Esenler Belediyesi tarafından yürütülen ‘Güzel Esenler’ projesi kapsamında ilçedeki 140’ı aşkın binanın cephe giydirmeleri yapıldı. İBB ve sponsor kuruluşların desteğiyle hayat bulan çalışmanın amacı, ‘ilçenin çehresini kötü görüntüden kurtarmak’ ve ‘şehir estetiğine yakışan bina cephelerine kavuşturmak’.
Radikal Gazetesi'nden Alpbuğra Bahadır Gültekin'in haberine göre tartışma, iki altbaşlık üzerinden şekilleniyor: Proje yöntemi ve estetik algısı… Söylenene göre binaların dış cepheleri Selçuklu mimarisine uygun olarak giydirilmiş. Yöntem mevzuuna geldiğimizde ise ‘tektipleştirme’ argümanı öne çıkıyor. Lakin son 30 yılda, binaları ‘havuz dibi kaplama malzemesi’ olarak üretilmiş ‘betebe’ mozaiklerine bürünen bir kent için pek de yeni sayılmaz bu tartışma.
“12 Eylül döneminde de binalara nizam vermeye çalışıldı, çoğunun ön cephesi beyaza boyandı” diyor İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı mimar Korhan Gümüş. “Böyle bir düzenleme anlayışı ve anonimleştirme otoriter toplumlarda vardır” diye de ekliyor. Pek çok belediyenin kentsel tasarım ilkeleri doğrultusunda adımlar attığını söyleyen Gümüş, kurumlar arasındaki bu tip kentsel tasarım rekabetinden rahatsız. “Bu anlayışa karşı entelektüel bir direniş gerekli” diyor. Gümüş’e göre projelerin temelinde bir insan hakları problemi yatmakta. Türkiye modernleşmenin mirasıyla henüz hesaplaşamadığı için, bu tip anonim kalıplar etrafında ‘güzelliğin’ dayatıldığını belirten mimar, kamu alanlarına böylesine projelerle yön vermeye çalışmanın da ifade özgürlüğü temelinden insan haklarına aykırı olduğunu savunuyor.
Misafir odası gibi…
‘Güzel Esenler’ projesi şimdilik komşu ilçelerin sakinlerine yönelik olsa gerek. Zira ön cephelerine mantolama yapılan yol üstü binaların yan sokaklarından girdiğimizde, pek çok yapının sıvasız olduğunu görüyoruz. Bu anlayışın ikiyüzlü ve çocukça olduğunu söyleyen Korhan Gümüş, “Binaların yanına bakıyorsunuz, çehre birden değişiyor” derken ilginç bir örnek veriyor. “Hani eskiden evlerin misafir odası vardı, sadece misafirler için süslemeler yapılırdı. İşte bu onun gibi bir şey. Ama bunu anlayışla karşılamalı. Zira dünyanın her yerinde böyle komik durumlar oldu” diyor.
Gümüş’e göre “Bu hususta neler yapmalı” sorusunun cevabı şu şekilde: “Öncelikle entelektüel üretim yapan üniversiteler ne yapıyor diye bakmalı. Ancak İstanbul ’a baktığımızda kent hurdalığa dönmüş durumda. Dünyanın parası harcanıyor ama bir türlü düzenlenemiyor. Bu çarpıklığı böyle onarmaya çalışmak çocukça. Belediyeler, tıpkı Kenan Evren’in “Düzeltin” demesi gibi yapmaya çalışıyor. Geçmişte de böyle ilkellikler yaşandı ama kamu sahamız giderek bir krize doğru sürükleniyor. Sadece belediyeleri eleştirmek istemiyorum ama böyle konularda meslek odalarının da sorumluluğu var. Mimarlar Odası kamusal işleyiş üzerinde söz sahibi olmalı.”
1980’lerden sonra koca bir kenti şadırvana çeviren mozaik tutkusu, artık yerini Amerikan dış cephe kaplamasına bırakmış. Ve rakamlar da bunu kanıtlar nitelikte. Zira sektör geçen yıl yüzde 15’lik büyüme ivmesi göstermiş. Belediyelerin ‘kentsel tasarım’ rekabeti sayesinde de bu ‘modanın’ Esenler’den İstanbul geneline yayılması ve tüm kenti tektipleştirilmiş bir toplu konut alanına dönüştürmesi pek de uzak görünmüyor.
Kente ‘turist gözlüğüyle’ bakıyorlar
Mimar Ömer Kanıpak: Bu tip ‘güzelleştirme’, ‘ihya etme’, ‘sağlıklılaştırma’ etiketleriyle o kadar çok uygulama gördük ki bunları eskisi gibi tepkiyle karşılamak yerine artık eğlenceli bulmaya başladım. Ne de olsa ‘Doğan görünümlü Şahin’ gibi bir kavramı kültürüne katmış, her şeyi kaplayarak düzeltebileceğine inananların çoğunlukta olduğu bir toplumuz. İyi tarafından bakalım; bu uygulamalar sayesinde akademisyenler için onlarca yıl yetecek malzeme çıkmış durumda. AKP yönetimi kalkınmayı fetişleştirdiği için dörtnala yaptığı uygulamalarında anlam aramak yersiz. Kenti yönetenler yaratıcı düşüncelerden faydalanmakla vakit kaybetmek yerine klişe çözümlerle bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bugün kentleri şekillendirme kapasitesi olan kadroların çok büyük çoğunluğunun ortak bir paydası var: Kentlere bir ‘turist gözlüğü’ ile bakıyorlar. Nasıl işlediği değil nasıl göründüğü önemli. Şaşırmak yerine bu ‘turist bakışı’ sendromunu anlamaya çalışmamız gerek.
Dünyadan ‘kamuflaj’ örnekleri
Potemkin Köyü: Bu tip kamuflajın tarihte ilk örneğine Çarlık Rusyası döneminden kalma bir hikâyeyle rastlıyoruz. ‘Potemkin Köyü’ olarak bilinen bu olayda anlatılanlara göre Çariçe II. Katherina, Ukrayna ziyareti sırasında sevgilisi Grigory Potemkin’in köyünü de görmek ister. Ancak bölgeye öylesine bir yoksulluk hâkimdir ki aynı Potemkin bunları saklamak için kartondan bir dizi ev dekoru yaptırır. Dinyeper Nehri’nin öteki yanından köye bakan Çariçe ise bu dekorları fark etmeden, tatlı bir Kırım köyüne geldiğini düşünerek geziden mesut ayrılır.
ABD: 1983’te New York Belediyesi, Bronx mahallesindeki terk edilmiş binaları örtbas etmek için apartmanların pencerelerine Venedik panjuru ve çiçek yerleştirme kararı aldı. 2010 yılında ise Cleveland, Cincinnati ve Chicago’nun banliyölerinde benzer bir uygulama yapıldı. Issız binaların dış cephesi kontrplakla kaplandı. Kaplamaların üzeri boyanarak, evlerin içinde birileri yaşıyor havası verildi.
Avrupa ve G. Amerika: Utanç Duvarı’nın yıkılmasının ardından kentin iki yakası arasındaki farkı kapatmak için Berlin’de de bu tip projeler uygulandı. Ancak ekonomik gücü olmayan Doğu Berlinliler, sıra sıra tek-tip apartmanların yer aldığı toplu konutlarda yaşamaya mahkûm edildi. Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde ise favelalar ile kent merkezi arasına yüksek bir duvar çekildi. Şehre gelen turistlerin çirkin görüntülerle karşılaşmaması için binaların ön cepheleri Hollandalı sanatçılar tarafından restore edildi, değişik renklere boyandı.
|