br >
'Bayrampaşa'ya gizlice fotoğraf makinesi sokmuştum'
Nazlı Ilıcak (Sabah Gazetesi yazarı): "Hapishanelerin kültür
merkezleri haline dönüştürülmesi beni çok heyecanlandırdı. Bayrampaşa'yı
hapishane vasfını kaybettikten sonra ziyaret ettim. Hâlâ koğuşların o ağır
kokusu yerli yerinde duruyordu. O tarihte, yemekler koğuşta yenilir, artıklar da
sabaha kadar yatakların altında muhafaza edilirdi. Kokuyu duyunca eski günleri
hatırladım. Hapishanede kaldığım dönemde kontroller çok sıkıydı. Buna rağmen,
içeriye bir fotoğraf makinesi sokmuştum. Herkes uyurken koğuşların ve içeride
kalan çocukların fotoğraflarını çekiyordum. Sanırım gazetecilik refleksleriyle
hareket etmişim o yıllarda."
'Esnaf cuma kılmak için hapishaneye akın etti'
Mustafa İslamoğlu (Yazar): "Ulucanlar'da kalırken çevredeki
esnaflar beni ziyarete geliyordu. Esnafların da kullanabildiği bir mescit vardı.
Cuma namazı kılmak için mescide akın ediyorlardı. Ben de hatta şöyle bir dua
etmiştim, "Allah'ım hapishaneyi şimdi fiilen mescide çevirdin. İleride de
inşallah gerçek bir mescide dönüşür." demiştim. Şimdi dualarım kısmen gerçek
oldu. Mescit olmasa da hapishane müze olacak. Çekilen acılar hapishanenin her
yanına işlemişti. Bu ortamı gelecek nesillerin hizmetine sunmak çok önemli."
'Müze yerine okul yapılırsa çok üzülürüm'
Yılmaz Yalçıner (Diyarbakır Cezaevi'nde kalan bir mahkûm):
"1980 ihtilali döneminde üç yıla yakın Diyarbakır Cezaevi'nde kaldım. Burada
işkence günlük hayatın bir parçasıydı. Mahkûmlara çektirilen cefa, eziyet
insanların hayal gücünü zorluyordu. Falaka, elektrik, aç bırakma, lağımda tutma
ve burada söyleyemeyeceğim birçok şey... Kürt açılımıyla birlikte şimdi
cezaevinin okul yapılması gündeme geldi. Bana sorarsanız, burası okul yerine
kesinlikle müzeye dönüştürülmeli. Okul olursa Diyarbakır Cezaevi kimliğini
kaybeder ve ben çok üzülürüm. Burayı müze yapmak demek devletin geçmişiyle
yüzleşmesi anlamına geliyor."
'Cezaevinin kapatılması 'özür dilemek' anlamına gelir'
Hamit Kankılıç (Diyarbakır Cezaevi'nde kalan bir mahkûm):
"Diyarbakır Cezaevi'ne girdiğimde daha çocuk yaştaydım. 80 ihtilalinin o
karanlık günlerinde 18 yaşında içeri aldılar beni. Çıktığımda neredeyse 40'ıma
dayanmıştım. Bunlar anlatılmaz, ama ben farelerin içtiği sudan içmek zorunda
kaldığımı hatırlıyorum. Bu cezaevinin kapatılması Kürt vatandaşlardan özür
dileme anlamına geliyor. Cezaevine hiç dokunulmadan içerisindeki işkence
aletleriyle birlikte müzeye dönüştürülmeli. Bu proje Türk ve Kürtlerin
kaynaşmasına ve birlikte yaşamasına vesile olur. "
Hangi cezaevinde kimler yattı?
Sinop Cezaevi: Şair ve yazar Sabahattin Ali, şair Cevat
Şakir Kabaağaç, Refik Halit Karay, gazeteci ve yazar Burhan Felek, Orhan Kemal.
Necip Fazıl ve Nazım Hikmet'in de bu cezaevinde kaldığı biliniyor.
Ulucanlar Cezaevi: Bülent Ecevit, gazeteci Cüneyt Arcayürek,
Yılmaz Güney, gazeteci-yazar Metin Toker, Mustafa İslamoğlu, Deniz Gezmiş, Yaşar
Kemal, siyasetçi Osman Bölükbaşı.
Bayrampaşa Cezaevi: Yeraltı dünyasının önemli isimleri;
Dündar Kılıç, İdris Özbir, Hüseyin Heybetli, Kemal ve Cengiz Sönmez kardeşler,
uyuşturucu kaçakçısı Sedat Şahin, Mehmet Göymen, İbrahim Cici, Hüseyin Karatay
ve Sedat Peker. Gazeteci Nazlı Ilıcak, sanatçı Doğuş, ünlü işadamı Mehmet Emin
Karamehmet ve Ergenekon tutuklusu Doğu Perinçek.
Zengin bir cezaevi edebiyatımız var!
Namık Kemal'den bu yana, hapishaneler nice eserin kayda geçtiği mekânlar
olmuş. Nazım Hikmet en güzel şiirlerini hapishanelerde yazmış. Onun ilk defa
güneşe çıkarıldığı gün kaleme aldığı şiiri, hücrelerin edebiyatçılar üzerindeki
etkisini özetlemeye yetiyor asılında. Şair, şiirinde şöyle diyor: "Bugün
Pazar/Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar/Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak/Bu kadar mavi/Bu kadar geniş olduğuna
şaşırarak/Kımıldanmadan durdum/Sonra saygıyla toprağa oturdum..." Yine
Sabahattin Ali, herkes tarafından bilinen 'Aldırma Gönül' şiirini Sinop
Cezaevi'nde yazmış. Necip Fazıl'ın Zindandan Mehmet'e Mektup adlı şiirini bu
cezaevinde yazdığına dair rivayetler var. Sinop Cezaevi Orhan Kemal'in Tatar
Ramazan eserine de ilham olmuş.
|