
derseniz, en azından çöplerimizi ayrıştırmaya başlasak iyi olur:plastik, cam ve
kağıt türevi atıklarımızı bir poşete koyup çöp kutusunun yanına koyarsak bir çok
şeyi değiştirmiş olacağız. Bildiğiniz üzere ülkemizde bu tarz atıkları toplayıp
satarak ailesini geçindiren insanlar var. Hem çevremizi korumuş hem de ciddi bir
istihdam kapısını aralamış oluruz böylece, fena mı. Diğer yapabileceğimiz basit
şey ise evimizde kullandığımız ampulleri kompakt florasan ampullerle(CFL)
değiştirmek bu ampuller satın alma sırasında biraz pahalı olsa da hem 10 kat
daha uzun ömürlü olmaları hem de %75 daha az elektrik tüketmeleri sebebiyle kısa
sürede karlı bir yatırıma dönüşüyorlar. Sadece bu iki temel şeye dikkat edip
hayatımızda uygulamaya geçirecek olsak bile inanın hem ülke ekonomimize hem de
çevreye dev bir katkı sağlamış olacağız.
Vakit eski tanımlarımızı ya da“sınırsız arz”kavramını artık bir kenara atma
vaktidir çünkü dünyamız hızla tükeniyor. Belki de iktisat
kelimesinin“kısıt”kelimesinden geldiğini hatırlamak daha faydalı olacaktır, zira
bir şeyleri kısmanın vakti geldi de geçiyor bile.
A. Gökhan RAKICI / ABC Danışmanlık ve Eğitim Araştırma
Sorumlusu ve Eğitmen Marmara Üniversitesi AB Enst. Y. Lisans
Öğrencisi Kaynaklar: "Küresel Isınma Atlası", NTV Yayınları.
, "National Geographic-Son Çığlık", Özel sayı No:6, "GEO", Ekim 2008, http://www.antsdi.scar.org, http://www.infoplease.com
|